Yunanın amacı Ankara'yı ele geçirip milli direnişi bitirmekti. 6 Ocak 1921'de Bursa, Uşak, Eskişehir, Afyon yönünde ilerlediler. Türk ordusunun direnişiyle 10-11 Ocak 1921 gecesi geri çekilmek zorunda kaldılar. Birinci İnönü zaferinin önemli sonuçları oldu: TBMM ordusu Batı cephesindeki ilk askeri başarısını kazandı ve meclisin itibarı arttı. Türk halkı moral kazandı. Meclisin adına “Türkiye" ifadesi eklendi. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası) ve ardından İstiklal Marşı kabul edildi. Gürcistan, Afganistan ve SSCB ile anlaşmalar imzalandı. Yunanlar bu yenilgiyi önemsemeyip “Keşif Taarruzu" dediler.
İstiklal Yolu
İşgal edilen yerlerden biri de Kastamonu'ydu. Anadolu'nun dışarıyla deniz yolu bağlantısının kurulduğu tek yer Kastamonu'nun İnebolu Limanı’ydı. Zafere ulaşmak için bu limandan gelecek mühimmat çok önemliydi. Fedakar Türk kadınları, erkekleri, yaşlıları, çocukları kağnılarla bu malzemeleri yolun da bozuk olmasından dolayı çok zor şartlarda Ankara'ya ulaştırıyordu. Bağımsızlığımızı kazanmak sadece cephedeki askere değil cephe gerisindeki halkın da mücadelesine bağlıydı. İşte İnebolu'dan Ankara'ya yaklaşık 350 kilometre uzanan bu yola “İstiklal Yolu" denilmişti. O günlerde Ankara'ya gelen Fransız temsilcisi Franklin Bouillon bu yolda kağnılarla cepheye silah taşıyan insanları görünce şaşkınlığını gizleyememiştir. Aynı günlerde Mustafa Kemal kendisine “Mösyo Bulyon, yeminimizin özü tam istiklaldir. Türk milleti kanını bunun için akıtıyor.” demiş, kapitülasyonların kaldırılmasını istemiştir. Bunun üzerine “Tam istiklal ne demek? Yoksa siz aklınızdan kapitülasyonları kaldırmayı mı geçiriyorsunuz? Çok hayalperestsiniz, kağnı kamyonu yenemez.” cevabını vermiştir. Tabii ki kağnı kamyonu yenmiş, emperyalizm ve işbirlikçileri dize getirilmiştir.
Zorlu Bir Süreç
1921 anayasası ile Türk tarihinde ilk kez egemenlik kayıtsız şartsız milletin olmuştu. TBMM, Misak-ı Milli'yi dünya kamuoyuna duyurmak, Türk ulusunun yasal temsilcisinin TBMM olduğunu göstermek ve Türklerin barış istemedikleri propagandasına engel olmak için Londra Konferansı'na katılmıştı. TBMM böylece İtilaf Devletleri tarafından resmen tanındı. İstanbul Hükümeti de ulusun tek ve gerçek temsilcisinin TBMM olduğunu kabul etti. 1 Mart 1921’de Türk-Afgan Dostluk Antlaşması imzalanmış, ilk kez bir Müslüman devlet TBMM'yi tanımıştı. 12 Mart 1921’de İstiklal Marşı kabul edildi. (Milli Mücadele’den sonra Mehmet Akif'e “Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?” diye bir soru sorulmuş o da “Allah bir daha bu millete İstiklal Marşı yazdırtmasın.” diye cevap vermiştir. Yine bir sohbette “Zaferin kazanılacağından nasıl emin oldunuz?” sorusuna “Başımızdaki adamı kim görse zaferin doğacağına inanırdı.” diye karşılık vermiştir.) 16 Mart 1921’de Ruslarla Moskova Antlaşması imzalandı ve ilk kez bir Avrupa devleti TBMM'yi ve Misak-ı Milli'yi tanımıştır. Profesör Jaschke, bu antlaşma imzalandığı için “200 sene süren bir harpten sonra Ruslarla anlaşmak fikri, Mustafa Kemal için ihtilalci bir fikirdir.” diyerek tarihe not düşmüştür. İtilaf Devletleri Sevr'i kabul ettirmek için kukla Yunanları yeniden saldırıya geçirdi ancak 2. İnönü Savaşı’nı biz kazandık. Mustafa Kemal, İsmet Paşa’ya çektiği telgrafta “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makus (tersine dönmüş, kötü) talihini de yendiniz.” sözlerini söylemiştir. 8-11 Nisan 1921’de “Aslıhanlar-Dumlupınar Taarruzu" yaptık ancak çok başarılı olamadık. Refet Paşa görevden alınmış, Batı Cephesi İsmet Paşa’ya bağlanmıştır. 10-24 Temmuz 1921’de Eskişehir-Kütahya Muharebelerini kaybettik. Bir bozgun sırasında karargahta bulunan Yakup Kadri, İsmet Paşa'nın “Her şey bitti Yakup Kadri! Hayale yer yok. Hakikat bu.” dediğini yazmıştır. Fakat karargaha gelen Mustafa Kemal ortamın tam aksine umutlu konuşmuş, komutanlara moral vermiş, İsmet Paşa'ya “İşte şimdiden kazandın.” diyerek onu tebrik etmiştir. TBMM ilk ve tek yenilgisini alırken Türk ordusu Sakarya'nın doğusuna çekilmiştir.
