Hem lise hem üniversite öğrenciliğim yıllarında Kurtuluş Savaşı'nı ve özellikle Kuvayı Milliye hareketini derslerde dinlerken veya kitaplarda okurken milli ruhum ve duygularım alevlenir, içim içime sığmaz ve çok heyecanlanırdım. Bize bu toprakları vatan yapan Kuvayı Milliye kahramanlarının isimlerini ve hayat hikayelerini öğrenmek benim için adeta milli bir görevdi. Allah korusun, bir gün yine ülkemiz emperyalistler tarafından işgal edilirse acaba onlar gibi cesur vatanseverler olabilir miyiz, onlara benzer mücadele edebilir miyiz diye düşünürdüm. Sonra zaman içinde şehitlerimize layık olamadığımızı, bu vatanın ne gibi zorluklarla kazanıldığını hiç anlamadığımızı, tarih bilincinden ve milliyetçilikten yoksun mankurt sürüleri haline geldiğimizi bu yaşıma kadar içim acıyarak ve kahrolarak tecrübe ettim. Kendimce bir vefa borcumu ödemek ve adlarını, anılarını, kahramanlık destanlarını unutturmamak için “Türk'ün Ateşle İmtihanı" yazı serisinde onlara özel bir yer ayırmak istedim. Şevket Süreyya Aydemir, 3 ciltlik o muhteşem “Tek Adam" serisinin ikinci kitabının “Kuvayı Milliye" bölümünün başında “Milli Mücadele’de Kuvayı Milliye kavramını, hem bir teşkilat fikri hem bir halk hareketi olarak iki yönde ele almak lazımdır. Çünkü, teşkilat fikri ve disiplin dışında bir Kuvayı Milliye ruhu, ancak bir edebiyat konusudur.” diye yazarak bu halk hareketini bütünüyle ele almanın zorlu bir süreç olduğunu çok haklı biçimde dile getirmiştir. Kuvayı Milliye ruhunu ve destanını anlatmaya kelimeler yetmez ama bu yazımızda Kuvayı Milliye'nin genel özellikleri ve özellikle güney cephesindeki halk hareketi üzerinde duralım.
Kuvayı Milliye'nin kelime anlamı “Milli Kuvvetler" demektir. Mondros Mütarekesi'nden sonra Türk ordusunun dağıtılması ve işgallere karşı İstanbul Hükümeti'nin yetersiz ve sessiz kalması üzerine düzenli ordularımız kuruluncaya kadar, Anadolu'nun İtilaf devletleri tarafından işgaline ve özellikle Rum ve Ermeni azınlıkların saldırılarına karşı koymak amacıyla değişik bölgelerde meydana gelen silahlı gruplara verilen isimdir. Kuvayı Milliye deyimini resmi olarak ilk ifade eden kişi 57. Tümen Komutanı Albay Mehmet Şefik Bey’dir. İlk kez belgelerde kullanan ise Milli Kongre Cemiyeti başkanı Dr. Esat Işık'tır. İşgallere karşı ilk direniş 19 Aralık 1918’de Dörtyol (Hatay)’da Fransızlara karşı başlatılmıştır ve ilk kurşun Ömer Hoca oğlu Mehmet Çavuş (Kara) tarafından atılmıştır. Kuvayı Milliye birliklerimiz Batı Anadolu'da Yunanlara ve Rum çetelerine; Güney Cephesi'nde ise Fransızlara ve Ermenilere karşı başarıyla mücadele etmiştir. Batı Anadolu'daki Kuvayı Milliye güçleri arasında birliği sağlamak amacıyla Balıkesir (26-30 Temmuz 1919) ve Alaşehir (16-25 Ağustos 1919) kongreleri düzenlenmiştir. Kuvayı Milliye'nin genel özelliklerine baktığımız zaman şunları görürüz: Merkezi bir otoriteye bağlı değildir, bölgesel niteliklidir, düzenli birlikler değildir, askerlik tekniğinden ve eğitimden yoksundurlar, her yaştan ve her meslekten insanların katılımıyla kurulmuştur. Alev Coşkun, Kuvayı Milliye'nin Kuruluşu adlı kitabında "Kuvayı Milliye birlikleri, dağlardan düze inen eşkıya ve zeybekler, asker kaçakları, hapishanelerden çıkarılan mahkumlar ve zanlılar yanında, milli ve vatani duygularla birliklere katılan gönüllülerden, özellikle belli bir yerin, kasabanın veya aşiretin önemli kişilerinden oluşuyordu. Kuvayı Milliye birliklerine kumanda edenler arasında efeler, komitacılar, sivil kumandanlar, subaylar vardı." cümleleriyle bu durumu açıklamıştır. Kuvayı Milliye'nin yararları neler olmuştur diye sorulursa şunları söyleriz: Türk milletinin dayanışma gücünü arttırdılar, düşman işgalini tam olarak durduramasalar bile düşmana maddi manevi büyük zararlar verdiler, iç isyanları bastırmakta önemli roller üstlendiler, Ermeni ve Rum çeteleriyle amansız mücadele ettiler, düzenli orduların kurulmasına zemin hazırladılar, işgallerin kabullenilmediğini bütün dünyaya duyurdular.
