2000'li yıllarda “derin devlet’in” bir parçası olduğu iddia edilen, “çok gizli Ergenekon terör örgütünü” bir şekilde duymayan kalmamıştır. Bu öyle bir örgüttü ki PKK, DHKP-C, Hizbullah, Dev-Sol gibi örgütleri aynı anda bünyesinde barındırmakta hatta bu örgütleri doğrudan sevk ve idare etmekteydi. Bu kadarıyla da kalmayıp 1990’lı yıllardaki faili meçhul cinayetlerin arkasında da yine bu örgüt bulunmaktaydı. Elbette bu iddialar bizzat iddianameyi hazırlayan sözde savcıya aitti.
Ergenekon’a Giden Süreç
Ergenekon örgütünden ilk bahseden kişi Erol Mütercimler olmuştur. 1997 yılında katıldığı bir programda, Memduh Ünlütürk’ün kendisine bahsetmiş olduğu “Ergenekon Direnişi”nden bahsetmiştir. Ergenekon'un kökeninin 1950’li yıllara dayandığı ve Kıbrıs’ta yaşayan Türkleri korumak için kurulduğu, 1983 yılında ise kapatıldığı belirtilmiştir. Mütercimler’in bahsettiği yapılanma ile 2007 yılında ortaya çıkan sözde terör örgütü Ergenekon arasında bir bağlantı olmamasına rağmen, Erol Mütercimler de davada yargılananlar arasında yerini almıştır. Bu olaydan sonra, 2001 yılında gazeteci Tuncay Güney dolandırıcılık suçuyla tutuklanmış ve ne hikmetse verdiği 55 sayfalık ifadede Ergenekon adlı örgütten bahsetmiş, ayrıca evinde yapılan incelemede çuvallarla belgeler ele geçirilmiştir. Tuncay Güney’in ifadesi ve evinde bulunan belgeler, 2008 yılında hazırlanan Ergenekon iddianamesinde delil olarak sık sık dile getirilmektedir. Tuncay Güney’in 2001 yılında tutuklanması sırasında emniyet müdürü olan Sabri Uzun’a, Güney’in çizdiği terör şeması ulaşmış ve şema ile birlikte 55 sayfalık ifade tutanağını inceleyen Uzun, şema ile ifadenin uyuşmadığını fark etmiş ve Tuncay Güney’in şantaja uğrayarak böyle bir ifade verdiğini düşünerek bu işin peşine düşmekten vazgeçmiştir.
Davada sık sık adı geçen Güney’in, edindiği belge ve bilgileri nasıl edindiği sorgulanacağı yerde doğrudan davada kullanılmış olması pek de mantıklı gelmemektedir. Ancak Ergenekon adlı örgütün varlığı, en net 2007 yılında Ümraniye’de bir gecekonduya yapılan operasyon ile ortaya çıktı. 12 Haziran 2007 tarihinde Trabzon İl Jandarma Alay Komutanlığına ihbarda bulunan Şevki Yiğit’in çocuğunun kaldığı gecekondunun çatısında bomba olduğunu söylemesi üzerine harekete geçen ekipler, evin çatısında 27 adet savunma ve taarruz tipi el bombası buldu. Ancak bu olayda akılları karıştıran bir husus bulunmaktaydı: polis tutanağına göre, 20:00’da yapılan aramanın hiçbir görgü tanığı mevcut değildi. Arama sırasında ne ev sahibine, ne de muhtar ya da komşulara bile haber verilmemiş, üstelik imha işlemi tanık olmadan yapılmıştır. Arama sırasında çekilen video kaydında ise polis ekiplerinin tutanağı nasıl hazırlayacakları konusunda tartışma yaşadığı görülürken, ortada Ergenekon adıyla herhangi yapılanmaya dair bilgi söz konusu değilken bir polisin video kaydında “Ergenekon” kelimesini kullanması da kafa karıştırıcıdır. Her neyse, davada kafa karıştıran birçok husus bulunmaktayken yalnızca buraya odaklanmayalım.
