Madem ki şiarımız Türk'e bakmak, Türk'ün gözünden bakmaktır. O zaman hem Türk tarihindeki bazı konulara hem de günümüzde yaşanan bazı gelişmelere Türk milleti için, tarihçi gözümüzle ve kendi özümüzle bakalım. Aklıma takılan, beni ve eminim benim gibi düşünen yüzbinlerce hatta milyonlarca insanı çok rahatsız eden birtakım hususları ele alalım. Bu derin mevzulara girmeden önce biraz tarihsel sürecin özetini yapalım ve Türklük açısından fotoğrafını çekelim.
Şunu çok net belirterek başlayayım. Biz her şeyden önce Türk'üz, Türk olarak doğduk ve Türk olarak öleceğiz. Bizim için ilk başta kendi milliyetimiz ve milletimiz gelir. Ahmet Yesevi'nin de söylediği gibi din seçimimiz, Türklük ise kaderimizdir. Binlerce yıllık Türk ulusu olarak tarihte birçok din ve inançla tanıştık, kaynaştık. En eski dinimiz Gök Tengri (Tanrı) idi. Zamanla Budizm, Maniheizm (Uygurlar), Hristiyanlık (Tuna Bulgarları, Macarlar, Gagavuzlar), Musevilik (Hazarlar) gibi dinleri ve inançları seçtik. En sonunda da 1000 yıldır İslamiyet’i benimsedik. Özellikle islam öncesi Orta Asya Türklerinde kendimize uygun adlarımız vardı. Alper Tunga, Oğuzhan, Bilge Kağan, Teoman, Metehan, Attila en ünlü Türk hükümdar adlarıydı. Selçuklular zamanında Tuğrul, Çağrı, Alparslan, Kılıç Arslan, Kutalmış; Osmanlıların ilk dönemlerinde Ertuğrul, Orhan, Murat gibi... Tabi bunlar sadece hükümdar adlarıydı, halkın kendisi de Türkçe adlar kullanırdı. Anadolu'da kurulan ilk Türk beyliklerinde yoğun bir Türklük özelliği görülürdü. Türkiye Selçuklularında İran ve Fars kültürünün etkisiyle Alaaddin Keykubad, İzzettin Keykavus, Gıyasettin Keyhüsrev adlarında sultanlarımız oldu. Osmanlı Devleti'nde de yine özellikle son dönemlerde Abdülmecit, Abdülaziz, Abdülhamit gibi Arapça kökenli padişah adlarını gördük. İslamiyetin kabulünden sonra Fars ve Arap etkisi isimlere de edebiyata da yansıdı. Bu durum aynı zamanda devlet katında bir zihniyet değişikliğinin göstergesiydi. Mesela Osmanlılarda ilk 150 yıllık kuruluş döneminde Türklük özellikleri daha ağır basıyordu. Benim de Osmanlı tarihinde okumayı ve öğrencilerime anlatmayı en çok sevdiğim dönem bu yüzden kuruluş dönemidir. Sultan 2. Murat zamanında bile Türk diline ve kültürüne çok önem verildi, birçok Türkçe eser ortaya çıktı, madeni paralara Kayı boyu damgası vuruldu, şehzadelere “Oğuz, Korkut” gibi adlar verildi. Osmanlı sarayında ozanlar ve kopuzcular Oğuz Kağan destanı okuyup çalardı. Yani Müslüman olmamıza rağmen Türk kültürü daha ön plandaydı, özümüzden ve benliğimizden kopulmamıştı. İstanbul'un fethinden sonra Fatih (2. Mehmet) dönemiyle devlet kademelerinde Türklerin yerini dönme devşirmeler aldı. Vezirazam Çandarlı Halil Paşa’nın idamıyla köklü ve büyük Türk ailelerin Osmanlı hanedanıyla iktidarı paylaşma dönemi sona erdi. Türkler zamanla devlet kademesinden uzaklaştırıldı. Yüzyıllar ilerledikçe devletin asli kurucu unsuru Türklere “etrak-ı bi idrak” (Akılsız Türkler) denilmeye başlandı. Gayrı müslimler ticarete hakim olup parayı ve gücü elinde tutarken ve ülkenin kaymağını yerken, devşirmeler ön plana çıkarken Türk’ün kaderi onlarca yıl boyunca askere gitmek ve toprağında çiftçilik yapmak oldu.