Maraş Savunması (Sütçü İmam)
Sütçü İmam, Maraş'ta işgalci Fransızların içindeki Ermeni askerin Türk kadınına hakaret etmesi üzerine bir Fransız askerini öldürüp onların elinden kurtulmuş ve şehrin dışına çıkmıştır. Maraş kalesindeki Türk bayrağının indirilip Fransız bayrağının asılması ile Maraş halkı ayaklanmış ve kahramanca direnişe geçmiştir. Maraş'ın işgali 72 gün sürmüştür. Milli Mücadele’nin ilk zaferi Maraş'ta kazanılmıştır. Fransızlar ve Ermeniler 12 Şubat 1920’de şehirden çekilmek zorunda kalmıştır. Maraş'a önce TBMM tarafından 1925’te “İstiklal Madalyası", sonra 1973’te “Kahraman" unvanı verilmiştir. Uzunoluk Mescidi'nde imamlık yaparken aynı zamanda süt sattığından “Sütçü İmam" diye bilinen milli kahramanımız Fransızların Maraş'tan kovulması üzerine şehre geri dönmüş, belediye tarafından kaledeki topun idaresiyle görevlendirilmiştir. Abdülmecit Efendi, TBMM tarafından halife seçilince 101 pare kutlama atışı yaparken barutun ateş alması sonucu yaralanmış, 1922’de vefat etmiştir. Ruhu şad olsun.
Urfa Savunması (Ali Saip Ursavaş)
Urfa’da resmi binaların işgal edilmesi, şehrin ileri gelenlerinin tutuklanması halkı işgallere karşı bilinçlendirmişti. Urfa Jandarma Komutanı Ali Saip Bey, Mustafa Kemal'den aldığı emirle 1000 kişilik Kuvayı Milliye birliği oluşturdu. Fransızlara Urfa'yı boşaltmaları için 2 gün süre verdi. Fransızlar buna uymayınca direnişle 11 Nisan 1920’de Urfa'dan atıldı. TBMM daha sonra Urfa ilinin adını 12 Haziran 1984’te “Şanlıurfa" olarak değiştirdi. Kerkük’te doğan, Harp Okulu'nu bitiren, 1. TBMM'ye Urfa mebusu olarak giren, Aralık 1920’de Urfa Kuvayı Milliye Komutanı olarak bölgedeki aşiret reislerini Fransız işgaline karşı birleştiren, Konya İstiklal Mahkemesi üyeliği yapan, 1926’da Doğu İstiklal Mahkemesi başkanı olan, 1931 ve 1935’te yeniden Urfa milletvekiline seçilen, “Çukurova Dramı ve Urfa'nın Kurtuluş Savaşları" kitabını yazan, Soyadı Kanunu ile birlikte Atatürk tarafından kendisine “Ursavaş" soyadı verilen Ali Saip Bey 1939’da vefat etti. Ruhu şad olsun.
