“Adalet ve Demokrasi Dalkavukluğu” adlı yazımda bahsettiğim Kral Rex, anlaşılan Türkiye şartlarını görseymiş bir popstardan hallice tavırlarını gözden geçirip “E ben hiçbir şey yapmıyormuşum ya hu!” diyerek halkına bunu anlatır ve onların gözünde adeta bir Robin Hood olurmuş. Şimdi daha iyi anlayacaksınız, bakın neler demişim:
“Rex, paşa gönlüne göre hareket eden bir hükümdar.. Öyle ki, Lon Fuller’in bu alegorik hükümdarı; her olaya göre yeni bir hukuk tesis eder, koyduğu kurallar kendi için değil tebaası için bağlayıcıdır, geriye etkili kanunlarla yasama yetkisini kötüye kullanır, kuralları anlaşılmazdır, bu kurallardan etkilenen tebaanın bunlara uyma imkanı yoktur, kurallar pek sık değişir ve ilan olunan yasalar ile uygulama çelişki içindedir.”
Aristo’nun adalet hakkında ettiği sözlerle bu hükümdarı birleştirerek nihai sözü “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” diyerek bitirmiştim.
Eh, haksız da sayılmam artık sanırım. Türk milliyetçileri vatan sathını müdafaa etmek maksadıyla Arap şovenistlerine karşı, olanı olduğu gibi iletmelerinden ve öz ülkelerinde kendi yaşam şartlarına kıyasla bir netice ortaya koymalarından sebep göz altına alınıyorlar. Kral Rex, sağır ve dilsiz. Neden susuyor? Cumhurbaşkanı; halkın reisi, vatanın başı olarak bir makamı taçlandırıp, yıllardır süren analiz ve öngörülere, çalışmalara karşı neden görme ve susma orucunda gibi davranıyor? Bu durum kabul edilebilir mi? Milliyeti muhafaza maksadıyla canla başla “fakr-u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş” milleti müdafaa ediyor ve vatanın yekpare sathında imzamızı kalıcı olarak tutmaya gayret gösteriyoruz. Az iş mi? Anlaşılıyor ki Türk halkıyla geçmiş bütün bağlarını koparmış birtakım avam meclisi ve lordlar işimize çomak sokuyor. Ümmetçilik kalesine sığınıp vatanı adeta yabancı sermayeye hatta yalnız orta doğu milletlerine peşkeş çekmek dünya tarihinde eşi görülmemiş bir orgazm duygusu yaratıyor. Baudelaire “Ekmeğin pasta diye adlandırıldığı bir ülke de varmış demek.” Derken aslında bize yabancı bir şeyden bahsetmiyor. Çünkü son 10 yılımızı bu cümle en iyi ifade ediyor. Ekonomik meseleleri haydi bir kenara itelim. Eğitim meselesini haşa, ağza almayalım. Yolsuzluklar, rantlar hak getire, gözümü kapayalım... Ama şu vatanı ve milleti müdafaa eden bir avuç gazeteciyi tutuklamak hangi aklın tutulması ki yaka paça götürülüyorlar... Sebep? Arap düşmanlığı...
Arap milleti benim ülkemde Atatürk’e hakaret edecek, milli değerlerimi dikkate almayacak, İstiklal marşından rahatsız olacak ve hatta “Biz değil siz gideceksiniz.” Hadsizliğine varacak laflar edecek ve cabası, sokakta can güvenliğimizi tehdit edecek... Buna mukabil bir avuç şerefli Türk evladı buna mukavemet edince ne hazindir ki yine kendi öz devleti Türk evladını gözaltına alacak? Vicdanlar pörsümüş, kutuplar yitirilmiş... Milliyetçi partilerden de ses seda çıkmıyor. Sözde esip gürleyen Sinan Oğan’ın açıklamaları stand-up gösterisine pek layık. Meral Akşener yeterince öteliyor meseleyi. Yine başa döndük anlaşılan:
“Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
İstiklal meselesini pek hafife almaya gelmez. Bugün çok sevip şovenistliğine büründüğünüz Arap kardeşler Antep savunmasında hem de bitişiğindeki Halep’ten, hemşerilerine bir mavzer vermek yerine, hemşerisinin kızını evlatlık alıp karşılığında beş altın vererek âlicenaplığı gösteriyor. Olan yine o beş altına bir mavzer alıp mevzilenen Türk evladına oluyor. Hem de istiklal uğruna. Attila İlhan zamanında çok konuşmuştu. “Hangi Atatürk?” kitabında istiklal meselesini ele alırken gençliğe hitabede en vurgusu yapılan pasajın “Türk istiklâlini müdafaa...” Olduğunu beyan ediyor. Bugün yalnız demografik bir problemmiş gibi duran bu mesele, ekonomiye mâl oluyor, hadsizliğe mâl oluyor ve cana mâl oluyor...
En korkunç olanı ise istiklâlimizi tehdit ediyor.
Şimdi soruyorum:
Daha susacak mıyız? İşte bu polemik vasıtasıyla her bir vatan evladını bu gazetecilerin işlediği “istiklali müdafaa suçunu işlemeye” davet ediyorum. Memleketimizin hapishaneleri milyonları alır mı bilmiyorum ama hâlâ altında yatacak bir toprağımız var. Ve biz zaten Türk olarak yaşayamadığımız yerde Türk olarak ölmeyi gaye edinmiş kimseleriz.
Nihai olarak sözlerimin sonunu Mahmut Şevket Paşa’nın Hareket Ordusu’na irad ettiği nutuktan bir pasaj ile bitirmek istiyorum:
“Vatan gidiyor... Millet mahvoluyor.”
Mehmet Can KUYUCU