Dava, savcı Zekeriya Öz’e verildi ve savcı, bu olayın büyük bir terör örgütünün işi olduğu üzerinde durdu. İlk tutuklama, 20 Haziran 2007 tarihinde Kuddusi Okkır ile başladı ve yapılan inceleme sonucu Ümraniye’de bulunan bombaların emekli astsubay Oktay Yıldırım’a ait olduğu iddia edildi. Bu sebeple, 27 Temmuz 2007'de Oktay Yıldırım ile birlikte Mehmet Demirtaş, Sedat Peker, Ergün Poyraz, Bekir Öztürk, Fikret Emek gibi birçok isim de net bir sebep gösterilmeden tutuklananlar arasında yerini aldı. Savcı her gün çeşitli alanlarda kazı yaptırıyor ve eliyle bulmuş gibi bomba, silah, TNT kalıntıları buluyor ve çeşitli isimleri tutukluyordu. Birçok tutuklamadan ve araştırmadan sonra savcı, bu işi Ergenekon adlı terör örgütünün yaptığını ortaya attı ve ilk iddianame 2008 yılında hazırlandı. İlk iddianame ile birlikte 86 kişi tutuklanırken, hemen bir yıl sonra, 25 Mart 2009'da ikinci iddianame hazırlandı ve 58 kişi sanık sıfatıyla yargılandı. En nihayetinde davalar zinciri 2012 yılında birleştirildi ve sanıkların çoğu terör örgütü kurma ve üye olma suçundan ceza aldı. 15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ darbe girişiminden sonra yeniden görülen davada tüm sanıklar beraat etti ve ilk iddianameyi hazırlayan savcı Zekeriya Öz de dahil olmak üzere birçok savcı ve hâkimin FETÖ mensubu olduğu delillerle ortaya çıktı.
Sözde İddianameye Göre Ergenekon Yapılanması
İddianameye göre, sözde Ergenekon örgütüne bağlı 7 gizli birimin 5 tanesinin başında askerlerin bulunduğu ve bu örgütün asker kökenli kişiler tarafından kurulduğu öne sürülmekteydi. Ele geçirildiği iddia edilen dokümanlarda örgütün amacının, Atatürk ilkeleri doğrultusunda biçimlendirilmiş Kemalizm’in yegane koruyucusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde faaliyet gösteren Ergenekon’un yeniden yapılanması ve organize edilmesine katkı sağlamak olduğu ifade edilmekteydi. Ancak bu cümleyi kurarken "sözde" ifadesinin verilmesi, bu örgütün amacının Atatürk ve Kemalizm olmadığını ve TSK bünyesinde böyle bir yapılanmanın bulunmadığını belirtmektedir. Lobi isimli dokümanda örgütün, TSK bünyesindeymiş gibi hareket edip Türk halkının askere olan sevgi ve saygısını kötüye kullandığı vurgulanmaktadır. Panzer isimli bir başka belgede, örgütün PKK ile bağlantısı varmış gibi ifadelere yer verilmektedir. Böylece, PKK ve benzeri terör örgütlerinin üst düzey yöneticiliğini Ergenekon’un yaptığı, hatta PKK’yı Ergenekon’un kurduğu iddia edilmektedir. Sevgi Erenerol’dan ele geçirildiği iddia edilen “Derin Ergenekon” isimli belgede, örgütün yapılanmasının ayrıntılarından bahsedildiği ve Ergenekon destanına değinilmesi, gülünç bulduğum durumlardan olmuştur.
Dava süresi boyunca, faili belli olan ya da olmayan birçok olay, Ergenekon örgütünün yaptırmış olduğu ileri sürülerek dava sürecine eklenmiştir. Bunlardan biri Cumhuriyet Gazetesi'ne bombalı saldırı ve Danıştay'a yapılan silahlı saldırıdır. Bu iki saldırıyı da yapan Alparslan Arslan’dır ve saldırıları kendisinin yaptığını kabul etmektedir. Cumhuriyet Gazetesi’nin türban konusundaki tutumuna sinirlenen Arslan, iki arkadaşıyla birlikte gazeteye bombalı saldırı düzenlemiş ve attıkları 3 bomba ise şans eseri patlamamıştır. Aynı şahıs, bu sefer avukat kimliği sayesinde güvenlikleri atlatarak Danıştay 2. Daire Başkanlığı’nda yapılan toplantıyı basmış ve bir kişiyi katletmiştir. Bu olaydan sonra tutuklanan Alparslan Arslan, iki olayı da kendisinin yaptığını itiraf etmiştir. Ergenekon Davası için tekrar mahkemeye çağırılan Arslan defalarca böyle bir örgütün olmadığını, kimseden emir almadığını ve yalnızca kendi doğruları sebebiyle söz konusu saldırıları düzenlediğini söylemesine rağmen, inatla kendisini bu dava ile ilişkilendirmeye devam etmişlerdir. Alparslan Arslan, Fethullah Gülen’i sevdiğini ve Nur Cemaati’ne bağlı evlerde kaldığını, Atatürk ilke ve inkılaplarını değil, şeriat istediğini defalarca dile getirmesine rağmen davada tutuklanan birçok Atatürkçü ile aynı örgüte hizmet ettiği üzerinde ısrarcı olunmuştur.
