Sadece haritalardan bildiğim o ıssız şehirlerden birinde hayata yeniden başlama şansım olsaydı eğer kısacık bir ömre sığdırdığım o sayısı binleri aşan hatayı yapmadan, yeni bir yaşam biriktirmek isterdim. Tek sorun, binlerce hatadan arınmış olan bu yeni hayatımda yapacak olduğum yeni binlerce hatanın beni mutlu edip etmeyeceğini bilmiyor olmamdı.
Her zaman ve her yerde hata yapma ihtimali var olacağına göre insan belki de sevmelidir hatalarını. O hatalar sayesinde aldığı şekille var olduğunu kabul etmelidir belki. Beni ben yapan hatalarımdan utanmak, kendime ihanet etmektir belki. Yaşadıkça anlıyor insan bazı şeyleri. Hayatı, hatalar vasıtasıyla öğrenirmiş meğer insan. Her dert, devaya gönderilen bir davetiyeymiş meğer.
Hiç durmadan koşmaktan ve hayatı nefes nefese yaşamaktan nasıl da unutmuşum kendimi? Şimdi şöyle bir düşündüğümde; hangi duraklara uğradım ya da nerelerde soluklandım diye, cevabım kocaman ve simsiyah bir boşluk sadece. Gözlerine at gözlüğü takılan yarış atları gibi sağımı solumu hiç görmeden, hiçbir şeyi fark edemeden sadece koşmuşum ben. Olan her şeyin ötesinde, zaman içinde hayatın çarkları arasında ezilip posaya dönmüşüm meğer. Sonu gelmez kalabalıklar içinde uçsuz bucaksız yalnızlıklara mahkûm etmişim kendimi. Kendi tasarladığım tenhalarım olmamış hiç. Hatalarımdan kaçayım derken onları sorgulamaya vaktim olmamış hiç ve defalarca aynı yerlerimden kırılmışım. Etkisiz elemanı olduğum bir denklem olmuş hayatım.
Karanlığın insanı alıkoyan boşluğuna kapılıp gitmişim. “Bitmez” dediğim ne çok şeyin bitişine tanıklık etmişim meğer. Çelimsiz duygusallığım, “olmaz” dediğim şeyin olduğu sayısız kerelerde tüketmiş tüm dermanını. Ben bunları asla fark edememişim. Şimdi belki artık inkâr etmeye gücüm kalmadığından ya da kendimi sorgulama gücünü yeni bulduğumdandır be fark ediş.
Resimsiz, boş bir çerçeve gibi asıldığım duvardan ilk kez düştüm ve bu düşüş, hayatımın bütün denge sandığım dengesizliklerini değiştirdi. Ruhuma işleyen bazı yenilgilerin yeni farkına vardım. Hayatta her şeyin kabuğuna kolaylıkla sahip olunabildiğini ama çekirdeğine ulaşabilenlerin sayısının ne kadar da düşük olduğunu gördüm. Biriktirdiğim saçmalıkların çokluğuna sıkıldı canım. En çok da bu saçmalıkların şekil verdiği benliğime…
Boş insan ilişkileri, anlamsız çabalar, “Keşke olsa” diye başlayıp “Neden olmadı?” diye biten hayaller, sayısız yerinden kırılıp dökülen umutlar ve “Hiç” dışında sermayesi olmayan, “Yok” dışında kazanç edinememiş bir ömür. “Hiç” ile “Yok”un toplamı bir “Ben” çıkmış ortaya ama ortada bana yetecek kadar bile “Ben” yokmuş aslında.
Demem o ki insanlar, doğruları kadar hatalarının da arkasında olmalı. Bahane ve suçlamalarla izlenen yolun sonu her daim karanlık ve çöl kadar çorak. Ört bas etmek yerine nedeni sorgulanan her hata, hayat için bir hazineymiş meğer.
