Kavramlar
Devlet: Asıl konunun detaylarına inmeden önce, çalışmamızın özetini teşkil eden ülke/devlet kavramına
değinmek yerinde olacaktır.
Ülke, terminolojik anlamıyla, “insan, toprak ve egemenlik” unsurlarının bir araya gelmesi ile oluşur. Üç unsurun bir arada bulunması bir devletin varlığı için zorunludur ve bu unsurlar arası yatay ilişki geçerlidir. Bir anlamda eşitlik ilkesi de diyebileceğimiz bu özellik, bu üç unsurun hiçbirinin bir diğerinden değerli veya değersiz olamayacağı anlamına gelir.
Devlet Şekilleri: Temelde baktığımızda karşımıza beş çeşit devlet şekli çıkmaktadır. Bunlar:
-Monarşi
-Cumhuriyet
-Federasyon
-Bileşik Devlet
-Üniter Devlet, olarak isimlendirilir. Tüm farklılıklar yöneten irade bakımından, ulusal ve uluslararası irade açısından ortaya çıkmaktadır. Kısaca bir göz atalım:
1) Monarşi
Monarşi, devlet iradesinin (yöneticinin) kan yoluyla bir başkasına geçmesidir. Hükümranlık yetkilerinin sınırlandırılmasına göre ve yöneticinin tahta geçiş biçimine göre bir ayrıma tabi tutulur.
Bunlar sırasıyla: "Mutlak Monarşi ve Meclisli Monarşi, Kan Yoluyla Monarşi ve Seçimli Monarşi”lerdir.
2) Cumhuriyet
Devlet yönetimindeki değişikliğin, kan bağı yoluyla intikal etmediği her devlet şekli, cumhuriyettir.
3) Federasyon
Federasyon dediğimiz devlet şeklinde iki farklı devlet vardır. İlki federal devlettir. Bir anlamda beyin devlet diyebileceğimiz bu devlet, bütünlük arz eder.
Diğer türlüsü ise, federe devletlerdir. Bu devletler kendi içlerinde ayrı bir anayasa sahiptirler fakat dış ilişkilerde federal devlete bağlıdırlar.
4) Bileşik Devlet
İki veya daha fazla ülkenin birtakım bağlarla birleşmeleriyle ortaya çıkmış bir devlet şeklidir.
5) Üniter Devlet
Devleti meydana getiren yapıların ve devlet organlarının (yasama-yürütme-yargı) teklik özelliği gösterdiği devlet şeklidir.
Hükümet Sistemleri: Burada öncelikle devlet içerisindeki organlardan bahsetmeliyiz. Yasama-Yürütme-Yargı olarak adlandıracağımız bu kuvvetler, birlik veya ayrılık hallerinde farklı hükümet sistemlerini meydana getirmektedir. Öyle ki kuvvetler birliği sisteminde:
Yürütme organında bir birleşme sonucu monarşi
Yasama organında birleşme sonucu ise meclis hükümeti sistemi ortaya çıkar.
Kuvvetlerin ayrılması sonucunda ise:
Sert bir ayrılık hali söz konusuysa başkanlık sistemi
Yumuşak bir ayrılık hali söz konusuysa parlamenter sistem meydana gelmektedir.
***
Tüm bu anlattıklarımız, ileride değineceğimiz konulara ışık tutması açısından önemlidir. Çünkü devletlerin yönetim şekilleri ve hükümet sistemleri, uluslararası ilişkilerde de çok önemli roller üstlenmektedirler.
Başkanlık Gücü
Güç, bir şeyi yapabilme veya yapmayabilme konusundaki serbest iradeyi ifade eden bir kavramdır. Başkanlık gücü ise bir devlet yöneticisinin, devleti yönetirkenki iradesinin ortaya çıkış biçimindeki yapabilme veya yapamama tarzındaki ifadeyle açıklanabilir.
Birçok yazar, düşünür bu konuda fikir beyan edip eserler kaleme almıştır. Her biri, aynı konuya dair farklı tespitler ve farklı sınıflandırmalara ulaştılar. Ama bu düşünür ve yazarların hemen hepsinin ortak fikri, monarşinin, halk için en iyi yönetim biçimi olduğu yönündedir. Monarşi, mutlak irade bakımından, iç ilişkilerde en güçlü organı temsil eder. Yukarıda değindiğimiz üzere, meşrutiyet yani meclisli bir monarşinin olmadığı toplumlarda, yasama, yürütme ve yargı erklerinin yalnızca bir kişide toplandığını görürüz. Günümüzde ise bu tarz yönetim şekillerine çok az rastlanılmaktadır. Özellikle gelişmemiş toplumların hala monarşi ile yönetildiğine şahit oluyoruz. Özellikle bireyin ön plana çıkıp da devletin geri planda kaldığı bir dünyada, daha inovatif yönetim biçimlerine yönelen devletler, halkını da meclis yoluyla veyahut referandum yoluyla yönetime dahil etmiştir.
Demokrasinin bir gereği olarak görülen bu davranış aslında birçok düşünür tarafından yanlışlanmaktadır. Özellikle Aristoteles, demokrasiyi halkın diktatörlüğü olarak görür. Halkın doğrudan bir diktatör gibi davranması elbette mümkün değildir. Bu anlamda demokrasi, okumamış veya düşünce anlamında kendini geliştirmemiş, global bakamayan insanların oy kullanırken yanlış kişileri seçebilmesinin önünü açmıştır. Halkın diktatörlüğü, aslında doğrudan olarak hiçbir bilinçli tavır takınmadan, yine halkın doğrudan bir diktatörü seçmesi şeklinde ortaya çıkar. Aklımızdaki demokrasiden bahsederken aslında onun bir politia olduğunu söylemek gerekiyor. Politia, Aristoteles’in demokrasiye karşı sunduğu ve halkın diktatörlüğünün mümkün olmadığı bir demokrasidir.
*
Günümüzde, ideal anlamda bir devlet yapısından net bir şekilde bahsetmek güçtür ama tarihe ve filozoflara baktığımızda, onlar en iyi yönetim biçiminin monarşi olduğu konusunda çoğunlukla hemfikirler. Bugün monarşinin genel anlamda demokrasiyle bağdaşması mümkün mü? Genel kanıya göre hayır. Pekala ne yapılacak? Yumuşatılmış bir monarşi anlayışı olan ve seçim yoluyla monarşiyi büyük oranda karşılayan başkanlık sistemi mevzusu burada gündeme gelmektedir. (Kuvvetler ayrılığı hariç olmak üzere.)