Tam o günlerde (16-21 Temmuz 1921) Ankara'da Darülmuallimin (Erkek Öğretmen Okulu) konferans salonunda yüzlerce öğretmenin katıldığı Maarif (Eğitim) Kongresi toplandı. Mustafa Kemal kongrenin açılışında “Bugüne kadar izlenen eğitim ve öğretim yöntemlerinin milletimizin gerileme tarihinde en önemli etken olduğu kanaatindeyim. Onun için bir milli eğitim programından bahsederken eski devrin batıl inançlarından, toplumsal yapımızla hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, Doğu'dan ve Batı'dan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, milli özelliklerimizle ve tarihimizle bağdaşabilen bir kültür istiyorum.” demiştir. Ayrıca kongreyi organize eden Mazhar Müfit Bey'e kadın ve erkek öğretmenlerin ayrı oturması üzerine “Kongreye öğretmen hanımefendileri de çağırdığınız için sizi tebrik ederim ama hanımefendileri neden ayrı oturttunuz? Sizin kendinize mi güveniniz yok yoksa Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha böyle bir şey görmeyeceğim.” sözlerini söylemiş, Türk kadınına verdiği önemi bir kez daha göstermiştir.
Kütahya-Eskişehir yenilgisinden sonra bazı milletvekilleri meclisin Kayseri'ye taşınmasını istedi. Düzenli ordudan Kuvayı Milliye’ye geri dönülmesi tartışıldı. Batı Cephesi karargahı Polatlı-Alagöz köyüne taşındı. Genelkurmay Başkanlığı İsmet Paşa'dan Fevzi (Çakmak) Paşa'ya verildi. TBMM Mustafa Kemal'i “Başkomutan" seçti. Böylece Kemal Paşa Erzurum Kongresi öncesi istifa ettiği askerlik görevine geri döndü. Mustafa Kemal, Başkomutanlık Yasası'nın kendine verdiği yetkiye dayanarak 7-8 Ağustos 1921’de 10 maddelik Tekalif-i Milliye Emirleri'ni yayınladı. Halkı hem canıyla hem malıyla savaşa katılmaya çağırdı. Nutuk'ta bu durumu “Savaş demek sadece iki ordunun değil iki milletin bütün maddi ve manevi güçleriyle vuruşması demektir. Bundan ötürü Türk ulusunun cephedeki ordusu kadar halkın savaşın içinde olması gerekir.” diye açıklamıştır. Bu emirlerin uygulanması ve cephe gerisinin güvenliğinin sağlanması için İstiklal Mahkemeleri kurulmuştur. “Topyekün Savaş” stratejisi başarıyla uygulanmıştır. Türk ulusu bu emirleri vatani bir vazife olarak görmüştür. Halide Edip kadınlara yönelik bu konu hakkında bir konuşma yapmış, “Hanımefendiler! Tarih Türk'ü ateşle imtihan ediyor. Bu imtihandan yalnız erkeklerimizin cesaret ve fedakarlıklarıyla geçemeyiz. Artık biz de ellerimizi bu ateşe uzatmak zorundayız. Hepinizi yardıma çağırıyorum.” sözleriyle yardım istemiştir. O muhteşem “Kurtuluş" dizisinde çok duygulandığım bir sahne vardır. Yaşlı bir teyze “Beni Halide hanıma götürün. Beni Halide hanıma götürün. Halide hanım kızım. Ne söylemek istediğini anladım kızım. Çamaşırcılık yaparak geçiniyorum. Bunu zor günüm için saklıyordum. Anladım ki ordumuzun benden daha çok ihtiyacı varmış. Al bunu kızım." der. Halide Edip “Sağol. Ah anacım! Bir kere daha iman ettim. Kurtulacağız.” diye onu bağrına basar. Bu satırların yazarı, bu sahneyi her izlediğinde dayanamaz ve ağlar...
