Türk şiirinde İsmet Özel dalgası bitmiştir.
Bu bitişe uygun bir manifesto elbette yazılması gerekirdi fakat İsmet Özel’in son şair olduğunu söyleyenlere evvela İsmet Özel diliyle cevap vermek gerekir: “Ne yapılacaksa yıkıntıyı yıkarak yapılacak.”
Peki bu yıkıntı neyi temsil ediyor? Garip akımı sonrasında bir müddet daha devam eden Türk şiirinde artık yenilik yapma imkanı kalmamıştır ve Türk şiiri 2000 sonrası artık yıkıntı haline gelmiştir. Neden?
Biz Türkler, restorasyan yapamayan bir millet olduğumuzu her sahada ispat etmiş bir milletiz. İyi bir musahhih çıkıp da “Ben buradayım!” demediği müddetçe, yıkıntıları yıkmak borcundayız. Bu yıkıntının en büyüğünü de İsmet Özel teşkil etmektedir. Bir neden daha?
İsmet Özel, kendinden başka hatta belki de kendisine bile bir faydası dokunmamış bir şahsiyet olduğundan en büyük yıkıntı olarak onu yıkmak gerekliliği gündeme geliyor burada. İçtimai sahada yazdığı pek çok kayda değer yazıların ipini, politik mevzularla çekmiş bulunan bu şahsiyet artık şairlik iddiasından vazgeçmelidir. Hatta müstafi şair olarak da bunun adımını atmış görünüyor.
Şiirlerindeki öldürücü sözler ve bir bağlam zeminine oturmayan karmaşalar zinciri “onlarca yığın arasında kayda değer bir cümle yakalama oyunu”ndan ibarettir. Herkes İsmet Özel’in birkaç dizesini okuyabilir ve bu, benim kanaatimi destekler. Kimse onun şiirinden ne anladığını söyleyemez, kimse onun bir şiirini tam manasıyla ezbere okuyamaz.
Bu adam kimden esinlenmiştir? Mallarme mi? Şiir bazen sessizliği anlatır veya hiçbir şey anlatması gerekmez diyen İlhan Berk’ten mi?
Halt etmişler. Şiir bir yansıtmadır en başta. İnsanın dilidir. Bütün edebi türlerin doğuş noktası şiire temas eder. Buna rağmen manasız manasız kımıltılarla kıpraşan ve sürünen bir yığından oluşan sözcükler zincirine nasıl şiir diyebiliriz ki?
Kimse onun şiirini tam manasıyla ezbere okuyamaz derken aslında bunu kast ediyorum. En süfli yaratıkta bile onu yaratık yapan bir normal vardır. İşte o normalleri seçen okuyucular (müritler) sadece bunları bilirler.
Büyük tragedya yazarı Hugo von Hoffmansthal, bir tragedyasında “Ya bir şiiri tam oku ya da sus!” diyerek, İsmet Özel müritlerini susmaya davet ediyor.
Bu müstafi şair ayrıca, kafası pek karışık olduğundan konuşmayı da beceremez ve bir yığın fikir ve kitap koleksiyonu olan kafasından diline naklettiği sözleri bağlam çerçevesinde bir zemine oturtamaz ve sürekli “eeee, ıııı” diyerek kimseye bir şey anlatamaz.
Yıllardır yerden yere vurulan Necip Fazıl’a bir bakalım mesela. Böyle midir? Platon’un Akadimia’sından yetişmiş gibi güçlü bir belagat sahibiydi – ki biz Necip Fazıl için intihalci bile deriz. Okumaz deriz. Buna rağmen binleri ayağa kaldırarak aksiyona namzet hale getirirdi. Birçok şairi de yetiştirip topluma kazandırmıştır.
İsmet Özel yalnız Necip Fazıl’ın karşısında bile iflasa uğruyor. Kaldı ki benim karşımda da iflasa uğruyor. Şairlik iddiasındaki herkes mutlaka, öldürülmesi gereken bu ölüyü öldürmelidir. Bunu da mutlaka yapacağız. Mevlüt Kaan Akçatepe’nin deyimiyle:
“Ey şair! İki kere öleceksin!”
Mehmet Can KUYUCU