Yine Tuncay Güney bir beyanında, Ergenekon terör örgütünün kurucusu olduğu iddia edilen Veli Küçük’ün yeni bir göreve atandığı zaman, kendi kadrosunu nasıl oluyorsa kimseye fark ettirmeden o görev bölgesine kaydırdığını söylemektedir. Bunu yaparken de dikkat çekmemek için kendi şehrinden değil, başka şehirdeki adamlarını yeni görev yerine çektiğinden bahsetmektedir. Ayrıca, örgüt içinde kullanılacak kişilerin askerlik işlerini yine Veli Küçük’ün takip ettiği, Tuncay Güney ve Sedat Peker gibi isimlere çürük raporu verildiğini söylemektedir. Peki bu adam kimdi de ortaya koyduğu her iddia delil sayıldı? Gerçekten bir şeyler biliyor muydu, yoksa birilerinin yetiştirdiği biri miydi? Her kim ise, FETÖ ile aynı kişiler tarafından desteklendiğini düşünmekteyim. Örgütün yargı yapılanmasını iddianame şu şekilde açıklamaktadır; bazı şüphelilerin yüksek yargı organlarını ziyaret edip örgüt için destek istedikleri, bazı yargı mensuplarının Ergenekon terör örgütüne ait internet sitesinde yazılar yazdıkları, M. Fikri Karadağ’ın sürekli bazı hâkim ve savcılarla görüştüğü, kendilerine yakın yargı mensuplarının ziyaret edildiği ve görüşlerine ters olan yargı mensuplarının fişlendiği edinilen deliller ile açıkça ortada olduğu yazmaktadır.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim iki husus bulunmakta: İlki, devlet ve TSK içinde barınmaya çalışan bir terör örgütü bu kadar üstü açık oynayabilir mi? İkinci husus ise hukuksuzca dinlenen telefonlar ve alınan ses kayıtlarının nasıl delil sayıldığıdır. İddianameden anladığım kadarıyla, ses kayıtları çok önceden alınmaya başlanmış ve bunun hukukta yeri yoktur. Örgütün eleman temininde sistemle barışık olmayan kişilerin seçilmesine özen gösterildiği yönünde iddialar “lobi” isimli belgede kendine yer bulmuştur. Sızma ve denetim sürecinde ise mevcut devlet işleyişinin analizini yapmak, mevcut kadrolara alternatif adaylar belirlemek ve eğitmek, sızma stratejileri geliştirmek ve denetleme mekanizması oluşturmak gibi çocukça hazırlanmış başlıklardan söz edilmektedir. İddianame bize adım adım örgütün sözde yapılanmasından bahsediyor ancak söz konusu deliller telefon kayıtları, ele geçirilen belgeler ve gizli tanıklardan ileri gidemiyor. Bir örgüt nasıl oluyor da birçok örgüte yön verecek kadar güçlü olurken, örgütle ilgili belgeleri bile doğru düzgün muhafaza edemeyecek kadar aciz olur? Örnek vermek gerekirse, iddianamede bahsi geçen belgeler bir bilgisayarın klasöründe bulunuyor ve belge başlığında “çok gizli” olduğu yazıyor ancak belge, bir çocuğun bile kolayca ulaşabileceği yerlerde saklanıyor.
İddianame ve dava süreci boyunca akıllarda soru işaretleri bırakan bir diğer husus ise gizli tanıklardır. Tanıklar önce gizli tanık olarak mahkemeye katılıyor, daha sonra ise gerçek kimliklerini açıklıyorlardı. Bu tanıklardan biri olan “Deniz” kod adlı Şemdin Sakık’tır. Sakık, üst düzey bir PKK militanıyken Teröristbaşı Öcalan ile anlaşmazlık yaşadığı için infaz emri verilmiş ve kaçarak KDP peşmergelerine sığınmıştı; oradan da yakalanarak Türkiye’ye getirildi. Davada hâkim Hasan Hüseyin Özese tarafından Sakık’a; PKK’nın kuruluşu, PKK’ya katılış hikayesi, Ergenekon ile ilişkisi ve kimlerin PKK ile iletişim halinde olduğu gibi sorular yöneltilmiştir. Sakık ise önce Doğu Perinçek ile Öcalan arasındaki iletişimden daha sonra ise Yalçın Küçük’ün iletişiminden söz etmiş, Bahtiyar Aydın’ı ise Ergenekon’un öldürdüğünü ancak suçun kendisine kaldığını söylemiştir. Bir diğer dikkat çekici isim ise davanın hem tanığı, hem sanığı hem de gizli tanığı olan Osman Yıldırım’dır. Yıldırım, Alparslan Arslan ile birlikte Cumhuriyet Gazetesi’ne saldırıda bulunanlar arasındadır ve verdiği ifade ile iki davanın birleşmesine sebep olmuştur. Bir başka tanık olan Poyraz, “kalemimi kırdılar, zaten beni tanıyorlar, onlardan mı korkacağım” demiştir. Tanık 9, Kıskaç, Tanık 15 gibi daha birçok gizli tanık da bulunmakta, ancak hepsini tek tek açıklayıp konuyu uzatmanın lüzumu olmadığını düşünmekteyim. Burada esas dikkat çekmek istediğim şey şudur ki: Tanıkların çoğu PKK ve benzeri terör örgütlerine mensup kişilerden seçilmiş ve Ergenekon ile terör örgütü PKK arasında irtibat varmış gibi gösterilmeye çalışılmasıdır. Var olmayan Ergenekon’un, PKK gibi bir terör örgütüyle irtibatına dair propaganda yapılması halkın algılarını ters düz etmeye yönelik bir FETÖ operasyonuydu.