Sakarya Meydan Muharebesi
Yunan ordusu Sakarya Irmağı batısına kadar sürülmüştü. Mustafa Kemal Türk ordusuna “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk edilemez.” sözüyle “Topyekün Savaş" taktiğinin uygulanacağını belirtmiştir. Ordu komutanı Mustafa Kemal, cephe komutanı İsmet Paşa, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa'dır. Ya ölüm ya kalım savaşıdır. Türk tarihinin dönüm noktasıdır. 22 gün 22 gece süren savaş çok kanlı geçmiştir. Bu yüzden “Melhame-i Kübra (Büyük ve Kanlı Savaş) ifadesi kullanılmıştır. Mustafa Kemal'in başkomutan olarak yönettiği ilk savaştır. Binlerce askerimizin yanında 300 kadar subayımız da şehit olduğu için “Subaylar Savaşı” olarak da adlandırılmıştır. Taarruz gücü kırılan Yunanlar savunmaya geçmiş, 1683’teki İkinci Viyana Kuşatması ile başlayan Türklerin 238 yıllık geri çekilişi sona ermiştir. Mustafa Kemal'e İsmet ve Fevzi paşaların teklifiyle TBMM tarafından 19 Eylül 1921’de Gazi ünvanı ve Mareşal rütbesi verilmiştir. Zübeyde Hanım da oğluna kutlama mesajı göndermiştir. Kars ve Ankara antlaşmaları imzalanmış, meclisin dış politikadaki saygınlığı artmıştır. İngiltere ile esir mübadelesi antlaşması yapılmış, Malta'daki esirlerimizin tamamı serbest bırakılmıştır. Sovyetlere bağlı Ukrayna Cumhuriyeti ile barış ve dostluk antlaşması imzalanmış, Kemal Paşa'nın “Başkomutanlık" yetkisi süresiz uzatılmıştır. ABD Monroe Doktrini gereği Türkiye ve Avrupa politikasından çekilmiştir. İtalya, Anadolu topraklarını tamamen terk etmiş, Anadolu'dan çekilen ilk İtilaf Devleti olmuştur. Fransa da Ankara Antlaşması ile tasını tarağını toplayıp Anadolu'dan defolup gitmiştir. Bu savaşta Mustafa Kemal, atından düşerek kaburgasını kırmış, uzun süre dinlenmesini tavsiye eden doktorlara “Hayır, benim hayatımın değil, memleketin kurtarılması lazım.” diyerek ileri mevzilere kadar ateş hattında savaşmıştır. İngiliz tarihçi Arnold Toynbee “Sakarya Savaşı, içinde yaşadığımız yüzyıl tarihinin en büyük savaşlarından biridir.” demiş, Amerikalı gazeteci Clair Price “Tarih bir gün Sakarya kıyılarında cereyan eden ve çok kimsenin bilmediği bu savaşı devrimizin en büyük olaylarından biri olarak kaydedecektir.” sözlerini söylemiştir. Sakarya Savaşı tarihin akışını değiştirmiş, Türk'ün bu coğrafyadaki kaderini belirlemiştir. Şevket Süreyya Aydemir yıllar sonra İnönü’ye “Eğer Sakarya Muharebesini kaybetseydik, ordu dağılır ve Milli Mücadele başarısızlıkla sona erer miydi?” diye sorduğunda İnönü'nün cevabı şu olmuştur: “Kumandan muharebeyi, harp meydanında değil, kafasında kaybederse, bu yenilgi, tam yenilgi olur. Savaş, kumandanın kafasında kaybolmadıkça, yenilgi tamamlanmış ve zafer sona ermiş değildir. Milli Mücadele’de biz savaşı, hiçbir zaman kafamızda kaybetmiş duruma düşmedik.”