Başkanlık sistemleri ülkeden ülkeye değişiklik göstermektedir. Temel olarak ise kuvvetler ayrılığının sert bir biçimde görüldüğü sistemlere biz bugün başkanlık rejimi adını veriyoruz.
Başkanlık sistemlerinde yasama-yürütme ve yargı erkleri birbirinden sert biçimde ayrılmıştır. Her biri, ülkenin unsurları olan, toprak, insan ve egemenlik kavramları içinde erimiş, dışarıdan bütünlük arz eden ama içeride farklılık gösteren bir yapının parçasıdır.
Yasama, bir devletin yasa faaliyetlerini üstlenen bir kurum olarak yürütme ve yargının hatta kendi kendisinin bile yapısını belirler.
Yürütme, yasamanın belirlediği sınırlara bağlı kalarak yönetimi bilfiil icra eden ve hem iç hem dış ilişkide ülkeyi temsil eden bir kuvvettir.
Nihayetinde yargı, hakların arandığı bir kurum olarak ve yasamanın belirlediği sınırlar içerisinde hareket eden, yasamanın ağzı diyebileceğimiz bir kuvvettir.
Uygulamada, yürütme organı bir gücün belirleyicisi olarak görünse de aslında yürütmeyi bile belli esaslara bağlayan yasama daha kuvvetli olmalıdır. İç ve dış ilişkileri düzenleme konusunda en çok başvurduğumuz ve hatta uluslararası hukuk bağlamında bile yürütmeyi hem iç hem dış ilişkide kendisine bağlayan kuvvet odur.
Kanımca her ne kadar başka düşünür ve yazarlar farklı görseler de benim kanaatim, bir başkanlık sisteminin gücünün belirleyicisi olarak yasamanın etkin ve aktif vasfıdır. Yasama gücü kuvvetli olan ya da yasamaya söz tanınan bir başkanlık rejimin daha güçlü olduğu fikri kaçınılmazdır.
İşte burada birtakım başkanlık güçleri meselesine değinmek ve ardından bu güçlerin tespit hususlarını açıklamak istiyorum. İlerleyen sayfalarda ele alacağım dört devlet ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerini aydınlatmak için bu açıklamaları yapmak yerinde olacaktır.
***
Juan Linz, başkanlık sisteminin ideal demokrasi anlamında (yani bir nevi politia) demokrasiyi idame ettirme ihtimalinin, parlamenter rejimlere kıyasla daha az olduğundan bahşediyor. Teorik tartışmaların başlangıcı addedilen bu tez, kümülatif bir birikimin sonucu olarak yarı-başkanlık rejimlerinin sınıflandırılmasında büyük rol oynamıştır. Bu hususta önemli isimlerden Shugart ve Carey, yarı-başkanlık sistemlerinin tasnifi için üç temel esas ortaya atar. Bu sınıflandırmadalarda:
1- Başkan referandumla seçilir.
2- Başkan ciddi yetkileri haizdir
3- Yürütmeyi başkanla paylaşan ve meclisin güvenine bağlı bir kabine ve başbakan mevcuttur.
Aslında Shugart ve Carey yarı-başkanlığı iki esasa oturtmaktaydı: Bunlar:
1- Başbakan-Başkan
2- Başkan-Parlamento, şeklindedir. (Biz de ilerleyen sayfalarda bu şekilde bir tasnif ile yetineceğiz.)
Bahsi geçen bu iki madde arasındaki en önemli farklılık, kabinenin üzerindeki kontrol mekanizmasıdır. İlk durumda kabine yasama organına karşı sorumlu iken ikinci durumda başkan ve yasama organı kabineyi feshetme yetkisiyle donatılmıştır.
Sartori’ye baktığımızda onun bambaşka bir sınıflandırması mevcuttur. Şöyle ki, Sartori’nin sınıflandırmasında:
1- Devlet başkanı, direkt ya da dolaylı yoldan olması fark etmeksizin referandum yoluyla belli bir süre için seçilir.
2- Devlet başkanı, yürütme erkini bir başka başkanla beraber yürütmek zorundadır. (Bu sayede üç ayırt edici vasıfa sahip iki başlı bir yönetim ortaya çıkmaktadır.)
3- Devlet başkanı, kabineden farklı ve bağımsız hareket eder ama yönetimde tek başına söz sahibi olmamakla beraber iradesini belli hükümet kanalları aracılığıyla iletir ve yürütmeye koyar.
4-Pek tabii 3. Maddenin doğrudan bir yansıması olarak kabine de devlet başkanından bağımsızdır.
5- Bütün güç dengeleri katı şekilde özerk olmasına rağmen kendi içinde farklı ve değişken dengelere müsaade eder.
5. Madde, başkanlık sistemi için bugün biz her ne kadar yasama yürütme yargı kuvvetlerinin birbirinden sert biçimde ayrıldığını söylesek de bu tezi yanlışlamaktadır. Aslında birçok rejim sert biçimde ayrılığa asla müsaade etmemektedir. Çünkü uygulama safhası her zaman teoriden farklı olmuştur. İşte burada parlamenter rejim ve başkanlık sisteminin bir anlamda sentezinden oluşan yarı başkanlık sistemi devreye girmektedir. Başkanlık yetkilerini, bugün doğu avrupanın neredeyse tamanına yayılmış bir yönetim şekli olan yarı başkanlık çerçevesinde inceleyeceğiz. Buradan sonraki tüm liste ve tablolar, yarı başkanlık rejiminin unsurları olarak karşımıza çıkacaktır.
Frye’ın Başkanlık Yetkileri Listesi’ni iktibas ederek bir başkanın ne gibi yetkililerle donanabileceğini göstermek istiyorum:
Başkanlık Yetkileri Listesi |
|
1-Parlamentoyu fesheder | 9. Başsavcı atamaları
|
2. Referandum çağrıları | 10. Merkez Bankası Başkanı ataması |
3. Seçim çağrıları | 11. Güvenlik konseyini atar |
4. Başbakan atar | 12. Üst düzey yetkilileri atar |
5. Bakanları atar | 13. Üst düzey komutanları atar |
6. Anayasa Mahkemesi atamaları | 14. Silahlı kuvvetler başkomutanı |
7. Yüksek mahkemeleri atar | 15. Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanları |
8. Yargıçları atar
| 16. Kanun yeniden görüşülmek üzere geri gönderiliyor
|
|
|
17. Yasayı Anayasa Mahkemesi'ne gönderdi | 23. Diğer zamanlarda acil durum yetkilerini üstlenir |
18. Mevzuat önerileri | 24. Parlamento oturumlarına katılır
|
19. Acil olmayan durumlarda kararname çıkarır | 25. Parlamentoya hitap edebilir veya mesaj gönderebilir |
20. Anayasa değişiklikleri önerir | 26. Kabine oturumlarını toplayabilir |
21. Parlamentoyu özel oturumlara çağırır | 27. Kabine oturumlarına katılır |
22. Parlamento toplanamazsa özel yetkiler |
|
Kaynak: Frye (1997)
Bütün kamu hukuku ve anayasa kitaplarını karıştırdığımız zaman karşımıza en detaylı başkanlık yetkileri tablosu olarak Frye’nin Başkanlık Yetkileri Listesi çıkmaktadır.