Buraya kadar genel bir bakış açısıyla geldik. Türklük kaderimiz, din tercihimiz demiştik. Aldığımız adlar da çok net biçimde kaderimizdir ve kendimizin ve milletimizin geleceğini şekillendirir. Türk ulusu kendi çocuklarına mutlaka Türkçe adlar vermelidir. Bugün ne yazık ki Türklerin adları Arapça oldu. Mesela kendi adım Salih, Arapça kökenli. Babam, kendi babasının adını bana verdi. Bugün yeni evlenen insanlara ilk erkek çocuklarında babasının, ilk kız çocuklarında annesinin adının verilmesi baskısı yapılır. Baskı yapılmasa bile anne baba sevgisi ağır basar ve genelde ilk çocuklara onların adı verilir. Anne babalarımızın adları da genel olarak Arapçanın ve az da olsa Farsçanın etkisinde olduğu için bir kısır döngüye girilir. Siz hiç Arap ırkından birisinin adının Türkçe olduğunu gördünüz veya duydunuz mu? Çocuğuna Türkçe ad vererek göğsünü gere gere gururlanan bir Arap tanıdınız mı? Araplar çocuklarına Alper, Alparslan, Metehan, Bilge Kağan, Oğuzhan veya Tomris, Açelya, Alev, Aybike, Banu, Bengü, Umay, Ülkü, Yağmur gibi adlar veriyor mu? Mesela Dede Korkut hikayelerinde geçen adlara onların toplumlarında rastlıyor muyuz? Kesinlikle hayır. Peki ne yapmalıyız? Türk gibi düşünmemiz ve yaşamamız için önce Türkçe adlara sahip olmalıyız. Türk ulusunun kadınlarının ve erkeklerinin çok büyük çoğunluğu ne yazık ki öz Türkçe isimlere sahip değil. Bu yüzden hayata Türklük anlamında tabiri caizse 1-0 geriden başlıyoruz. Bu açıkça kültürel emperyalizmdir. Zihinlerimizin, yaşam biçimlerimizin, düşünce dünyamızın sömürgeleştirilmesidir. Müslüman olmamız Araplaşacağız anlamına asla gelmez ve gelmemelidir. Kendimizi, dilimizi, kültürümüzü Arapçılık bataklığından korumak en hayati görevimizdir. Çünkü bugün için en büyük tehdit ve tehlike her anlamda gittikçe araplaşmamız, arapçılık bataklığında boğulmamızdır. Bu işin hiç şakası yoktur. Meselenin ciddiyetini kavramamız bizim için iyi olacaktır.
Mehmet Eröz’ün 1983 yılında basılan “Milli Kültürümüz ve Meselelerimiz" isimli son derece güzel ve faydalı kitabındaki şu sözlerini lütfen dikkatle ve ibretle okuyalım: “On yedi yıl kadar önce kasabamızda, Türk asıllı, çok mutaassıp Müslüman olan bir hemşehrimizin, Türkler için ‘Yecuc-Mecuc' deyişine ve kendi soyunu kötüleyişine şahit olmuştuk. Bu kelimelerin ne demek olduğunu sorduğumuzda, Kuran'da yazılı olduğu, oradan öğrenmemiz gerektiği cevabını aldık. Son devrin en büyük müfessir ve din alimlerinden merhum Elmalılı Hamdi Efendinin on ciltlik muhteşem tefsirine başvurduk. Avrupalıların ‘Agog-Magog' dediği, İslam kaynaklarında ‘Yecuc-Mecuc' diye geçen kelimeler, zalim bir kavmi ifade ediyordu. Bu kavim büyük bir seddin bir yanında oturuyordu. Kısa boylu, çekik gözlü ve çok kalabalık idiler ve dünyayı fesada boğacaklar, insanları mahvedeceklerdi. Bunların şerrine karşı, seddin öbür yanındaki kavim, veli veya peygamber olan ‘Zülkarneyn'den yardım dilemişlerdi. Kuran'da böyle yazıyordu. Bu ayeti tefsir eden bazı Osmanlı bilginleri, ‘Yecuc-Mecuc' denilen ve dünyayı ifsat edecek kavmin Türkler olduğunu, Türklüğün İslamiyet'e olan hizmetini bir kalemde silip atarak yazabilmiş, söyleyebilmişlerdi. Kulaktan kulağa, nesilden nesile, bu kötü zan ve iftira, bizim cahil ve mutassıp hemşehrimize kadar gelmiş ve ona İslamiyet adına, Türk düşmanlığını öğretmişti. Antalya yörüklerinden, Yazır boyundan olan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, İslamiyeti Arap kültüründen ayırdığı için Türklerin Yecuc-Mecuc değil; Yecuc-Mecuc olan Çin kavmine karşı, dünyayı koruyacak bir kavim olduğunu belirtmiştir.” Bundan yaklaşık 60 yıl önce bir Anadolu kasabasında yaşayan Türk’ün bu yanlış düşünceleri ve dini inançları, doğmaları, hurafelere boğulması sizce de korkutucu ve üzücü değil mi? Şimdi 2023 yılındayız. 85 milyonluk ülkede buna benzer kişilerin yaşadığına, yine saçma sapan ve yanlış bir inanç anlayışı adına Türk ve Türklük düşmanlığı yapıldığına sanırım şaşırmamaktayız.