FETÖ Bu Kumpası Neden Kurdu?
FETÖ’nün kurduğu bu kumpasın arkasındaki en büyük güç ABD’dir. Hanefi Avcı, yazmış olduğu “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabında ABD hakkında, “Dış güçler bir ülkede örgüt kuramaz, yalnızca var olanı destekler.” ifadelerini kullanmıştır. ABD’nin, FETÖ ve PKK gibi örgütleri kontrolü altında tutması buna en büyük örnektir. Bu hususta ise İlker Başbuğ, Teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın tutuklanması ile Fethullah Gülen’in ABD’ye gitmesi arasında bir bağlantının olabileceğinden söz etmiştir. Daha önce de değindiğim gibi FETÖ bu kumpası ABD’nin desteğiyle kurmuş ve zamanında ABD’nin kurmuş olduğu diğer yapılanmaların işlediği suçları, sanki Ergenekon adlı bir örgütün gerçekleştirdiğini iddia etmiştir.
ABD’ye göre Türkiye’de; ordu, bürokrasi ve yargı üyelerinin içinde bulunduğu bir derin devlet yapılanması vardır ve derin devletin kalbi olan ordu, ABD’nin desteklediği sözde reformların karşısında büyük bir engeldir. Reform olarak nitelendirilen şeyin "Büyük Ortadoğu Projesi" olduğunu bilmemiz gereklidir. ABD, bu proje karşısında engel olarak gördüğü Türk ordusunu zayıflatmak ve gücünü kırmak adına FETÖ gibi örgütleri kullanmıştır. Yıllarca süren bu davalar sonucunda ordu içerisindeki düzen zarar görmüş ve FETÖ’nün sızma mensuplarıyla doldurulmuştu. Zaten 15 Temmuz girişimi de bu sebeple ortaya çıkmamış mıydı?
Ülkemize olan tüm zararlarından başka Ergenekon davalarının üzücü ve bir o kadar da acı olan bir diğer yanı ise suçsuz insanların yıllarca hapis yatması hatta bazılarının kendilerini bu kumpasa karşı savunma şansı bile bulamadan hayatlarını kaybetmesidir. İlk tutuklananlardan biri olan Kuddusi Okkır, tutuklandıktan kısa süre sonra akciğer kanserinden hayatını kaybetti ve kendisini savunma şansı bile olmadı. Kanser tedavisi gören Türkan Saylan, tedavi sürecinde tutuklanmasının ardından kısa bir süre sonra vefat etti. Beni en çok etkileyen kişi ise Ali Tatar oldu. Tatar hakkında amirallere suikast davası kapsamında tutuklama kararı çıkmış ve kendisi bu asılsız suçlamayı bunu gururuna yediremediği için canına kıymış, geride ise küçücük bir kız çocuğu bırakmıştır.
Davada sanık sıfatıyla oturan kişiler yıllarca özgürlüklerinden mahrum bırakılmış ve davalar sürekli olarak ertelenerek sonuca bile bağlanmamıştır. En nihayetinde böyle bir örgütün var olmadığı ortaya çıkmıştır. Bireysel suç işleyen kişiler elbette vardır, ben kimsenin bireysel savunuculuğunu yapmıyorum. Yine dava ile birlikte birçok mafya lideri de sanki örgütün parçasıymış gibi gösterildi, ancak bireysel suçlar bir örgütün varlığını ortaya koymamaktadır.
Sizlere elimden geldiği ve anladığım kadarıyla davanın genel seyrinden bahsettim. Doğrusu, ayrıntılı şekilde bahsedilecek ve belki de sayfalarca kitap yazılarak anlatılacak Ergenekon davasını kısaca anlatmaya çalıştım. Elbette hatalarım ya da gözümden kaçan birçok nokta olmuştur ancak dediğim gibi yalnızca kısa ve öz şekilde anlatmaya odaklandım. Davada hayatını kaybeden insanlara böyle bir yazıyı borçluymuşuz gibi hissettim.
Fazlasıyla yararlı bir yazı teşekkürler:)
Süreci kısa ve öz bir şekilde açıklayan ve yorumlayan faydalı bir yazı olmuş. Değerli bilgilerini bizimle paylaştığı için Emine Şimşek hanımefendiye şahsım adına teşekkür ediyorum.