Bir başkanın yasama ve yasama dışı olmak üzere yetkileri mevcuttur ve bu başkanlık yetkileri öncelikle resmi ve yazılı şekil unsuruna bağlı olmalıdır. Elbette ki bunların dışında da yetkileri vardır ancak resmi ve yazılı olmayan yetkiler ancak ve ancak sayılan bütün yetkileri ya azaltmakta ya da arttırmaktadır. Şimdi ele alacağımız konu, yarı başkanlık sistemi özelinde başkanlık yetkilerinin değerlendirmesi ve başkanlık güçlerinin tespit edilmesine ilişkin olacaktır.
Yarı-Başkanlık Sistemi Ve Başkanlık Gücünün Ölçülmesi
BİLGİ: 1958 yılında Fransa’da yeni bir cumhuriyet rejimi ortaya çıktı. Bu rejimin ortaya çıkmasında toplumsal birtakım isyanların başlaması baş aktör olarak rol oynadı ve Cezayir’in bağımsızlık savaşı, Fransa’nın iç ilişkilerini de tehlikeye attığından Fransa bir çare düşündü. De Gaulle adıyla bilinen aynı zamanda siyasetçi vasfı da kazanmış generalin bu tehlikeyi aşabilecek tek kişi olduğu düşüncesi hakimdi. General ise devlet başkanının yetkilerinin arttırıldığı bir anayasa yapılmasını şart koşarak bu lüzumlu işin yapılmasını istedi ve anayasa tasarısının kabulünden sonra Fransa 5. Cumhuriyeti’nin başkanı oldu. |
Yarı-başkanlık terimi, ünlü siyasetçi ve Fransız anayasa hukuku uzmanı Maurice Duverger tarafından Fransız 5. Cumhuriyet Dönemi sırasında yeni anayasa taslağına uygun olarak kurulmuş hükümet şeklini kavramlaştırma sırasında ortaya atılmıştır. Maurice Duverger bu terimi ortaya attığından itibaren de parlamenter rejim ve başkanlık sisteminin sentezi anlamına gelmektedir.
Yarı Başkanlık rejimi daha sonra sistemleşerek bir kamu hukuku görünümü kazandı. Bu görünüm ikiye ayrılıyordu:
İlk olarak yürütme organında kabinenin başkanı olan başbakanın yürütme görevinin daha ağır basması sonucu BAŞBAKAN-BAŞKANLIK; daha sonra devlet başkanı sıfatıyla yürütmede cumhurbaşkanının yürütme yetkisinin ağır basması sonucu ise BAŞKAN-PARLAMENTER REJİM
Kavramları alt başlıkları oluşturdu.
Fransız 5. Cumhuriyeti’nin etkisiyle siyaset bilimi uzmanları ve kamu hukukçuları başbakan-başkanlık modelini Fransız Modeli olarak tanımlamakta elbette ki gecikmediler. Şimdi kısaca konumuzun esasını teşkil eden başbakanlık-başkanlık rejimi ile başkanlık rejiminde başkan güçlerinin puanlamasına göz atalım:
A) Başbakanlık-Başkanlık Rejimleri ve Başkanın Yetkileri
Ünlü anayasacı Duverger’ye göre bahsi geçen yarı-başkanlık rejiminin üç temel niteliği mevcuttu:
1-Başkanın referandumla seçimlesi.
2-Başkanın anayasal yetkileri.
3-Bağımsız bir başbakanlık koltuğu.
Bu sınıflandırma yukarıda bahsettiğimiz Shugart ve Carey’nin, yarı-başkanlık sistemlerinin tasnifine çok benzemektedir kanımca.
Başbakanlık-Başkanlık rejiminde başkan referandum yoluyla seçilir ve anayasa tarafından önceden tayin edilmiş yetkilere sahiptir. Başbakan ise meclisin güvenine bağlı olarak yürütme yetkisini icra eder. Başkanın yetkilerinin bu rejimde, yasamaya ilişkin olması gerekmez. Yasama dışı yetkilerle de donatılmıştır. (Kabineyi kurma ve görevden alma gibi)
Bunun çok büyük bir istisnası vardır. O da şu ki;
Başkan, meclisten güvenoyu almış bakanları hiçbir zaman tek yanlı iradesiyle görevden alamaz.
İşte bu yönetim şekli bugün Doğu Avrupa’da Hırvatistan hariç tüm devletlerin yönetim esasını teşkil eder. Öyle ki, Fransız 5. Cumhuriyeti bütün Doğu Avrupa’ya emsal olmuştur.
B) Başkanlık Yetkisinin Değerlendirilmesi/Başkanlık Gücünün Puanlanması
Hükümet sistemlerinde başkanlık gücü, yukarıda da değindiğimiz üzere yasama ve yasama dışı güçler olmak üzere ikiye ayrılır. Bu başlıkları kategorize etmek gerekirse alt başlıklarıyla beraber şöyle bir tablo çıkar karşımıza:
Yasama Yetkisi | Veto Yetkisi | Kararname Yetkisi | Ayrılmış Politika Alanları | Bütçe Yetkileri | Referandum Önerme Kabiliyeti |
Yasama Dışı Yetki | Kabine Kurma | Görevden Alma | Gensoru | Devre Dışı Parlamento |
|
Shugart ve Carey başkanlık yetkilerini analiz etmek amacıyla bir yöntem geliştirmişlerdir. Biz bu yöntemi, özellikle bu bölümde kaynak olarak da faydalandığımız Steven D. Roper’in “Tüm Yarı-Başkanlık Rejimleri Aynı mıdır?” Adlı makalesinde Shugart ve Carey’in yöntemlerini revize ederek ortaya koyduğu yeni yöntemle değerlendireceğiz.