Yine bir sonuca bağlamak gerekir yazımızı. Ey Türk budunu, tarihe yön vermiş şerefli bir ulus olduğunu sakın unutma ve asla araplaşma! Soyunu sopunu karıştırma! Din adı altında sana Türk düşmanlığı yapılmasına, Türklüğün ayaklar altına alınmasına sessiz kalma! Çocuklarına mutlaka Türkçe adlar ver. Annen baban üzülür diye düşünme, onları da bilinçlendir! Bu, Türk milletinin ölüm-kalım savaşıdır. Adımız ve şanımız tarihten silinip gitmesin, Türk milleti tarihin tozlu sayfalarında yok olmasın diye mücadele veriyoruz. Bu mücadeleye omuz ver! Uyan, uyandır! Henüz çok geç olmadan ve çok acılar yaşamadan...
Bu muhteşem yazıyı herkese okutmak gerek.
Bir Türk genci olarak Arap seviciliğin Türklere aykırı olduğu bilincindeyim. Biz Türk olarak doğduk, Türk olarak yaşayıp yeni Türk nesillerin devamını getireceğiz ve en sonunda Türk olarak öleceğiz. Şunu unutmamak gerekir ki Türkler ebedidir, din ise kişisel bir seçimdir. Biz bir millet olarak Türklüğümüze sahip çıkarsak işte ancak o zaman asıl mutluluk ve feraha ulaşacağız. Kaleminize sağlık hocam.
Türk gençleri, "Gerçek Türk Tarihini" okuyup öğrenmelidir. O zaman, bize tarih diye anlatılan masalların ne kadar yanlış olduğunu anlayacaktır. Büyük Türk Tarihi engin bir deniz gibidir. İnsan içine dalınca çıkmak istemez. Bu deryaya dalmanın başlangıcını yaptığınız için sizi kutluyorum.
Kaleminize sağlık
Türk kültüründe, töresinde, öz inancında hiçbir eksiklik yok. Hatta bize ait olmayan fazlalıklar var. Biz o fazlalıkları attığımız zaman huzura kavuşacağız. Kendi adıma her anlamda bunu sağlamaya çalışıyorum. Kendi öz inancıma da döndüm. Zaten tam anlamıyla kopmak mümkün değildi. Milletimize kangren olan ne varsa bir gün atacaklarına eminim. Yazı için ve bilinçlendirme için yaptığınız çalışmaları destekliyor ve teşekkür ediyorum. Biz birlikte güçlüyüz. Daha da güçlü olacağız kardeşlerim. ☀️
Tamamen katılıyorumGönlünüze sağlık. Irk seçim değil, din seçimdir.
Biz malesef müslüman olmayı Araplaşma olarak algılıyoruz.Arapça kutsal cahiliye devri arap isimleri kutsal yıllardır anlayış böyle maalesef.
Açelya Latince kökenli
“Açelya” Latin kökenli değildir… Latinlerin kendi dillerinde “Azelea” dedikleri çiçeğe Türkler de kendi dillerinde “Açelya” demişler… Dolayısıyla “Açelya” Türkçedir… Açelya (Azelea); Anayurdu Japonya ve Çin toprakları olan mevsimlik açan/solan bakımı da ayrıca ilgi, bilgi isteyen oldukça güzel bir çiçektir… Türkler de ilk inançları ve genel kültürleri hasebiyle, genel olarak doğa inançlı olduklarından, çocuklarına isim koyarlarken doğadan bolca faydalanmışlardır… Kısacası; Açelya “Türkçe”dir… Saygılar…
Salih hocam o kadar haklısınız ki malesef günümüz de bunlara o kadar dikkat edilmiyor. İslamiyeti yaşamak için ille de Arap kültürünü benimsemek ve onu içselleştirmek gerekmiyor. Umarım Türk milleti uykusundan uyanır ve kendi kültürüne, diline, kimliğine sahip çıkar.
Bu yazımın mümkün olduğu kadar çok paylaşılmasını, okunmasını ve üzerinde tartışılmasını hepinizden rica ediyorum. Beğeni, yorum ve paylaşımlarınızı esirgemeyin lütfen.
Harika bir yazı olmuş yine.