Bir Sultanahmet mitingi daha lazım anlaşılan. “Kardeşler! Hemşeriler! Al rengiyle dalgalanan ulu bayrağımız, karalara, matemlere bürünmüş!” diyecek bir sesin ardından ağzını adeta tek bir ağıza hasretmiş binlerin yüreğini tek bir cephede toplayan bir mitingten bahsediyorum. Her Türk evladını bu mitingle yekpare bir vücut olarak toplayıp önce yerli ve milli gâvurlara mukavemet, ardından Arap şovenistlerini de kapı dışarı etmek gerekiyor. Türkiye’de Türk olmak hiç bu kadar mücrim bir hale sokmamıştı bizi. Adeta isteniyor ki, balmumundan bir heykel gibi göğsümüze Türk damgasını yapıştıralım ve sessiz sedasız bekleyelim.
Bekleyelim mi? Kanımca çok beklenir. İşte sosyal medyayı ayağa kaldırıp tutuklanan gazetecilerin işlediği suçu alenen yeniden işleyen binlerce kalem ve bu kaleme muhatap insanlar var. Varsın duyulmasın saraydan. Tamgatürk ekibi, yazarları; dünyanın en meşru rejimi gibi halkın ve aydınların kongresinden doğmuş bu tek kale, mukavemette hudutsuz. “Makarna yiyen Türk mü olur?” sözüne karşı – kulaklarınızı iyice açınız, “Bir simit üzere bu yazıyı kaleme alıyorum.” Diyen bendeniz cevap veriyorum:
“Bakın görün, nasıl Türk olunur ve kalınır.”
Sağımda solumda Arapça kahkahalara karışık pahalı ecnebi kahvelerin müsrifçe bırakılmış artıklarıyla bakışıyorum. 14 Ekim, Milliyetçi Kongre Derneği’nin sesine ses olma ve şu garip Türklüğümü, varıyla yoğuyla oraya hasretmeyi bekliyorum. Hayatla cebelleşirken sosyal medya yankesicilerinin itibarsızlaştırma politikasına karşı Türklüğü müdafaa ediyorum. Bir buçuk yıl önce Akşener’e söylediğim “Önüme bakmam için önce karnımdan kafamı kaldırmam gerekiyor.” Mukabelem bugün hâlâ yerli yerinde duruyor çünkü. Grup toplantısında yüzlerce alkış alan bu söz yalnız bir seçim kampanyasından ibaret, kubbede kalan hazin bir sada artık. Niye harman bu sözlerim hem Türklük, hem gelecek, hem de şimdimle? Gazi Atatürk’ün buhranını alt eden bir umut var içimde çünkü. Bir Sultanahmet mitingi daha... Bir kongre... Siyasilerin kapkara, ince uzun parmaklı ellerinin uzanamadığı yere erişebileceğini umduğum bir kongre hem de. Düne nispetle yarına kalma niyetimin, Türklük mefkuresinin ikinci işaret fişeği...
“Herkes ayağa kalkmalı! Neyi varsa onunla mücadele etmeli!” nutkunun bir alemi... Bu alem 14 Ekim’i işaret ediyor. Buğulu gözlerim, pörsümüş gözlük çerçevem ufka bakıyor ve size çok içten bir sesi çağırıyor:
Milliyetçi kongreye!
Gâyesini yalnız Türk’e ve onun geleceğine hasretmiş bu kongre, Türk Ocaklarının yaptığı gibi konuşulup bırakılan bir kongre olmayacak muhakkak. Anbean can suyunu vermeye hazır yüzlerce baş, aksiyona namzet her bir şahsiyetin, halka doğru hareketinden bahsediyorum.
“Darbukadan Hallice” adlı öykümde aç biilaç ediplik yapan kahramanın sesini soluduğunuzu biliyorum. Çünkü ben de böyleyim. (İlgili öykü için: https://baynefi.blogspot.com/2023/09/darbukadan-hallice.html?m=1)
Daha dün uluslararası bir kongreye davet edilip vize çıkmayan bir doktora Türk milleti adına yaşatılmış burukluğun kekremsi tadını hâlâ damağımda taşıyorum. İşte bu kongre, İngiliz generalinin İstanbul işgalinden eli boş dönüşünde selamlayarak geçtiği Türk bayrağının şerefini ve o bayrak altında dalga dalga şehitleri ve ölüden farksız fertleriyle, Türk milletinin ait olduğu mevkiyi ona iade edebilecek belki de yegâne meclis. Milli Mücadele ruhunu ayan beyan iliklerimizde hissettiren saray ahalisinin entrikalarına karşı milli mukavemet gösterisi... Erzurum, Sivas Kongresi’nin zaman ve mekan değiştirmiş hali belki.
Meddahların “Haaak dostum hak!” diyerek sopalarını gümlettiği güldürülere layık, bir millet portresi var şimdi karşımızda. Bugün bu yazıyı yazarken, yarın böyle olmamanın hayali var içimde. Çünkü biliyorum. Ne Arap dini, ne batılı aforizmalar, ne de hiçbir yeryüzü şairinin veremediği ilhamı ve umudu bana durmaksızın aşılayan bir söz var çünkü:
“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!”
Her ferdin , ruhuna bir levha gibi çivilemesi gereken bu sözü hatırlayarak biletlerinizi kesiniz.
Milliyetçi kongre, sizi bila kayd ü şart bekliyor...
Mehmet Can KUYUCU