Sadece haritalardan bildiğim o ıssız şehirlerden birinde hayata yeniden başlama şansım olsaydı eğer yaptığım hatalara baştan başlardım. Tek farkı, beni ben yapan o hataları defalarca tekrar etmemek ve daha erken sorgulamaya başlamak için harcardım bu defa hayatımı.
12.03.2022
Her zaman ve her yerde hata yapma ihtimali var olacağına göre insan belki de sevmelidir hatalarını. O hatalar sayesinde aldığı şekille var olduğunu kabul etmelidir belki. Beni ben yapan hatalarımdan utanmak, kendime ihanet etmektir belki. Yaşadıkça anlıyor insan bazı şeyleri. Hayatı, hatalar vasıtasıyla öğrenirmiş meğer insan. Her dert, devaya gönderilen bir davetiyeymiş meğer.
Hiç durmadan koşmaktan ve hayatı nefes nefese yaşamaktan nasıl da unutmuşum kendimi? Şimdi şöyle bir düşündüğümde; hangi duraklara uğradım ya da nerelerde soluklandım diye, cevabım kocaman ve simsiyah bir boşluk sadece. Gözlerine at gözlüğü takılan yarış atları gibi sağımı solumu hiç görmeden, hiçbir şeyi fark edemeden sadece koşmuşum ben. Olan her şeyin ötesinde, zaman içinde hayatın çarkları arasında ezilip posaya dönmüşüm meğer. Sonu gelmez kalabalıklar içinde uçsuz bucaksız yalnızlıklara mahkûm etmişim kendimi. Kendi tasarladığım tenhalarım olmamış hiç. Hatalarımdan kaçayım derken onları sorgulamaya vaktim olmamış hiç ve defalarca aynı yerlerimden kırılmışım. Etkisiz elemanı olduğum bir denklem olmuş hayatım.
Karanlığın insanı alıkoyan boşluğuna kapılıp gitmişim. “Bitmez” dediğim ne çok şeyin bitişine tanıklık etmişim meğer. Çelimsiz duygusallığım, “olmaz” dediğim şeyin olduğu sayısız kerelerde tüketmiş tüm dermanını. Ben bunları asla fark edememişim. Şimdi belki artık inkâr etmeye gücüm kalmadığından ya da kendimi sorgulama gücünü yeni bulduğumdandır be fark ediş.
Resimsiz, boş bir çerçeve gibi asıldığım duvardan ilk kez düştüm ve bu düşüş, hayatımın bütün denge sandığım dengesizliklerini değiştirdi. Ruhuma işleyen bazı yenilgilerin yeni farkına vardım. Hayatta her şeyin kabuğuna kolaylıkla sahip olunabildiğini ama çekirdeğine ulaşabilenlerin sayısının ne kadar da düşük olduğunu gördüm. Biriktirdiğim saçmalıkların çokluğuna sıkıldı canım. En çok da bu saçmalıkların şekil verdiği benliğime…
Boş insan ilişkileri, anlamsız çabalar, “Keşke olsa” diye başlayıp “Neden olmadı?” diye biten hayaller, sayısız yerinden kırılıp dökülen umutlar ve “Hiç” dışında sermayesi olmayan, “Yok” dışında kazanç edinememiş bir ömür. “Hiç” ile “Yok”un toplamı bir “Ben” çıkmış ortaya ama ortada bana yetecek kadar bile “Ben” yokmuş aslında.
Demem o ki insanlar, doğruları kadar hatalarının da arkasında olmalı. Bahane ve suçlamalarla izlenen yolun sonu her daim karanlık ve çöl kadar çorak. Ört bas etmek yerine nedeni sorgulanan her hata, hayat için bir hazineymiş meğer.
Sadece haritalardan bildiğim o ıssız şehirlerden birinde hayata yeniden başlama şansım olsaydı eğer yaptığım hatalara baştan başlardım. Tek farkı, beni ben yapan o hataları defalarca tekrar etmemek ve daha erken sorgulamaya başlamak için harcardım bu defa hayatımı.
12.03.2022