Shugart ve Carey başkanlık yetkisinin üstün olduğu durumlarda o başkanlığa 4; başkanın sınırlı yetkiye sahip olması veya hiçbir yetkiye sahip olmaması durumunda o başkana 0 vermiştir. Bu puanlamaları yasama ve yasama dışı yetkiler bağlamında şöyle değerlendirebiliriz:
1) Yasama Yetkisi Bağlamında
Velev ki bir devlet başkanı yasama yetkileri çerçevesinde veto yetkisiyle donatılmış olsun. (Referandumla gelen hemen hemen birçok başkanda bu yetki mevcuttur.)
Eğer başkanın vetosu hiçbir irade tarafından kısıtlanamıyor veya hükümsüz hale getirilemiyorsa 4 puanı almış demektir.
Eğer ki vetoyu hükümsüz kılmak için nitelikli çoğunluk yani 2/3 bir oran gerekiyorsa puan üç veya basit çoğunluğa göre hükümsüz kılınabiliyorsa bu puan 2’dir. Salt çoğunluk ise 1’e tabidir.
Son olarak veto eğer geçersiz kılınırsa veya hiç yoksa puan 0’dır.
Kararnamelerde kısıtlama yoksa 4, birtakım kısıtlamalar varsa 2, sınırlı yetki 1; hiç kararname yetkisi yoksa puan 0’dır.
Referandum yetkisi kısıtlı değilse 4, zaman ve konu yönünden kısıtlı ise 2, yetkisi yoksa veya parlamento onayı gerekiyorsa puan 0’dır.
2) Yasama Dışı Yetki Bağlamında
Elbette ilk yasama dışı yetki bağlamında ele almamız gereken konu kabinedir.
Başkan eğer ki kimsenin onayına ihtiyaç duymadan kabineyi tayin ediyorsa 4, parlamento onayına tabi olarak atama yapıyorsa 3, yalnızca başbakan ataması yapıyorsa ve diğer atama yetkileri başbakana aitse 1, parlamentoya bağlıysa veya atama yapamıyorsa başkanlık gücü 0’dır.
Başkanın bir kabine mensubunu istediği zaman tek yönlü iradesiyle görevinden alabilmesi 4 puandır. Bu yetkisi kısıtlıysa 2, parlamentoya tabi bir durumu varsa 1 ve son olarak yetkisi yoksa başkanlık gücü 0’dır.
Fesih konusunda ise başkan eğer ki parlamentoyu istediği gibi feshedebiliyorsa başkanlık gücü puanı 4’tür. Süreklilik ve zaman bakımından sınırlı yetkiye sahipse 3, parlamentoyla beraber kendi başkanlığını da fesih sonucunu doğuruyorsa 2, parlamento eğer ki yasa çıkaramaz veya hükümet kuramazsa ve bu sebeple feshedilebilecekse 1, hiçbir fesih yetkisi yoksa puanı 0’dır.
Bu tespitlerin hepsine tablo üzerinde bakalım:
TABLO-1 (Başbakan-Başkanlık Rejimlerinde Başkanların Yasama Yetkileri)
Ülke | Veto | Kararname | Referandum | Toplam |
Avusturya | 0 | 0 | 0 | 0 |
Finlandiya | 0 | 0 | 0 | 0 |
Fransa | 0 | 1 | 0 | 1 |
İzlanda | 0 | 2 | 2 | 4 |
Litvanya | 1 | 0 | 0 | 1 |
Moldova | 0 | 1 | 4 | 5 |
Polonya | 2 | 1 | 0 | 3 |
Portekiz | 1 | 0 | 0 | 1 |
Romanya | 0 | 1 | 4 | 5 |
Slovenya | 0 | 2 | 0 | 2 |
Kaynak: Steven D. Roper’in adı geçen makalesinde zikrettiği kaynaklar:
Albert P. Blaunstein ve Gisbert H Franz, eds., Constitutions of the Countries of the World (Dobbs Ferry: Oceana, 1999); Mathew S. Shugart ve John M.Carey, Presidents and Assemblies: Constitutional Design and Electoral Dynamics (New York: Cambridge University Press, 1992) ve Axel Tshenstcher, ed., International Constitutional Law, http:///www.uni-wuerzburg.de/law/index.html adresinde mevcuttur)
TABLO-2 (Başbakan-Başkanlık Rejimlerinde Başkanların Yasama Dışı Yetkileri)
Ülke | Kabine Oluşumu | Kabineyi Görevden Alma | Fesih | Toplam |
Avusturya | 1 | 0 | 4 | 5 |
Finlandiya | 4 | 0 | 3 | 7 |
Fransa | 1 | 0 | 4 | 5 |
İzlanda | 4 | 4 | 4 | 12 |
Litvanya | 0 | 0 | 0 | 0 |
Moldova | 1 | 0 | 1 | 2 |
Polonya | 1 | 0 | 4 | 5 |
Portekiz | 1 | 2 | 3 | 6 |
Romanya | 1 | 0 | 1 | 2 |
Slovenya | 1 | 0 | 0 | 1 |
(Kaynak: Steven D. Roper’in adı geçen makalesinde zikrettiği kaynaklar:
Albert P. Blaunstein ve Gisbert H Franz, eds., Constitutions of the Countries of the World (Dobbs Ferry: Oceana, 1999); Mathew S. Shugart ve John M.Carey, Presidents and Assemblies: Constitutional Design and Electoral Dynamics (New York: Cambridge University Press, 1992) ve Axel Tshenstcher, ed., International Constitutional Law, http:///www.uni-wuerzburg.de/law/index.html adresinde mevcuttur)
TABLO-3 (Başbakan-Başkanlık Rejimlerinde Başkanlık Gücünün Birleşik Skorları)
Ülke | Yasama | Yasama Dışı | Toplam |
Avusturya | 0 | 5 | 5 |
Finlandiya | 0 | 7 | 7 |
Fransa | 1 | 5 | 6 |
İzlanda | 4 | 12 | 16 |
Litvanya | 1 | 0 | 1 |
Moldova | 5 | 2 | 7 |
Polonya | 3 | 5 | 8 |
Portekiz | 1 | 6 | 7 |
Romanya | 5 | 2 | 7 |
Slovenya | 2 | 1 | 3 |
Finlandiya, Avusturya, ABD ve Fransa Devlet Başkanlarının Yetkileri ve Uluslararası İlişkilerdeki Rolleri
Devletlerin gerek iç gerek dış ilişkilerdeki durumlarını değerlendirmek için ilk olarak o devletlerin anayasalarına bakmak gerekir. Anayasa, bir devletin ruhsal analizidir ve bize pek çok şey söyler. Yukarıda ele aldığımız başkanlık güçlerine uluslararası ilişkiler boyutunda bakmak için, yalnızca anayasadan faydalanmayacağız elbette. Çünkü devletler, uluslararası yapılar oluşturarak devletlerüstü kurumlar amaçlamıştır. Bu amacın temelinde, yatay eşitlik ilkesi cevap vermektedir. Bilindiği üzere yatay eşitlik, devletlerin birbirine üstün olmadığı, hiçbir devletin bir diğerinin iç işlerine müdahale etmemesi anlamına gelir. İşte buradaki haksızlıkları önlemek amacıyla dünyada iki farklı örgüt kurulmuştur. Bunlar: Birleşmiş Milletler Örgütü ve Avrupa Birliği’dir.
