1920 yılı Türk'ün en zor yılı olmaya devam ediyordu. Büyük Millet Meclisi, çıkan ayaklanmalara karşı birtakım tedbirler almaya başladı. İstanbul Hükümeti ile ilişkiler hemen kesildi. Şeyhülislam Dürrüzade Abdullah'ın Kuvayı Milliye'ye “Kuvayı Bagiye" yani eşkıya kuvvetleri dediği fetvasına karşı Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi yüzlerce vatansever din adamıyla birlikte Milli Mücadele'nin haklılığını belirten bir fetva yayınladı. (Kurtuluş Savaşı'na karşı olan şeyhülislam fetvalarının İngiliz ve Yunan uçaklarıyla halkın üzerine atıldığını, Teali İslam cemiyetinin Yunan ordusunun hilafet ordusu sayılması gerektiğini savunduğunu da küçük bir dipnot olarak araya sıkıştıralım ve dinci gericilerin düşmanla işbirliğini hiç unutmayalım!) Güvenliği sağlamak amacıyla 29 Nisan 1920'de “Hıyanet-i Vataniye Kanunu” çıkarıldı. Bu kanun ile yargılanan ilk kişi katıksız bir vatan haini olan Damat Ferit oldu. Milli Mücadele hakkında doğru haberleri halka duyurmak için Yunus Nadi ve Halide Edip öncülüğünde “Anadolu Ajansı" kuruldu. 10 Ocak 1920’de çıkmaya başlayan “Hakimiyet-i Milliye" gazetesi yayın hayatına devam etti ve milli mücadele hakkında doğru bilgiler vermeyi sürdürdü. Asker kaçaklarını önlemek için “Firariler Hakkında Kanun" çıkarıldı. Vatana ihanet suçlarını önleyebilmek ve acil hükümler verebilmek için yargıçları meclis içinden seçilen milletvekillerinden oluşan ve “3 Ali'ler Mahkemesi” (Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Ali Saip) diye de bilinen “İstiklal Mahkemeleri" kuruldu. İstanbul Hükümeti’nin din sömürüsü yaparak halkın Milli Mücadele'ye katılmasını engellemek için kurduğu Nasihat Heyetleri’ne karşılık ulusumuzu aydınlatmak ve onları milli davaya kazandırmak için İrşad Heyetleri oluşturuldu. Bütün bunlar isyanları durdurmaya yetmedi. Mustafa Kemal Nutuk'ta ülkeyi iç savaşa sürükleyen gerici ayaklanmalar için “Kargaşa ateşleri bütün ülkeyi yakıyor; hıyanet, cehalet, kin ve taassup dumanları bütün vatan semalarını koyu karanlıklar içinde bırakıyordu. Ayaklanma dalgaları, Ankara'da karargahımızın duvarına kadar çarptı. Karargahımızla şehir arasındaki telefon ve telgraf tellerini kesmeye kadar varan, kudurgan bir saldırı karşısında kaldık.” demişti. Halide Edip, Türk’ün Ateşle İmtihanı kitabında iç isyanlardan bahsederken “Milletin ateşle imtihanının en korkunç anlarını yaşıyorduk. Mustafa Kemal Paşa'nın o günlerdeki kadar yorgun ve bazan da ümitsiz olduğunu görmüş değildim.” diyor ve Mustafa Kemal'in Nutuk'ta söylediklerini bir anlamda doğruluyordu. Yunan işgali Anadolu'da gittikçe derinleşmişti ve ne yazık ki Milli Mücadele'nin başarısı bu sebeple epey gecikti. TBMM ve düzenli ordularımız yıpranmıştı. Ülkede çok ciddi bir iç savaş yaşandı, maddi manevi çok büyük kayıplar ortaya çıktı.
Bütün bunlar yaşanırken İstanbul Birinci İdare-i Örfiye Divan-ı Harbi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını 11 Mayıs 1920’de idama mahkum etti. Karar 13 Mayıs 1920’de daha sonra halk tarafından linç edilerek öldürülecek olan Ali Kemal'in yönettiği Peyam-ı Sabah gazetesinde yayınlandı. Padişah Vahdettin ise kararı 24 Mayıs 1920’de onayladı. 1 gün sonra ise Fevzi Paşa'nın idam kararı onandı. Haziran 1920’de İsmet Paşa, Bekir Sami, Celalettin Arif, Rıza Nur, Yusuf Kemal, Rıfat Börekçi, Fahrettin Paşa gibi vatanseverler hakkında gıyabi kararlar verildi. Boyunlarında padişahın idam fermanları ve şeyhülislamın “katli vaciptir” fetvalarıyla dolaşan Türk milliyetçileri inandıkları dava ve ülküleri uğruna bir adım bile geri atmadı. Çünkü onların vatanlarına ve milletlerine karşı büyük sorumlulukları vardı. Kendilerinden sonra gelecek nesillere bağımsız bir Türk yurdu bırakmak namus borçlarıydı. Tarihin lanetine, tanrının gazabına uğramamak için kelle koltukta savaştılar.