Büyük Taarruz
Sakarya Savaşı biteli 11 ay olmuştu. Mustafa Kemal zaman kazanmak ve barışçı olduğunu göstermek amacıyla İtilaf Devletleri ile müzakerelerde bulunması için Ali Fethi ile Yusuf Kemal'i Avrupa'ya gönderdi ama sonuç alamadı. İtilaf Devletleri 26 Mart 1921’de TBMM Hükümeti’ne bir teklif sundu ama bu teklif bağımsızlığımıza aykırı olduğu gerekçesiyle kesin bir dille reddedilmişti. O sırada Mustafa Kemal'in Başkomutanlık yetkisi süresiz uzatılmıştı. Yunanlar geri çekilerek Eskişehir-Afyon-Uşak arasında savunma cephesi oluşturmuştu. Güçlü bir savunma hattından oluşan bu cephe son model silahlarla donatılmıştı. Büyük Taarruz ve bunu izleyecek meydan savaşı planı 27-28 Temmuz gecesi Akşehir'e futbol maçı izlemek bahanesiyle çağrılan ordu komutanlarına bildirilmişti. Onların da fikirleri alınmış, 6 Ağustos 1922’de orduya gizlice taarruz için hazırlanması emri verilmişti. M. Kemal, Fuat (Bulca) ve Cevat Abbas (Gürer) beyleri kendi yokluğunu düşmana hissettirmemeleri ve birkaç gün sonra kendisinin bir çay ziyafeti düzenleyeceğini duyurmalarını isteyerek gizli biçimde 17 Ağustos’ta Ankara'dan ayrılmış ve Konya üzerinden 20 Ağustos’ta Akşehir’deki ordu karargahına gelmiştir. Büyük gizlilik içinde hareket etmiş, taarruzun Yunanlar tarafından öğrenilmemesi için farklı etkinliklere katılmıştır. 25 Ağustos’ta Kocatepe yakınlarındaki karargaha ulaşmış, Fevzi ve İsmet paşalarla savaş planını yapmıştır. (Büyük Taarruz sırasında Başkomutanlık karargahında görevli binbaşı Mahmut Bey 21 Ağustos gününe ait notlarında şunları yazar: “Bugün Akşehir'deyiz. Akşamki toplantı, taarruz gününün tayini ile neticelendi. Müzakere sırasında müşkülat çıkaranlara kısaca ve sert bir cevap verdi: ‘Harekete inancı olmayanlar istifa etsin. Ben, bütün mesuliyeti üzerime alıyorum.’ İki gündür paşa Çalıkuşu romanını okuyor. Öyle beğendi ve sevdi ki...”)
Büyük Taarruz, 26 Ağustos 1922 günü Afyon Kocatepe'de Mustafa Kemal'in komutasındaki ordumuzun ateşiyle başladı. Şairin dediği gibi “Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.” Yunan ordusu Kütahya’ya kadar çekildi. 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar'da “Başkomutanlık Meydan Savaşı” yapıldı. Bozguna uğratılan Yunan ordusu İzmir, Yalova, Bandırma yönüne kaçmaya başladı. Mustafa Kemal'in 1 Eylül'de Afyon'da “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!” emri ile Yunan kuvvetleri takibe alındı. İsmet, Fevzi ve Nurettin paşalar düşmanı kovaladı. 1 Eylül’de Uşak geri alındı ve Yunan ordusu başkomutanı General Trikopis ve birkaç üst düzey subay esir edildi. Yunanların yaptığı katliam ve yağmaların raporları eline geçen Albay Asım (Gündüz) onlara “Sizi çağdaş bir ordunun Erkanı Harbiye Reisleri diye mi yoksa adi bir çetenin kan içici birer ferdi diye mi karşılayayım, mütereddidim!” diyerek 3.5 yıl boyunca işledikleri savaş suçlarını yüzlerine çarpmıştır. Türk ordusu 9 Eylül’de halkın büyük coşkusuyla İzmir’e girmiş, Hükümet Konağı'na Türk bayrağı asılmıştır. Belkahve’den Ege Denizi ufuklarına bakan Mustafa Kemal yanındaki İsmet Paşa'ya “Biliyor musun? Bir rüya görmüş gibiyim.” der. Evet, yaklaşık 4 yıl boyunca emperyalizmin ve onların yerli işbirlikçilerinin Anadolu'yu Türk'e mezar yapma rüyası bitmişti. Türk'ün istiklal rüyası, bir hakikate dönüşmüştü. Kuvayı Milliye Destanı'nı yazan Nazım Hikmet'in bu dizeleriyle 5 yazılık “Türk'ün Ateşle İmtihanı" serisini bitirelim.
“sonra/sonra, 9 Eylül’de İzmir'e girdik/ve Kayserili bir nefer yanan şehrin kızıltısı içinden gelip/öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya/güneyden kuzeye, doğudan batıya/türk halkıyla beraber/seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i/ve biz de burda bitirdik destanımızı/biliyoruz ki layığınca olmadı bu kitap/türk halkı bağışlasın bizi/onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar/korkak, cesur, cahil, hakim ve çocukturlar/ve kahreden, yaratan ki onlardır/kitabımızda yalnız onların maceraları vardır.”
DİPNOT: 27 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Bursa'da “Öğretmen hanımlar, öğretmen beyler... Bu noktaya kolay gelmedik. Onun için de öğretmenlerimiz, şairlerimiz, yazarlarımız uğradığımız felaketin bir daha yaşanmaması için o kara günlerin sebeplerini, nasıl kan ve gözyaşı dökerek kurtulduğumuzu en doğru ve en güzel biçimde anlatacaklardır sanıyorum... Çocuklarımızı ve geleceğimizi ellerinize emanet ediyoruz. Çünkü Kurtuluş Savaşı’nın sebeplerini, anlamını ve nelere mal olduğunu çok iyi bilen sizlere yürekten güveniyoruz.” demiştir. Ben de bir öğretmen olarak bu sözleri aklımda bulundurdum ve “Türk'ün Ateşle İmtihanı" dizisini yazdım. Bizim muhteşem destanımız elbette 5 yazıya sığmaz ama cumhuriyetimizin 100. yılını ne yazık ki çok sönük olarak kutladığımız, hatta neredeyse hiç kutlamadığımız bir süreçte bu yazılarla bize bu toprakları miras bırakanları anmak istedim. Sizler de bu yazıları okuyup çevrenizle, sosyal medya hesaplarınız yoluyla paylaşın. Özellikle genç nesil arkadaşlarımız mutlaka okusunlar ve sağlam bir tarih bilincine sahip olsunlar. Bütün Kuvayı Milliye şehitlerimizin aziz ruhları şad olsun. Ne mutlu Türküm diyene!
Her Türk mutlaka okumalı. O günleri unutmamalı.
"Türk'ün Ateşle İmtihanı" adlı 5 yazılık harika seriyi her Türk evladı mutlaka okumalıdır.
Herkesin baştan sona okuması ve herkesle paylaşması gereken muhteşem bir seri olmuş. Kaleminize, emeğinize ve yüreğinize sağlık
Dumlupınar da yunan ezilirken kendi ordusunu İzmir deki bir yattan sözümona "yönetene" çağrısı .."Gel Hacı Anesti..gel de ordularını kurtar"
Dumlupınarda yunan ezilirken savaş meydanında olmak yerine İzmir de bir yattan sözümona komutanlık yapana "Gel Hacı Anesti..gel de ordularını kurtar" diyendir Atatürk.....Makalenize teşekkür ederim.
Çok güzel olmuş hocam
İstiklalimiz kutlu olsun
Zaferi kutlarım
Îstiklak Harbininin 100'cü yılı kutlu olsun
Tarihimizin ile gurur duyuyoruz. 100'ncü yıl kutlubolsun...
Ben de bir hanım öğretmen olarak Ata'mın vasiyetini dilim döndüğünce çok kıymetli öğrencilerimi aydınlatarak yerine getirmeye çalışıyorum. Sizi de kutluyorum hocam