İlk olarak devletlerden kısaca bahsederek anayasal güçlerini ele alıp ardından dünya çapındaki örgütler ve anayasaları bağlamında birbirleri ile kıyas edelim. Kıyasa geçmeden önce son olarak devletlerin yönetim şekillerinden bahsetmek istiyorum:
Manzaraya baktığımız zaman Amerika Birleşik Devletleri ile Avusturya, birer federal devlet olarak; Fransa ve Finlandiya ise birer cumhuriyet olarak görülmektedir. Her devletin yüz ölçümü, siyasi sebepleri ve tarihi doğrultusunda şekillenen bu yönetim şekillerine biraz yakından bakalım:
Başkanlık Yetkilerinin Kıyaslanması
Her devletin siyasi ve tarihi koşulları, onların başkanlık güçlerinde önemli roller oynar. Başkanlık gücü kıyaslamalarına başvururken devletlerin kaderinde rol oynayan unsurlara da değinmek istiyorum:
Grigori Petrov “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı eserinde şöyle demektedir:
“Fin halkının tarih ve yaşamında iki önemli koşul dikkat çekiciydi. Birincisi, bir halk olarak Finlerin 1917 Rus Devrimi’ne kadar hiçbir zaman bağımsız bir devlet deneyimine sahip olmamasıydı.
İkincisi, hiçbir zaman kendi büyük halk kahramanları olmadı. Sahip oldukları yüksek kültür kendi başarısıdır.”
Alıntıdan yola çıkarak Finlandiya’nın şimdisine bir göz atalım.
Finlandiya devletinin yeni Anayasası göstermektedir ki devlet başkanının gücü fazlasıyla sınırlandırılmıştır. Yukarıda verdiğimiz tablolar, başkanlık gücünün kıyaslanması açısından bize zaten yeterince ışık tutmaktaydı. Hatta öyle ki Finlandiya hakkında zaten bir puanlama yapılmıştı. İlk olarak Finlandiya’nın başkanlık gücü puanının 7 olduğunu belirtelim.
Finlandiya yönetiminin esasları hakkında Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı bir bilgilendirme yazısı ise şöyle demektedir:
“Finlandiya anayasal bir cumhuriyettir. Yürütme yetkisi, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın liderliğindeki hükümet tarafından kullanılmaktadır. Cumhurbaşkanının özellikle dış politika alanındaki görev ve yetkileri, 1 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa değişiklikleri ile kısıtlanmış, Hükümet AB konularında belirleyici konuma yükseltilmiştir. Hükümet, siyasi açıdan Parlamento’ya karşı sorumludur.
Cumhurbaşkanı 6 yıllık bir süre için halk tarafından doğrudan seçilmektedir. Ülkedeki son Cumhurbaşkanlığı seçimleri 28 Ocak 2018 tarihinde yapılmış, Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ilk turda oyların % 62,6’sını kazanarak yeniden Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Finlandiya, bağımsızlığını elde ettiği 1917 yılından bu yana, birkaç istisnai dönem hariç, koalisyon hükümetleriyle yönetilmiştir.”
(https://www.mfa.gov.tr/finlandiya-siyasi-gorunumu.tr.mfa)
Burada ilk gözümüze çarpan örnek Anayasal bir cumhuriyet ve ikili yönetim yapısıdır. Mesela Amerika Birleşik Devletleri örneğine baktığımızda orada bu yoktur. Devlet başlı başına Federal bir yönetime sahip olduğu için yönetimde ikilik asla ortaya çıkmaz. Kaldı ki Amerika’da kuvvetler sert biçimde birbirinden ayrılmış ve içerideki federe devletlerin de kendi özerk yasaları mevcuttur. Ayrıca başkanın kongre karşısında siyasal sorumsuzluğu mevcuttur. Ayrıca Amerika başkanının veto yetkisine karşılık Finlandiya başkanının veto yetkisi bulunmamaktadır. Federal yönetime dönecek olursak, federal yönetimde elbette coğrafi büyüklüğün de payı var fakat Avusturya örneği buna büyük bir istisna teşkil edecektir. Çünkü Avusturya da federal bir yapıda olmasına karşılık coğrafi büyüklük göstermemektedir. Burada devletlerin self-determinasyon ilkesi gereği kendi kaderini tayin hakkı ön plana çıkıyor. Dolaylı olarak yönetim şekillerini de uluslar kendi belirliyor.
Finlandiya esas olarak baktığımızda anayasal bir cumhuriyettir. Bizim burada ilgilenmemiz gereken konu yasama veya yargı güçleri değil doğrudan doğruya yürütme organı olduğu için devlet başkanı ile ilgili yasada sözü geçen maddeleri ele almak faydalı olacaktır.
Finlandiya Anayasası’nın 58. Maddesine göre devlet başkanı yürütmeye ilişkin kararları hükümetin kendisine yapacağı teklifler doğrultusunda karar verir. Tablodan önceki verdiğimiz bilgiler incelenecek olur burada başkanlık gücü, yürütmeye ilişkin olarak 0 puan gibi görülecektir ama devlet başkanının hükümete kanalı olmaksızın alabileceği kararlar da vardır:
Finlandiya Anayasası’nın yine 58. maddesi bu konuya açıklık getirmektedir. Buna göre devlet başkanı şunları yapabilir:
-Hükümetin ya da bir bakanın atanması
-Hükümet ya da bir bakanın istifasının kabulü
-Olağandışı parlamento seçimlerinin yapılmasına karar verme (Burada başbakanın gerekçeli teklifi gerekmelidir.)
-Bakanlar Kurulu’nda görüşülmesi gerekmeyen konular
-Özel af ve özel kişileri ilgilendiren ve kanunlarda özel olarak düzenlenen konular
-Finansmanla ilgili olanlar dışında Åland Adaları’nın Özerkliği Kanunu’nda belirtilen konular. (Nousiainen, “The Finnish System of Government: From a Mixed Constitution to Parliamentarism”, s. 11.)