10 Ağustos 1920’de Osmanlı'yı fiilen ve tamamen sona erdirmek, Türk milletini tarih sahnesinden silmek için 433 maddelik Sevr Antlaşması imzalandı. Amerikalı Woodrow Wilson, İngiliz Lloyde George, Fransız George Clemenceau 6 parçaya böldükleri Anadolu coğrafyasının yeni efendilerini Sevr'de 500 gazetecinin önünde dünyaya açıkladı. Hadi Paşa, Reşad Halis, Rıza Tevfik, Damat Ferit gibi kişiler antlaşmayı imzaladı. Padişahın danışma meclisi olan Saltanat Şurası ise anlaşmayı onayladı. Ancak Mebusan Meclisi tarafından onaylanmadığı için yürürlüğe girmedi. Damat Ferit Hükümeti gelen tepkiler üzerine istifa etti ve yerine Tevfik Paşa Hükümeti kuruldu. Antlaşmayı reddeden Büyük Millet Meclisi alınan bir karar ile antlaşmayı imzalayanları vatan haini ilan etti. Sevr'in imzalanması tehlikenin boyutlarını net bir biçimde ortaya çıkardı ve hem halkın direnme gücünü hem Milli Mücadele'ye katılımı arttırdı. Norbert Bischoff bu durumu “Türkler zaman yitirmeden Kemalistlerin saflarına geçtiler, padişahın buyruklarına uymaktan vazgeçtiler. Mustafa Kemal'e her yandan yardım yağmaya başladı. Anadolu, duygusal olduğu kadar içten, gerçek bir halk ayaklanmasına tanık oldu. Her yaştan binlerce kadın ve erkek, Meclis Hükümeti’nin emrine girmek için Ankara'ya geldi.” diye belirtmiştir. Türk kamuoyunda Sevr büyük bir tepkiyle karşılanmış, bazı gazeteler siyah çerçeve içinde basılırken İstanbul’daki bazı eğlence yerleri de günlerce çalışmamıştır.
Doğu cephesinde “Büyük Ermenistan" hayalini gerçekleştirmek için Anadolu'ya saldıran Ermenilerin sivil halkı katletmesi üzerine Kazım Karabekir komutasındaki ordumuz Sarıkamış, Kars ve Gümrü'yü ele geçirdi. Ermenilerin isteği üzerine Ermenistan ile Büyük Millet Meclisi Hükümeti arasında 3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalandı. Uluslararası alanda kazandığımız ilk siyasi antlaşma olan Gümrü ile Ermenistan, BMM Hükümeti’ni tanıyan ilk devlet oldu. “Türkiye” ifadesi ilk kez bir metinde yer aldı. Misak-ı Milli'yi gerçekleştirme yolunda ilk önemli adım atıldı.
Güney cephesinde Kuvayı Milliye birlikleri ve halkımız çok çetin bir mücadele verdi. Mondros'un 7. maddesinden yararlanan İngiltere; Antakya, Antep, Urfa ve Maraş'ı işgal etti. Fransa ise Mersin ve Adana'yı ele geçirdi. İtalya da Antalya, Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris'i işgal ederek Konya ve Akşehir'e asker çıkardı. Paris Barış Konferansı'nda alınan karar gereği İngiltere ve Fransa 15 Eylül 1919’da yaptığı antlaşma ile işgal bölgelerini yeniden belirledi. Buna göre Irak ve Filistin İngiltere’ye; Suriye ve Lübnan Fransa'ya bırakıldı. Kuvayı Milliye birliklerimiz Fransızlara ve Ermenilere başarıyla karşı koydu. Fransızlar 1921 Ankara Antlaşması ile Anadolu'dan çekilmeye başladı. Zaten antlaşma yapılmadan önce de Fransa, Maraş ve Urfa’dan atılmış, Zonguldak’tan çekilmişti. Ankara Antlaşması ile Güney cephesi kapandı ve Suriye sınırı Hatay dışında çizildi. İlk kez bir İtilaf devleti TBMM'yi ve Misak-ı Milli'yi tanıdı. SSCB ve İngiltere bu duruma tepki verdi ama başarımızı engelleyemedi. Doğu cephesinden sonra Güney cephesi de kapanmıştı. Artık bütün gözler Batı cephemizdeydi. Türk’ün ateşle imtihanı henüz bitmemişti.
(Türk’ün Ateşle İmtihanı serimizin 3. yazısında ağırlıklı olarak güney ve batı cephelerimizdeki Kuvayı Milliye hareketinden ve milli kahramanlarımızdan bahsedeceğim. Kuvayı Milliye ruhuna her şeyden daha fazla sahip olmamız gereken günlerde onları unutmak olmaz çünkü.)
Türk'ün Ateşle İmtihanı serisi devam ediyor. Herkesin okuyup beğenmesi ve sosyal medya hesaplarında bolca paylaşması temennisiyle...
Herkes okusun bu yazıları.
Kaleminize sağlık.