Cumhuriyet elitlerini pek sevmeyen bir muhitte büyüdüm. Camiye mesafeli bu insanların, katılmak zorunda oldukları cenazeleri namaz kılmayarak uzaktan seyretmelerine bütün çocukluğum ve gençliğim boyunca tiksinerek baktım.
İşte bu çevrede şöyle bir hikaye anlatılırdı. Kurtuluş Savaşı'nı biz yaptık, geldi bu dinsizler(!) zaferimizin üstüne oturdu. Devletimizi elimizden aldılar. Şimdi biz de onlardan devletimizi geri almalıyız.
Elbette bu cümlelerle söylenmezdi bunlar fakat bu çağrışımı yapan sayısız hikayeler anlatılırdı. Onun için, ‘sağ’daki devlet içinde kadrolaşma azmini nedense hep bu yılların ezilmişliğinde ararım.
* * *
Devlette kadrolaşma bizde ve diğer kimi gruplarda en önemli misyonlardan biriydi. Devlette ülkücü kadrolar; hangi ülkücü heyecan duymaz ki bundan?
Ülkücü valiler, ülkücü emniyet müdürleri, ülkücü genareller, ülkücü rektörler vs. Elbette, salt bir fikre inanmış insanlar olarak değil, bizim işimizi görecek ve gerekirse bizi kollayacak insanlar olarak düşünürdük bu kadroları. Yani bizi kollamayacak, teşkilatın isteklerini geri çevirecek insanları kastetmezdik, ülkücü kadro derken. (Devlet görevlilerinin, Türk milliyetçiliği şuuruna bağlı olmalarını istemek, yanlış bir düşünce değildir. Fakat oradaki memur arakadaşlarımızı teşkilat mensubu gibi görmemek şartıyla.)
* * *
Evet!
Devletin kadrosu, Anayasa’nın emrinde olmalıdır.
Ve emirlerini sıralı amirlerinden almalı ve uygulamaları hukuk içerisinde yerine getirmelidir.
Dün aşağılamak ve uyuşukluk ifadesi olarak kullandığımız ‘Devletin Memuru’nun aslında ne yüce bir kavram olduğunu bu iktidar döneminde bütün hücrelerimle idrak ettim.
Bu vesileyle, en güçlü döneminde miting otobüsünde etrafındakilerin çömelmesini isteyen Özal’a “Devletin valisi çömelmez” diyen dönemin Malatya Valisi merhum Naim Cömertoğlu’nu bir kez daha rahmetle ve saygıyla anıyorum.
* * *
Devleti ele geçirme düşüncesi, devletin ‘Devlet’ olma vasfını yok eder ve belli bir kesimin kollandığı, diğerlerinin devletten soğuduğu bir süreci tetikler. Söz konusu düşünce siyasileri kendilerine benzeyen yapılarla iş tutmaya yöneltir.
Paralel devlet böyle doğdu.
Sonuçlarını 15 Temmuz’da gördük.
* * *
Evet! 15 Temmuz’u yaşadık ve paralel devletin sonuçlarını biliyoruz artık…
Ders çıkartması gerekenler gerekli dersleri çıkarttı mı peki?
Zannetmiyorum.
Ders çıkartsalardı hukuka yönelirlerdi.
Onlar paralel devletten çok daha tehlikeli sulara yöneldiler.
Sistemi ‘Parti Devleti’ne dönüştürecek çok tahlikeli sulara yelken açtılar.
İrili ufaklı cemaatlere ufak kırıntılar atarken, kendi kadrolarını kuruyorlar.
Zannediyorlar ki devletin bütün kadroları kendi emirlerinde olunca, devleti daha iyi yönetiriz.
Çünkü devleti yönetmeyi bürokrasiyi yönetmek zannediyorlar.
Halbuki devleti yönetmek aynı zamanda halkı da yönetmektir.
Devletin bütün kadroları iktidar partisinden oluşturulur, bütün imkanları yandaşlara dağıtılırsa devlet halkın devleti olmaz; olsa olsa ‘şahsın devleti’ olur.
Ve bu sürecin varcağı nokta, tam bir kaostur.
Kaostur çünkü iktidar kendini devletin sahibi ve devamında devletin bizzat kendisi gibi görmeye başlar ve iktidarını korumak için her yolu mübah görür.
Kendini devlet olarak gördüğü için karşıtları devlet düşmanı olur haliyle.
Bugün yaşanmakta olan tam da budur.
Suat Başaran