Antep Savunması (Şahin Bey)
Akyol Camii'nde kadın çocuk ayırmadan halka baskı ve zulüm yapılınca halk direniş başlattı, Kuvayı Milliye kuruldu. Üsteğmen Mehmet Sait “Şahin" takma adıyla Kuvayı Milliye Komutanlığı’na atandı. Şahin Bey, kısa sürede Antep halkını örgütledi ve “Semt Teşkilatı” adı verilen 27 bölge oluşturdu. Kuvayı Milliye idarecileri Fransızlara nota verdi. Ermenilerin Antep'i terk etmesini, Antep’in yönetimine Fransızların karışmamasını, yeni askerler getirmemelerini, Antep'te güvenliği sağlamak için Türk askerlerinin şehre girmesine izin verilmesini istediler. Fransızlar bunu reddetti ve 1920 Mart ayında Antep'e saldırdı. Şahin Bey ve emrindeki Kuvayı Milliyeciler Antep-Kilis karayolu üzerinde kahramanca mücadele etti. Tek başına kalıncaya kadar savaşan Şahin Bey şehit oldu. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Kılıç Ali Bey Antep'te görevlendirildi. Dışarıdan destek alamayan halk Fransızlara 1921’e kadar direndi. Fransızlar şehri kuşatıp halkı aç ve susuz bırakarak teslim olmaya zorladı. Antepliler 11 ay boyunca kahramanca savaştı. En sonunda Fransızlar Antep'e 9 Şubat 1921’de girebildi. TBMM, Antep'e “Gazi” unvanı verdi ve 8 Şubat 1921’de şehrin adı Gaziantep oldu. Antep savunmasından bahsetmişken biraz da Kılıç Ali Bey'i anlatalım. Maraş ve Antep'te milli kuvvetleri kurmakla görevlendirildi. Maraş, Antep ve Urfa'da bulunan Fransızlara karşı başarısı ile Antep kahramanı olarak ünlendi. Ağrı isyanı sırasında kurulan İstiklal Mahkemeleri'nde üyelik yaptı. 1920-1938 yıllarında TBMM'de Antep milletvekilliği yaptı. “Hatıralarını Anlatıyor”, “Atatürk'ün Hususiyetleri", “İstiklal Mahkemesi Hatıraları" kitaplarını yazdı. Ruhları şad olsun.
Adana Savunması
“Fransızlar ikindi üzeri şehre girdiler. Kiliselerin çanları çalınıyordu. Ermeni evleri, dükkanları, çarşı, pazar, İtilaf Devletleri ve Ermeni bayraklarıyla donatıldı. Yer yer Türk bayrakları yırtıldı. Gece, fener alayları tertip edildi. Taşkınlık son haddini buldu. ‘Kahrolsun Türkler' sesleri ve ağza alınmayacak küfürler ortalığı çınlatıyordu.” diye yazıyordu Damar Arıkoğlu hatıralarında. Böyle korkunç günler yaşıyordu güzel Adana. Fransızlar Adana'da güvenlik örgütünün yönetimine bir Ermeni'yi polis müdürü olarak atadı. Bu müdürün ve Abdurrahman adında Bağdatlı Arap bir valinin yönetiminde kısa sürede Türklere karşı baskı ve zulüm başlatan Ermeniler bölgede birçok tarım alanını ve köyü yaktı. Bölge halkı Toroslara göç etmek zorunda kaldı ve parça parça dağıldı. Adana halkının anılarında ve türkülerinde 10 Temmuz 1920 günü acı bir biçimde yer edinmiştir. Halk bu kara güne “Kaçkaç" demiştir. “10 Temmuz bilseniz ne kara gündü/Obalar göç etti, ocaklar söndü/Adana bir yangın yerine döndü/O günden ruhlarda bir sızı vardır/Şafakta kanların bir izi vardır" ağıtı günümüze kadar gelmiştir. Fransızlar Pozantı'ya kadar ilerleyince Kuvayı Milliye birlikleri bir Fransız taburunu komutanı ile esir aldı. Ankara Antlaşması ile Fransızlar bölgeden çekildi.
(Türk'ün Ateşle İmtihanı serisinin 4. yazısı özellikle Batı Cephesi’ndeki Kuvayı Milliye hareketi ve Kuvayı Milliye kahramanlarımız ile devam edecek.)
Her Türk mutlaka okumalı. O günleri unutmamalı.
Herkesin mutlaka okuması gereken yazılar.
Milli Mücadele serisi çok güzel devam ediyor.