Yeniden Amerika Birleşik Devletleri örneğine bakacak olursak eğer ABD başkanının af yetkisi genel af yetkisidir. Finlandiya devlet başkanı ise özel af yetkisi.
“Anayasa’nın “Kararname Çıkarma ve yasama erkinin devri” başlıklı 80. maddesi uyarınca devlet başkanı, başbakan ve bir bakanlık bu anayasada ya da diğer yasalarda verilen yetkiye dayalı olarak kararname çıkarabilir. Ancak özel kişilerin hak ve yükümlülüklerini düzenleyen ilkeler ile anayasada yer alan yasama yetkisine ilişkin konular ancak kanunla düzenlenebilir. Bir kararnamenin kimin tarafından çıkarılacağına ilişkin özel bir hüküm yoksa o kararname hükümet tarafından çıkarılır. Bu bakımdan 80. maddeden anlaşılması gereken yasa ile yetki verilmesi halinde kararname çıkaracak olan organın normal zamanlarda hükümet olduğudur.”
Bu açıdan bakıldığında Finlandiya, Avusturya gibi devlet başkanlarının tek başlarına kararname çıkarma yetkileri yoktur diyebiliriz Fransa örneğinde göreceğemiz yasama dışı yetkilerden olan kararname çıkarma yetkisi ise Fransa özelinde sınırlı bir yetkiyle de olsa kararname çıkarma yetkisi olduğunu görüyoruz. Amerika örneğinde ise bizi aydınlatacak bir makaleden yaptığım alıntı yerinde olacaktır:
“Saf başkanlık rejiminin tek modeli olarak kabul edilen ABD uygulamasında, başkanın kararname yetkisi doğrudan Federal Anayasada düzenlenmemiştir. Bu yetki uygulamalar sonucunda ortaya çıkmıştır. Ancak kararnamelerin anayasal dayanağını, başkanın Kongre’nin çıkardığı “yasaları sadakatle yorumlama”sı hükmü oluşturmaktadır. Başkanlık kararnamelerinin sınırları 19. yüzyıldan bu yana Yüksek Mahkeme’nin içtihatlarıyla şekillenmiştir. Zira iki yüz elli yıla yakın uygulama alanı bulan Başkanlık rejiminde, tüm erklerin görev alanı öngörülenin üzerinde genişlemiştir. Federal Yüksek Mahkeme, yasama ve yürütmeyi denetleyen ve dengeleyen ciddi bir kontrol organına dönüşmüştür. Yüksek Mahkeme içtihatlarında görüldüğü üzere, Başkanlık kararnameleri anayasal ve yasal yetkiden kaynaklanmalıdır. Bu nedenle her ne kadar göreve gelen başkanlar kendi politikaları uyarınca kararname yetkilerini kullansa da bu kararnamelerin esas kalıcılığını sağlayan husus Kongrenin çıkardığı yasalardır. Zira bir Başkanın yaptığı kararname işlemi, bir diğer Başkanın kararnamesi tarafından değiştirebilmektedir. Yüksek Mahkeme’nin içtihatları doğrultusunda, Kongrenin başkanlık kararnameleri için vereceği yetki, doğrudan olabileceği gibi, rıza doktrini çerçevesinde dolaylıda olabilmektedir. Ötesi, Kongre içinde partilerin çoğunluğunun desteğine sahip olan başkanlar, kısa sürede kendilerine hukuki dayanak sağlayacak yasaların çıkartılmasını da sağlamaktadırlar. Olağan dönemlerde yürütme organının yetki çerçevesi içinde kararname yetkisini kullanan başkanların, olağanüstü dönemlerde yasama organının görev alanına giren konularda da kararname çıkarma konusundaki uygulamaları görülmektedir. Amerikan tarihinde bunun en somut örnekleri, iç savaş zamanında Abraham Lincoln ve ekonomik kriz zamanında Franklin Roosevelt döneminde görülmüştür.Başkanlık kararnameleri günümüzde ABD’de hala tartışma konusu olmayı sürdürmektedir. 19. yüzyılda Yüksek Mahkeme’nin “yasama yetkisinin devredilmezliği” ilkesi hususunda ortaya çıkardığı tüm içtihatlara rağmen, göreve gelen Amerikan başkanları popülist nedenlerle ve kampanya destekçilerinin istediği yönde kararnameler çıkarmaya devam etmektedir. Bu konudaki en işlevsel çözüm yolu, başkanın kararname yetkisini kayıtlayacak anayasal düzenlemelerdir. Zira böyle bir yöntem sadece Kongrenin değil, başkanın da güçlü bir yapıya kavuşmasını sağlayacak ve başkanın Kongreyi ikna etmesine yönelik doktrini de ortadan kaldıracaktır.”
(ÇAKÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 13(1), 179-180)
Finlandiya örneğinde devlet başkanının hükümetin teklifleri doğrultusunda karar vermemesi halinde ise farklı bir yola gidilmiştir.
Eğer hükümet böyle bir sorunla karşılaşırsa rapor parlamentoya arz edilebilir. Daha sonra, hükümet hükümet öneride bulunursa, parlamento kendi tarafına ulaşan bu rapora karşı nasıl bir tavır sergiliyorsa karar ona ilişkin olacaktır. Yani bu manzaradan anlıyoruz ki devlet başkanı hükümetin teklifleri doğrultusunda yürütmeyi yerine getiriyor ve bu tekliflerden hemen hemen hiçbir şekilde kaçamıyor. (Nousiainen, “The Finnish System of Government: From a Mixed Constitution to Parliamentarism”, s. 11-12.)
Elbette bireyin ön plana çıkıp devletin geri planda kaldığı bir dünyada bu görüntü iyi bir şey gibi görünebilir. Ama yönetim, hükümet kanalının eline geçince tarihte monarşiyi en iyi yönetim biçimi olarak söyleyen ve gören filozofların görüşleri de bir kenara atılmış olacaktır.
***
Avusturya özelinde meseleyi biraz inceleyecek olursak Avusturya’daki manzara ise şöyle karşımıza çıkıyor:
Federal cumhurbaşkanı, federal bakanlar ile devlet sekreterleri ve eyalet Hükümetlerinin üyeleri en yüksek dereceli yürütme mercileridir.
