Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923 tarihinde kurulduğunda, arkasında binlerce yıllık Türk devlet geleneğinden gelen devlet aklını da beraberinde getirdi. Sonraki yıllarda meydana gelen evrensel ölçekteki pek çok siyasal gelişmenin –soğuk savaş, SSCB ve NATO arasında yapılan seçimler, Kıbrıs Barış Harekatı vb.- etkilerini hissetmesine rağmen her zaman bu devlet aklını korudu ve hep bu devlet aklı doğrultusunda politika geliştirdi.
15 Ağustos 1984 yılındaki ilk saldırı ile başlayan ve yaklaşık 40 yıldır devam eden terör ve PKK sorunu ise Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en zorlu sınav oldu. Özellikle seksenli ve doksanlı yıllar boyunca devletin silahlı mücadele yoluyla devam ettirdiği terörle mücadele 2002 yılında AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte farklı yollarla devam ettirildi. Peki hangisi doğruydu? Terörle sadece silahla mı mücadele edilmeliydi yoksa teröristle pazarlık yaparak ve taviz vererek daha sağlıklı sonuçlara ulaşılabilir miydi?
16 Temmuz 2014 tarihinde ‘Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun’un Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi ile başlayan Çözüm Süreci boyunca yaşanan rezillikler ve toplumda yarattığı derin travma hala toplumun belleğinde tazeyken, 22 Ekim 2024 tarihinde MHP liderinin ‘Gerekirse Öcalan TBMM’ye gelip açıklama yapsın’ çıkışı neyi amaçlamaktadır? Daha doğru bir soru ise şöyle olmalıdır; Bu çağrı ve sonrasında yaşanan olaylar, Cumhur İttifakı’nın diline doladığı ‘Yeni anayasa’ tartışmasından ayrı mı düşünülmelidir?
Ünlü siyaset bilimci Makyavelli ‘Prens’ adlı eserinde, önemli olan tek şeyin gücü ve iktidarı ele geçirmek ve elde tutmak olduğunu, bunun için yapılması gereken şeyinse devleti yönetenlerin, yaptıkları işlerin kendi bekaları için değil, devletin bekası ve gücünü arttırması için olduğuna halkı inandırmak olduğunu söylemiştir. Makyavelli bu amaca giden yolu tarif ederken de ‘Amaçlar araçları meşru kılar’ der. Demek ki amaca giden yolda kullanılan her araç meşru sayılabilmektedir. Tabi ki halk ikna edilebildiği sürece…
Yeniden anayasa konusuna dönelim. Değiştirilen birçok maddesiyle beraber ilk halinden neredeyse pek eser kalmamış bir anayasanın hangi maddeleri değiştirilmek isteniyor? Bu konuda üzerine en çok tartışılan maddeler şüphesiz ilk dört madde ve vatandaşlık tanımının yapıldığı 66. Madde olacaktır. Peki ya ‘cambaza bak’ hikayesinde olduğu gibi, insanlar bu cambaza bakarken aslında hedef çok başka bir şeyse? Bu konuda bir ışık yakması açısından mevcut anayasamızın 116. Maddesine bakmakta yarar vardır. Bu madde şöyle demektedir:
116- Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verebilir. Bu halde Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Cumhurbaşkanının seçimlerin yenilenmesine karar vermesi halinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılır. Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir. Seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verilen Meclisin ve Cumhurbaşkanının yetki ve görevleri, yeni Meclisin ve Cumhurbaşkanının göreve başlamasına kadar devam eder. Bu şekilde seçilen Meclis ve Cumhurbaşkanının görev süreleri de beş yıldır”.
Bu durumda şunu düşünmek mantık dahilinde olabilir; HDP’nin istediği gibi Öcalan İmralı’dan çıkarılıp ev hapsine alınabilir, üstüne –düşünülmesi her Türk’ün kanını donduracak şekilde- Türk’ün Meclis’ine gelerek kürsüye çıkabilir, karşılığında anayasa tartışmalarında HDP desteği alınarak cumhurbaşkanının görev süresi maddesi değiştirilebilir. Çok mu mantık dışı bir düşünce? Birkaç paragraf önce değindiğimiz Makyavelli felsefesine göre baktığımızda çok da olasılık dışı gibi görünmeyen bir seçenek, öyle değil mi?
Tarih boyunca pek çok devlet yöneticisinin kişisel çıkarlarını devlet çıkarlarının önüne koyduğunu ve bu şekilde hareket ettiğini görmemize rağmen, binlerce Türk’ün canına mal olmuş bir terör örgütü liderini, Türk’ün Meclisi’ne çıkarmayı göze alacak riskin kaynağı ne olabilir? Bu anayasa değişikliği gerçekten bu riski ve Türklük onurunu ayaklar altına almaya değecek kadar önemli mi?
Şüphesiz terörle mücadelenin pek çok yolu vardır. Silahla mücadele edebilirsiniz, terör örgütünün silah bırakması için müzakere edebilirsiniz ya da ikisini aynı anda yapabilirsiniz. Ancak devletim Çözüm Süreci denilen süreç boyunca yaptığı gibi terör örgütüne tavizler vererek terör bitiremezsiniz. Terör örgütü ile yapılan pazarlıklar ve verilen her taviz, devlet açısından bir zayıflık göstergesidir ve Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyada bu tür zayıflık göstergeleri ölümcüldür. Terör örgütüne tavizler vermek, hele hele bırakın yapmayı, terör örgütü liderinin Meclis’te konuşma yapabileceğini dillendirmek bile herkese ‘Türkiye’yi yeterince terörize ederseniz ondan istediğinizi alırsınız’ algısını oluşturur. Bu durum, şimdiye kadar vatan için canını vermiş binlerce şehide, yaralanmış gaziye, bu vatan için silah tutan, kalem oynatan, mücadele eden herkese ihanettir.
Türkiye hiç şüphesiz terör belasından kurtulmalıdır ama bunun yolu teröriste taviz vermek ya da onu Meclis kürsüsüne çıkarmak değildir. Bunun yolu teröristle silahlı mücadeleye devam edildiği kadar silahsız mücadeleye de devam etmektir. Bugün üniversitelerde, sosyal medyada, toplumsal yaşam içerisinde bir kısım topluluklar terör propagandası yapmakta, Türkler’e ve Türk devletine hakaret etmekte ve toplumu silahsız da olsa terörize etmektedir. Bunu yapan kişilerin çok büyük bir kısmı ceplerinde Türk kimliği taşımakta, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşamakta ve her türlü vatandaşlık hakkından yararlanmaktadırlar. Bu kişiler terör örgütü için bir tür ‘yumuşak güç’ unsuru olmakta ve örgüt propagandası yapmaktadırlar. Dağda teröristi etkisiz hale getirmek terörle mücadelenin çok önemli bir kısmıdır ancak bu tip kişilerle ve örgütün insan kaynaklarıyla mücadele etmeden terörün bitmesi mümkün değildir.
Devlet terörle mücadele konusunda taviz vermek ve uzlaşmaya çalışmak yerine etki alanını genişleterek terörle mücadelesini daha da etkin hale getirmelidir. Örneğin, eline silah almamış olsa dahi, doğrudan veya dolaylı bir şekilde terör propagandası yapan terör sempatizanları kamu haklarından mahrum bırakılmalı veya vatandaşlıktan çıkarılmalıdır. Terörün bitmesi isteniyorsa, Türk toplumu içinde yaşayıp ona düşmanlık güden kişiler de dağdaki teröristler gibi toplumdan ayıklanmalıdır.
Tekrar hatırlatmak gerekir ki devletin bekası tek tek kişilerin bekasından üstündür. Belli bir kesimin kişisel bekasını korumak için terör liderini Türk’ün Meclisi’ne çıkarmayı teklif etmek gibi toplumun sinir uçlarıyla oynayacak tartışmalar açmak hem devlette hem de toplumda onarılmaz yaralar açar. En başta söylediğimiz gibi; Türk ulusu binlerce yıllık tarihe ve devlet aklına sahiptir. Devlet aklını takip etmek hepimizi daha güçlü kılacaktır. Türk’ün son devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin 101. yaşı kutlu olsun. Daha aydınlık günlerde görüşmek dileğiyle…
SMMM Erol Nagaş
29 Ekim 2024