Federal Cumhurbaşkanı Milli Meclisi tasfiye edebilir, bu ayrıcalıklı haktan bir defaya mahsus aynı gerekçeyle yararlanabilir. Böyle bir durumda, yeni seçim, Federal Hükümet tarafından, yeni seçilen Milli Meclisin ilk toplantısını tasfiye tarihinden itibaren en geç yüz gün sonra gerçekleştirebilmesine olanak verecek şekilde organize edilir. Aynı örneği Fransa’da da sert biçimde görüyoruz. Başkanın, meclisi feshetme/tasfiye etme yetkisi doğrudan bir yetki olarak sınırlanmamış şekilde görünür. Buradaki iki farklı devletin bu yetkisi sınırlı gözüküyor. Hatta öyle ki ABD başkanına bu yetki hiç tanınmamıştır. Yalnızca Finlandiya başkanına 3 puan veren bu yetki sınırlandırılmıştır.
Aslında Avusturya örneği bizim için pek önemli çünkü buradaki Cumhurbaşkanı tamamen bir modeldir.
“Teorik olarak anayasa tarafından büyük güç ile emanet edilmiş olmasına rağmen uygulamada, cumhurbaşkanı genellikle törensel ve sembolik bir şahsiyettir.
Cumhurbaşkanı, bakanlar, devlet sekreterleri ve devlet hükûmeti üyeleri ile birlikte üst düzey bir yürütme organıdır. En önemli başkanlık görevlerinden biri, şansölyenin ve tavsiyesi üzerine hükûmetin diğer üyelerinin atanmasıdır.
Başkan, Ulusal Konsey Başkanı ve şansölyenin üstünde olmak üzere Avusturya'nın öncelik sırasına göre birinci sırada yer almaktadır.”
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Avusturya_cumhurba%C5%9Fkan%C4%B1)
Aynı şey Fransa örneğinde de geçerlidir. Başkan doğrudan doğruya kabineyi atayamaz. Burada kabineyi doğrudan atama yetkileri yalnızca Amerika ve Finlandiya devlet başkanlarına verilmiş bir yetkidir. Fakat buna karşılık Fransa hariç olmak üzere kabineyi fesih yetkisi tam manasıyla diğer üç devlet başkanına tanınmış sınırsız bir yetki söz konusudur.
Yeri gelmişken Fransa devlet başkanını da diğer devletler ile kıyaslamak gerekiyor. Tabi burada Finlandiya konusunda verdiğimiz tarihi örnek aynı şekilde Fransa için de geçerlidir. Tabi Fransa’nın tarihi gelişimi başla başına hukuksal bir zeminde gerçekleştiği için onu anayasal değerlendireceğiz.
Fransa’da Anayasa, Fransız ihtilali öncesi siyaset bilimi ve kamu hukuku alanlarına dahil bir kavramdı. İhtilal sonrası hüviyet kazanan anayasa, Fransa’Da üç dönemde incelenmelidir:
1- Klasik Dönem
2- Siyasal Bilim
3- Yeni Anayasa
1- Klasik Dönem
Öncü isimleri Adhemar Esmein, Maurice Hauriou, Leon Duguit ve Carre de Malberg’dir. Bu dönemin ayırt edici vasfı anayasal textleri inceleme konusunda büyük çarba sarf edilmesidir. Ayrıca yönetici kadro ile alakadar olup yönetilenleri göz ardı etmeleri de bu dönemin ayrı bir özelliği. Temel hak ve özgürlüklerin nadiren konu edildiği bu dönem daha çok devlet yönetim şekillerine önem veriyor ve bugünün zeminini oluşturuyordu.
2-Siyasal Bilim
Bu dönemde yönetilenler de yönetenler kadar önem kazanmış, siyasal bilim kavramları ön plana çıkmıştır.
3- Yeni Anayasa
Bugünkü anayasanın üç ayırt edici vasfı bulunmaktadır:
a-İçtihadilik
b-Anayasanın Uygulama Alanının Genişlemesi
c-Anayasanın Üstünlüğü
Baktığımız zaman Finlandiya ve Amerika’da bu gibi dönemler pek de mümkün gözükmemektedir. Çünkü Finlandiya tarih boyunca zor bağımsızlık elde etmiş ve Amerika ise uzun yıllar İngiltere ile savaş vermiştir.
İşte bu bilgiler ışığında Fransa devlet başkanına baktığımız zaman klasik dönemden itibaren yavaş yavaş halkın önem kazandığını ve devletin geri planda kaldığını görüyoruz. Yöneticiler arasındaki hiyerarşik durum devam etse de halka yansıyan görüntü önemli ölçüde azalmıştır. Başkanlık yetkilerini genel anlamda inceleyecek ve gücünü diğer devletlerle kıyas edecek olursak yukarıda verdiğimiz tablolardan anladığımız kadarıyla Fransa’nın başkanlık gücü 6’dır. Aslında her ne kadar gözümüzde ABD, Fransa gibi devletler Avusturya ve Finlandiya gibi devletlerden daha sistemli ve daha üst bir devlet olarak gözükse de gerçek öyle değildir. Monarşinin ideal yönetime daha uygun olduğu gerçeğinden hareket edersek başkanlık gücünün daha yüksek olduğu devlet yapılarında ideal yönetime daha yaklaşmış bir gerçek görürüz. Elbette burada nüfusun payı da göz ardı edilmemelidir. Homo Sapiens isimli eserde yazar, 150 kişilik insan topluluklarından sonra örgütlenmelerin ve toplumsal yapıların farklılaşarak bozulacağından bahsediyor. İşte bu gibi nüfus problemleri büyük devletlerde federal yönetim şeklinde çözülmeye çalışılmış (ABD örneğinde olduğu gibi) ve başkanlık gücü önemli ölçüde korunmuştur. Yüz ölçümü ise yalnızca Amerika için geçerli bir federal yönetime esas teşkil etmiştir. Baktığımızda Avusturya Federal devletinin yüz ölçümü çok küçüktür. O yüzden biz nüfusu ve başkanlık gücünü, ideal yönetimler için iki esas örnek olarak alacağız. Fransa’yı da bu bağlamda değerlendireceğiz. Al Jazeera Türk Haber sitesinin la documentation française adlı kaynaktan faydalanarak hazırladığı çalışma bize bu konuda ışık tutacaktır:
“Fransa’da başkanın yetkilerine bakarsak eğer Fransa’nın şu anki cumhuriyet rejimi, Charles de Gaulle'un cumhurbaşkanlığı sırasında yapılan 28 eylül 1958 tarihli anayasal düzenlemeler ile hayata geçirilmiştir.
1958 yılında ilan edilen 5. cumhuriyet’in ilk seçimleri anayasanın altıncı ve yedinci maddelerine göre dolaylı oylamayla gerçekleştirildi. bu oylamada cumhurbaşkanını halk doğrudan seçmedi, ancak seçtiği temsilciler aracılığıyla (milletvekilleri, senatörler, il meclisi üyeleri ve belediye meclisi üyeleri) cumhurbaşkanı belirlendi. bu, aynı zamanda şu andaki rejimin başkanının halk tarafından belirlenmediği tek seçimdir.
1962 yılındaki anayasa değişikliğiyle ‘dolaylı oylama’dan ‘genel oylama’ yöntemine geçildi. böylece cumhurbaşkanı doğrudan halkın verdiği oylarla seçilir hale geldi. bu tarihten beri de uygulama bu şekliyle devam etmektedir.
Cumhurbaşkanı 2000 yılında yapılan anayasa değişikliğine kadar yedi yıl görev yapıyordu. 2000’deki değişiklikle görev süresi beş yıla indirildi.
De gaulle 2. dünya savaşı'nda işgal altındaki Fransa'nın "direniş" hareketini örgütlemişti. (Biz de çalışmamızda bu hususa değinmiştik.)
Charles de gaulle, 31 ocak 1964’te düzenlediği basın toplantısında “başbakan ve cumhurbaşkanının aynı kişi ve tek bir kişi olmaması normal, devletin başında bir ikiliğin kabul edilemeyeceği de aşikardır” açıklamasını yaparak cumhurbaşkanı ve başbakanın rolleri arasındaki ayrıma vurgu yapmış ve cumhurbaşkanının iktidarın esas sahibi olduğunun altını çizmiştir.
De gaulle, “anayasayı uygulayan cumhurbaşkanı, halkın adamıdır, milletin kaderine yanıt vermek için millet tarafından seçilmiştir” ifadelerini kullanmıştır.
“Cumhurbaşkanı konseylerin aldığı kararları durdurma, yasaları kabul etme, anlaşmaları imzalama kendisine sunulan önerileri kabul etme ya da reddetme hakkına sahiptir” diyen De Gaulle, “ancak cumhurbaşkanının üstlendiği görevin süresi, doğası ve kapsamı siyasi, parlamenter, ekonomik ve yönetimsel süreç tarafından sınırlanmıyor değil.” ifadeleriyle cumhurbaşkanının yetkilerinin de belli çizgiler içinde olduğuna vurgu yapmıştır.
Fransa anayasasına göre cumhurbaşkanı başbakanı atama yetkisine sahipken, onu azletme yetkisine sahip değildir. Cumhurbaşkanı yalnızca başbakanın kendisine istifasını sunması halinde onu görevden alabilmektedir. bakanların durumu ise daha farklıdır. Bakanlar, cumhurbaşkanı tarafından görevden alınabilir, ancak bunun için başbakanın cumhurbaşkanına öneride bulunması gerekmektedir. Anayasanın 12. maddesine göre ise cumhurbaşkanı millet meclisini feshetme yetkisine tek başına sahiptir. Ancak bu yetki olağanüstü hal durumlarında kullanılamaz.
Öte yandan cumhurbaşkanı, anayasa mahkemesinin üç üyesini ve anayasa mahkemesi başkanını atayabilir. kriz zamanlarında bağımsızlık ve bütünlüğe yönelik tehditlere karşı tüm yetkileri kendinde toplayabilir.
Siyasi kriz durumu
Meclis üyelerinin çoğunluğunun cumhurbaşkanı ile farklı siyasi gruptan olması halinde (kohabitasyon dönemi) cumhurbaşkanı meclisi feshedebilir. Ancak fesihten sonra yapılan seçimler sonucunda toplanan yeni millet meclisi bir yıl içinde ikinci kez feshedilemez. Bu durumda farklı görüşteki grubun oluşturacağı hükümet için yetkilendirme yapmak zorundadır ve yürütme yetkisini daha fazla paylaşmak durumunda kalacaktır. Aksi halde, yani cumhurbaşkanıyla aynı siyasi görüşte kişilerin meclisi oluşturması halinde ise cumhurbaşkanı sistem içinde ön plana çıkmaktadır.
1986 - 1988, 1993 - 1995 yılları arasında ve 1997 seçimleri sonrasında meclis ile cumhurbaşkanı arasında ikilik yaşanmış, ortaya çıkan düğüm 2000 yılında cumhurbaşkanının görev süresinin beş yıla indirilmesiyle aşılmaya çalışılmıştır.”
(https://www.aljazeera.com.tr/haber-analiz/fransada-cumhurbaskaninin-yetkileri)
***
Son olarak da gözlerimizi medyanın da etkisiyle boyayan fırsatlar ülkesi Amerikaya bir bakış atalım:
Bir devletin anayasasının olması demek yalnızca anayasada yapılabilmesi öngörülmüş veya yapılmaması ikaz edilmiş şeylerin yasalaştırılması demektir. Fakat görmekteyiz ki birçok devlet idealindeki yasalara ulaşmaya çalışırken bunu uygulamada başarıyla işleyememiştir. Amerika anayasası burada çok önemlidir çünkü bu yasa 1788 yılından bu yana yürürlükte kalan, yalnızca üzerinde 27 defa yenilik yapılan bir yasadır ve dünyanın en eski anayasasıdır. Amerika, bu anlamda hem teoride hem de uygulamada istikrarı sağlamış görünmektedir. Diğer devletlerin (Fransa-Avusturya ve Finlandiya) tarihi ve siyasi sebepleri bu istikrarı yaşayamamıştır. O sebeple hukukları ve anayasaları farklı şekillerde ortaya çıkmıştır.
Amerika, büyük bir yüzölçümüne sahip olması sebebiyle de kendi içerisinde eyaletlere ayrılmıştır. Her eyaletin kendine mahsus bir anayasası var. Bu federe devletler iç ilişkilerinde bağımsız ve dış ilişkilerinde federal devlete bağlıd Her federe devlet kendi iç ilişkilerini organize etmek anlamında özgürdür ama federal devletin de anayasasına bağlıdır. Yarı başkanlık rejimler örneğinde verdiğimiz Fransa ve Finlandiya’da biz bunu görmüyoruz çünkü üniter devlet modeliyle aslında tek idari yönetim farklı hukuksal yapılanmalara müsaade etmiyor. Amerika'da ise her federe devletin kendi anaysası bulunur ve bu federe devletler federal devlete bağlı olarak idari işler organize eder. Bu hususta detaya inmeye gerek görmüyoruz. Biz bu anlamda federal devlet başkanının yetkilerini incelemekle yetineceğiz:
ABD Anayasasının 2. Maddesi bize yürütmeyle ilgili bilgileri esasen vermektedir: