Doktorluk, hekimlik, tabiplik... Adına ne dersek diyelim özünde amacı belli olan, "insanlığın ilk zamanlarından itibaren temelde sağlığı korumakla, hastalıklara tanı koyup tedavi etmekle uğraşan; bilim, sanat ve yetenek sentezi meslek" olarak tanımlayabiliriz. 1219 sayılı kanunda da mesleki gerekliliklerden sanat icrası diye bahsedilir hatta.
Bu yazımda hekimliğin felsefesinden, branşlarından, insanların hekimlik gömleğini giyme amaçları gibi konulardan çok, Türkiye’deki durumuna eğilmeye çalışacağım. Türkiye’deki durumundan da ziyade, Türkiye’deki sorunları tahlil edip sonuca bağlamaya çalışacağım ancak hekimlerin "Dertler derya olmuş" halinden ötürü tek yazıya sığdırmak biraz zor olacak. Cümlelerimi bir araya getirmemdeki amaç, sorunlara çözüm aramaktan ziyade bu yazıyı okuyanların hekimlikteki cılız tepkilere daha duyarlı hale gelebilmesine bir nebze katkı sağlayabilmek. Varsa kusurlarım, hatalarım için şimdiden özür dilerim.
Hekimlik yolunda alınan uzun yıllar eğitim, ücra yerlerde zorunlu hizmet, mobbing, sağlıkta şiddet, çöken sağlık sistemi gibi sorunlar zaten son aylarda maalesef ki menfur olaylar sebebiyle ülke gündemimize biraz da olsa girmiş durumda. Bu sorunları üst üste koyup çözüm yolu aradığımızda, hekim göçünün sebeplerini zaten anlamış bulunuyoruz. Beyin göçü kavramına “Hekim göçü” diye alt başlık açmamın sebebini şu istatistikle anlatayım: Türkiye’de yılda ortalama 15.000 hekim mezun oluyor. Türkiye’den Almanya’ya 2019’da giden doktor sayısı 1434. 2020’de bu sayı 1607’ye yükseldi. 2021’de ise gerekli koşulları yerine getirip başvuruda bulunan ve onay bekleyen doktor sayısı yaklaşık 3 bine ulaştı. Türkiye’deki en büyük Almanca kursları doktorlarla dolup taştı. 1 yıla kadar kayıtları doldurmuş kayıt almıyor durumda. Almanya’ya gitmek isteyen doktorların kurduğu Telegram Facebook gruplarındaki üye sayıları 8-10 binleri geçmiş durumda... Yani Türkiye son yıllarda mezun olan doktorlarının %20ye yakınını kaybetti. Bu orana başka Avrupa ülkelerine ve Amerika’ya giden ve planlama sürecinde olan doktorlar dahil değil.
Önceki yıllarda Almanya popülerken diğer ülkeler için de gitgide denklikler alınıp bloglarda süreçler anlatılmaya başladı. Hekimler diğer meslektaşlarını davet ediyor. Diğer ülkelerin de popülerliği artıyor ve hekimleri cezbedecek imkanlar genişliyor.
Bu yazımda hekimliğin felsefesinden, branşlarından, insanların hekimlik gömleğini giyme amaçları gibi konulardan çok, Türkiye’deki durumuna eğilmeye çalışacağım. Türkiye’deki durumundan da ziyade, Türkiye’deki sorunları tahlil edip sonuca bağlamaya çalışacağım ancak hekimlerin "Dertler derya olmuş" halinden ötürü tek yazıya sığdırmak biraz zor olacak. Cümlelerimi bir araya getirmemdeki amaç, sorunlara çözüm aramaktan ziyade bu yazıyı okuyanların hekimlikteki cılız tepkilere daha duyarlı hale gelebilmesine bir nebze katkı sağlayabilmek. Varsa kusurlarım, hatalarım için şimdiden özür dilerim.
Hekimlik yolunda alınan uzun yıllar eğitim, ücra yerlerde zorunlu hizmet, mobbing, sağlıkta şiddet, çöken sağlık sistemi gibi sorunlar zaten son aylarda maalesef ki menfur olaylar sebebiyle ülke gündemimize biraz da olsa girmiş durumda. Bu sorunları üst üste koyup çözüm yolu aradığımızda, hekim göçünün sebeplerini zaten anlamış bulunuyoruz. Beyin göçü kavramına “Hekim göçü” diye alt başlık açmamın sebebini şu istatistikle anlatayım: Türkiye’de yılda ortalama 15.000 hekim mezun oluyor. Türkiye’den Almanya’ya 2019’da giden doktor sayısı 1434. 2020’de bu sayı 1607’ye yükseldi. 2021’de ise gerekli koşulları yerine getirip başvuruda bulunan ve onay bekleyen doktor sayısı yaklaşık 3 bine ulaştı. Türkiye’deki en büyük Almanca kursları doktorlarla dolup taştı. 1 yıla kadar kayıtları doldurmuş kayıt almıyor durumda. Almanya’ya gitmek isteyen doktorların kurduğu Telegram Facebook gruplarındaki üye sayıları 8-10 binleri geçmiş durumda... Yani Türkiye son yıllarda mezun olan doktorlarının %20ye yakınını kaybetti. Bu orana başka Avrupa ülkelerine ve Amerika’ya giden ve planlama sürecinde olan doktorlar dahil değil.
Önceki yıllarda Almanya popülerken diğer ülkeler için de gitgide denklikler alınıp bloglarda süreçler anlatılmaya başladı. Hekimler diğer meslektaşlarını davet ediyor. Diğer ülkelerin de popülerliği artıyor ve hekimleri cezbedecek imkanlar genişliyor.
Sebepler Neler?
“Evet, hekimler göç ediyor ama bunun sebepleri neler?” diyerek yazımın gidişatını başlıklarla sıralamaya başlarken, yazıda galiba en zorlanacağım kısım bu sıralama olacak. Ama herkesin ortak olan sorunlarını, göçlerde ve istifalarda etkisi olan etkenleri, rastgele sıralayıp gerekirse tekrar değinecek şekilde düzenlemeye karar verdim.
Hekimliğin sorunlarını belli başlıklar altında toplarsak:
Hekimliğin sorunlarını belli başlıklar altında toplarsak:
Tıp Eğitimi ve Mecburi Hizmet
Mecburi hizmet kavramını, "hekimlikte bitirilen her basamaktan sonra devletin belirlediği yerlerde şanslıysanız tercihinize göre, değilseniz kurayla 300-600 gün arasında değişen çalışma zorunluluğu" olarak tanımlayabiliriz.
Örnek verecek olursam son dönemde gündemde olan bir branş, medikal onkoloji(kanser ve bazı ek hastalıkların tedavisiyle ilgilenen branş) alanında istediği yerde veya özel hastanede çalışmak isteyen bir hekim, 6 yıl tıp eğitiminin arkasından 1,5-2 yıl zorunlu hizmet, sonrasında 5 yıl asistanlık eğitimi, yine 1,5-2 yıl zorunlu hizmet, sonrasında 3 yıl medikal onkoloji yan dal eğitimi, ve yine 1,5-2 yıl zorunlu hizmetle; toparlarsak neredeyse 20 yılını sadece hekimlik eğitimine ve hizmetine vermiş oluyor.
Bu süreçte mecburi hizmet kısımları biraz da olsa azaltılabilir, istifa edip uzmanlık ve yan dal uzmanlık sınavına hazırlanarak veya mecburi hizmette çalışırken bu sınavlara hazırlanarak. Ancak şunu söyleyeyim ki yazının ilerisinde okuyacağınız çalışma şartlarında bir sınava hazırlanmak imkansıza yakın bir durum, zaten kazananlar da genelde istifa veya müstafilik sürecinin sonunda kazanıyor.
Özetlersek zorunlu hizmetler hariç bir medikal onkolog 14 yılda yetişiyor. Zaten zorlu olan bu süreçte, hekimlerin sırtına bir de her basamaktan sonra zorunlu hizmet yükünün bindirilmesi, o branşta hekimlik yapmak isteyenler için en zorlu süreçlerden biri oluyor. Şayet bu kişinin aile ve sosyal hayatını ele alırsak bir doktorla evliyse eşi asistanlık eğitimi alıyorsa vs. gibi durumlarda iş iyice çığrından çıkıyor. Çünkü asistanlık eğitiminde eş durumu atamalarından faydalanamıyor. Geçiş süreci var ama sene kaybı, kıdem kaybı gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Çıkmaz sokak...
Çalışma şartlarının aile hayatına etkisini anlatırken aklıma gelen olaylardaan bir tanesini anlatmak isterim ki hekimlik adına belki değil ama insanlık adına utanç verici bir olaydır benim için. İl ilçe veya kurum adı vermiyorum. Çocuk sağlığı ve hastalıkları bölümünde “Anne sütünün faydaları” konulu bir seminerdeyken bir çocuk hastalıkları asistanının, bölüm hocasına “Hocam ben hastalarımın annelerine, anne sütünün faydalarını anlatırken kendi çocuğumu emziremiyorum, içim acıyor” diye sitem ederken gözyaşlarını tutamayıp evladı için hüngür hüngür ağladığına şahit oldum. Verilen cevabın çok da önemi yok ama onu da aktarayım: “Bizim zamanımızda da böyleydi, siz mesleğe girerken de böyleydi.” Hocanın niyetini sorgulamak bize düşmese ve iyi niyetle bu cevabı verdiğini düşünsek bile, mesleğinin şartlarının ve insanların konforunun, iyiye gitmesi gerekirken neden hep aynı döngüde takılıp kalıyoruz? Kıyaslamak doğru mudur bilmem ama hocalarımızın pek çoğunda “Sigara içen doktorun sigara içmeme önerisi dikkate alınmaz” anlayışı varken “Çocuğunu emzirmeyen doktorun anne sütü önerileri dikkate alınmaz” anlayışı neden yok?
Evet, zorunlu hizmet sürecinin ardından işlemek istediğim diğer bir konu olarak:
Örnek verecek olursam son dönemde gündemde olan bir branş, medikal onkoloji(kanser ve bazı ek hastalıkların tedavisiyle ilgilenen branş) alanında istediği yerde veya özel hastanede çalışmak isteyen bir hekim, 6 yıl tıp eğitiminin arkasından 1,5-2 yıl zorunlu hizmet, sonrasında 5 yıl asistanlık eğitimi, yine 1,5-2 yıl zorunlu hizmet, sonrasında 3 yıl medikal onkoloji yan dal eğitimi, ve yine 1,5-2 yıl zorunlu hizmetle; toparlarsak neredeyse 20 yılını sadece hekimlik eğitimine ve hizmetine vermiş oluyor.
Bu süreçte mecburi hizmet kısımları biraz da olsa azaltılabilir, istifa edip uzmanlık ve yan dal uzmanlık sınavına hazırlanarak veya mecburi hizmette çalışırken bu sınavlara hazırlanarak. Ancak şunu söyleyeyim ki yazının ilerisinde okuyacağınız çalışma şartlarında bir sınava hazırlanmak imkansıza yakın bir durum, zaten kazananlar da genelde istifa veya müstafilik sürecinin sonunda kazanıyor.
Özetlersek zorunlu hizmetler hariç bir medikal onkolog 14 yılda yetişiyor. Zaten zorlu olan bu süreçte, hekimlerin sırtına bir de her basamaktan sonra zorunlu hizmet yükünün bindirilmesi, o branşta hekimlik yapmak isteyenler için en zorlu süreçlerden biri oluyor. Şayet bu kişinin aile ve sosyal hayatını ele alırsak bir doktorla evliyse eşi asistanlık eğitimi alıyorsa vs. gibi durumlarda iş iyice çığrından çıkıyor. Çünkü asistanlık eğitiminde eş durumu atamalarından faydalanamıyor. Geçiş süreci var ama sene kaybı, kıdem kaybı gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Çıkmaz sokak...
Çalışma şartlarının aile hayatına etkisini anlatırken aklıma gelen olaylardaan bir tanesini anlatmak isterim ki hekimlik adına belki değil ama insanlık adına utanç verici bir olaydır benim için. İl ilçe veya kurum adı vermiyorum. Çocuk sağlığı ve hastalıkları bölümünde “Anne sütünün faydaları” konulu bir seminerdeyken bir çocuk hastalıkları asistanının, bölüm hocasına “Hocam ben hastalarımın annelerine, anne sütünün faydalarını anlatırken kendi çocuğumu emziremiyorum, içim acıyor” diye sitem ederken gözyaşlarını tutamayıp evladı için hüngür hüngür ağladığına şahit oldum. Verilen cevabın çok da önemi yok ama onu da aktarayım: “Bizim zamanımızda da böyleydi, siz mesleğe girerken de böyleydi.” Hocanın niyetini sorgulamak bize düşmese ve iyi niyetle bu cevabı verdiğini düşünsek bile, mesleğinin şartlarının ve insanların konforunun, iyiye gitmesi gerekirken neden hep aynı döngüde takılıp kalıyoruz? Kıyaslamak doğru mudur bilmem ama hocalarımızın pek çoğunda “Sigara içen doktorun sigara içmeme önerisi dikkate alınmaz” anlayışı varken “Çocuğunu emzirmeyen doktorun anne sütü önerileri dikkate alınmaz” anlayışı neden yok?
Evet, zorunlu hizmet sürecinin ardından işlemek istediğim diğer bir konu olarak:
Asistanlık Eğitimi
Tıp eğitiminde asistanlık eğitimi 6 yıl tıp eğitiminin arkasından 4-5 yıl olarak değişen, çoğunlukla belirli sebeplerle 1 yıl kadar uzatılan, şanslıysanız 8-5 mesai ve ayda ekstra 10 gece tuttuğunuz, 5 yılın sonunda 7-8 güne düşen nöbetlerle geçen bir süreç. Hastaneden başınızı çıkaramadığız desek çok da yanlış olmaz. Cerrahi branşlarda sabah pansumanı, hazırlığı, akşam viziti gibi sebeplerle sabah 7—akşam 7 mesainin üstüne 15 nöbetle tam anlamıyla hastanede yaşam döngüsü diyebiliriz. Ayda 15 gün, şanslıysanız gecede 3-4 saat koltukta sandalyede uykuyla geçen bir 5 yıl. İşin içinde acil ameliyatlar girerse o geceler uykusuz bile kalabiliyorsunuz. Yani 36 saat uyumadan çalışıp eve varabilirseniz, hastane dışındaki tüm vakitlerinizi uykuya vermek zorundasınız. Sosyal hayat, aile hayatı kavramları hayal oluyor. İnsanı insan yapan değerlerden uzaklaşıyorsunuz.
Asistanlık eğitiminde hocaların ve kıdemli asistanların mobbingi konusu, birçok örnekte asistanlığa dayanamayıp istifayla sonuçlanan bir süreç olsa da bu konuya değinmeyeceğim. Ülkedeki durumun farkında olan ve birbirine sıkı sıkıya bağlanan meslektaşlarımın hürmetine binaen...
Bu asistanlık sürecinde yapılan işlere, istifaya giden başka sorunlara değinmek isterdim ancak mesleğin kendi içindeki sorunlarıyla sizi çok da sıkmak istemedim. Anlattığım kadarıyla zaten anlaşılacağımı düşünüyorum. Ama bazı branşlardaki mesleki ve sayı yeterlilik seviyelerinin düşmesiyle alakalı bir iki örnek vermek istiyorum. Yine il ilçe ve kurum adı vermiyorum. Bir hastanede aynı anda 4 tane genel cerrahi asistanının “biz pansuman yapmaya gelmedik” diyerek istifa etmesi ve 2 yıllık emeklerini çöpe attığına şahit oldum. Evet süreç böyle işliyor. Çömez asistanlar pansumanlarla başlayıp, hastaların ilk tedavi sürecini planlamaya ameliyat etmeye kadar giden bir süreç. Ancak bu zincirde kopmalar yaşanınca düzen bozuluyor. Bölümü tercih eden doktorlar azaldıkça, bir asistanın eğitim hayatında işlemesi gereken süreç işlemiyor. Örnek veriyorum bir cerrahi asistanı ilk ameliyatını 1. yılda yapması gerekirken 2. yılında yapıyor. Bu klinikte eğitim sürecinin aksadığını duyan diğer doktorlar bu klinikte eğitim almayı tercih etmiyor. Sonuç olarak bu klinikte uzman yetiştirme sorunu oluşuyor ve kısır döngüye giriyor. Pek bilinmese de asistan eksikliğinden servislerini kapatıp yatması gereken hastaları sevk eden, acil hizmetini etkin veremeyen bir çok klinik var. Bu kısım uzman yetiştirememe kısır döngüsünün de ötesinde bir vatandaş olarak sağlık hizmeti alamamamıza sebep oluyor. Evet, yeni hastaneler açılıyor ama içerisindeki doktor sayısı, malzemeler yeterli mi tartışılır.
Hekimlik sürecinde karşımıza çıkan diğer bir zorluk olarak da pek çoğumuzun ilk aklına gelen sorunu ele alırsak, bu sorun kesinlikle bir iki yazıyla değil üzerine kongreler toplantılar, yasalar, kanun ve yürütme düzenlemeleri gerektiren bir konu. Ancak yine de değinmek istiyorum:
Asistanlık eğitiminde hocaların ve kıdemli asistanların mobbingi konusu, birçok örnekte asistanlığa dayanamayıp istifayla sonuçlanan bir süreç olsa da bu konuya değinmeyeceğim. Ülkedeki durumun farkında olan ve birbirine sıkı sıkıya bağlanan meslektaşlarımın hürmetine binaen...
Bu asistanlık sürecinde yapılan işlere, istifaya giden başka sorunlara değinmek isterdim ancak mesleğin kendi içindeki sorunlarıyla sizi çok da sıkmak istemedim. Anlattığım kadarıyla zaten anlaşılacağımı düşünüyorum. Ama bazı branşlardaki mesleki ve sayı yeterlilik seviyelerinin düşmesiyle alakalı bir iki örnek vermek istiyorum. Yine il ilçe ve kurum adı vermiyorum. Bir hastanede aynı anda 4 tane genel cerrahi asistanının “biz pansuman yapmaya gelmedik” diyerek istifa etmesi ve 2 yıllık emeklerini çöpe attığına şahit oldum. Evet süreç böyle işliyor. Çömez asistanlar pansumanlarla başlayıp, hastaların ilk tedavi sürecini planlamaya ameliyat etmeye kadar giden bir süreç. Ancak bu zincirde kopmalar yaşanınca düzen bozuluyor. Bölümü tercih eden doktorlar azaldıkça, bir asistanın eğitim hayatında işlemesi gereken süreç işlemiyor. Örnek veriyorum bir cerrahi asistanı ilk ameliyatını 1. yılda yapması gerekirken 2. yılında yapıyor. Bu klinikte eğitim sürecinin aksadığını duyan diğer doktorlar bu klinikte eğitim almayı tercih etmiyor. Sonuç olarak bu klinikte uzman yetiştirme sorunu oluşuyor ve kısır döngüye giriyor. Pek bilinmese de asistan eksikliğinden servislerini kapatıp yatması gereken hastaları sevk eden, acil hizmetini etkin veremeyen bir çok klinik var. Bu kısım uzman yetiştirememe kısır döngüsünün de ötesinde bir vatandaş olarak sağlık hizmeti alamamamıza sebep oluyor. Evet, yeni hastaneler açılıyor ama içerisindeki doktor sayısı, malzemeler yeterli mi tartışılır.
Hekimlik sürecinde karşımıza çıkan diğer bir zorluk olarak da pek çoğumuzun ilk aklına gelen sorunu ele alırsak, bu sorun kesinlikle bir iki yazıyla değil üzerine kongreler toplantılar, yasalar, kanun ve yürütme düzenlemeleri gerektiren bir konu. Ancak yine de değinmek istiyorum:
Sağlıkta Şiddet
Aslında örneklerle haberleri eklemek isterdim ama nerden başlayacağımı bilemedim. Aklıma gelen son olaylar hamile hemşirenin “hamileyim yapmayın” demesine rağmen tekmelenmesi, kafasına mermer masa objesiyle vurulan doktor, eli kesilen cerrah, hasta yakınları tarafından zorlanan kapıyı travma tahtasıyla tutmaya çalışan sağlık çalışanları gibi aklımızda görüntüleri kalan anlar.
Sağlıkta şiddet deyince nereden başlayacağımı bilemiyorum açıkçası. Ama bu meseleye acil servisler üzerinden değinmek istiyorum. Acil servisler dünyanın gelişmiş ülkelerinde gerçek anlamıyla “Acil” hastaların bakıldığı hayati tehlikelerle ilgilenen bölümlerdir. Ama Türkiye’de hiçbir hastanın başvurup geri çevrilmediği bir bölüm olarak karşımıza çıkıyor. 24 saatlik periyotla çalışılan bir acil serviste bir hekimin ortalama 300 hasta baktığını hesaplarsak (ki fazlasının bakıldığı çok fazla merkez var) bu hastaların her birine 4,8 dakika düşüyor. Bu sürenin içinde hastayı tanımak, şikayetlerini sormak, muayenesini yapmak, temel bulgularını değerlendirmek, tetkiklerini planlamak, tedavi başlamak belki reçete yazmak var. Bununla da bitmiyor bir defa baktığınız sedyede yatan hastaların gidişatını değerlendirdiğiniz vakitler de var. Anlayacağınız ne evdeki hesap tutuyor ne çarşıdaki. Ayrıca OECD ülkelerinde bir doktora ortalama 350 civarı hasta düşerken, ülkemizde bu sayı 500'ken, yani doktor açığı gayet fazlayken var olan doktorlara da böyle yüklenilen bir sistem var. OECD ülkelerinde bir doktor poliklinikte 8-10 hasta bakarken Türkiye’de 70-80 hasta bakılıyor. Zaten doktor açığı varken, basamaklı sağlık sisteminin uygulanmayışı, herkesin uzman doktora muayene olması lüksü(!) gibi sorunlar karşımıza çıkıyor. Doktorlar görevini yapamıyor, hastalara etkin tedavi veremiyor, muayeneye, hastayı dinlemeye vakit ayıramıyor.
Acil servislerdeki durumu özetlediysek şiddet sorununa buradan devam edebiliriz. Hastalar etkin tedavi alamıyor, dertlerini anlatamıyor, bu durum şiddet için geçerli bir savunma mı diye düşünürsek elbette hayır. Böyle bir durumda yetkili kurumlar tarafından sürekli olarak yapılan “hastaneler, sağlık çalışanları emrinizde” diye yapılan bilinçsiz propaganda, hasta nezdinde “emrimdeki hizmeti alamıyorum, emrimde olan çalışanlar bana hizmet vermiyor” algısı yaratıyor. Hastalar zaten en basit hastalıkta bile kötü hissederken, yaratılan bu saçma sapan algıdan da kaynaklı, sağlık hizmetinin alınamamasının faturasını, sağlık hizmetini etkin veremeyenlere kesiyor. Bilinçsiz ve sosyokültürel olarak git gide geriye götürülen bir toplumda da bunun faturası şiddet olarak karşımıza çıkıyor. Anlayacağınız sağlık hizmeti alıp verememe-iki taraflı gerginlik-şiddet kısır döngüsü git gide kötüye gidiyor. Yaratılan algıyla alakalı geçtiğimiz günlerde İlber Ortaylı’nın bir TV programındaki sözlerine de yer vermek istiyorum.
(İlber hocamızın her fırsatta sesimizi duyuruyor olmasından dolayı da teşekkürlerimizi sunuyorum.)
Sadece şiddete değinmiş olmayıp bu konuda da anlayış gösteren, saygı duyan, önerilere uyan HASTALARIMIZA minnettar olup teşekkürlerimizi iletmiş olalım.
Sağlıkta şiddet konusunun başında da söylediğim gibi bu kadar kısa yazmak beni kesinlikle tatmin etmiyor ancak kısa bilgilendirme için yeterli olacağını umuyorum.
Hekimlerin karşısına çıkan sorunlar yazdıkça çoğalıyor, önceki bölümde değindiğim basamaklı sağlık sistemini biraz açmak istiyorum.
Sağlıkta şiddet deyince nereden başlayacağımı bilemiyorum açıkçası. Ama bu meseleye acil servisler üzerinden değinmek istiyorum. Acil servisler dünyanın gelişmiş ülkelerinde gerçek anlamıyla “Acil” hastaların bakıldığı hayati tehlikelerle ilgilenen bölümlerdir. Ama Türkiye’de hiçbir hastanın başvurup geri çevrilmediği bir bölüm olarak karşımıza çıkıyor. 24 saatlik periyotla çalışılan bir acil serviste bir hekimin ortalama 300 hasta baktığını hesaplarsak (ki fazlasının bakıldığı çok fazla merkez var) bu hastaların her birine 4,8 dakika düşüyor. Bu sürenin içinde hastayı tanımak, şikayetlerini sormak, muayenesini yapmak, temel bulgularını değerlendirmek, tetkiklerini planlamak, tedavi başlamak belki reçete yazmak var. Bununla da bitmiyor bir defa baktığınız sedyede yatan hastaların gidişatını değerlendirdiğiniz vakitler de var. Anlayacağınız ne evdeki hesap tutuyor ne çarşıdaki. Ayrıca OECD ülkelerinde bir doktora ortalama 350 civarı hasta düşerken, ülkemizde bu sayı 500'ken, yani doktor açığı gayet fazlayken var olan doktorlara da böyle yüklenilen bir sistem var. OECD ülkelerinde bir doktor poliklinikte 8-10 hasta bakarken Türkiye’de 70-80 hasta bakılıyor. Zaten doktor açığı varken, basamaklı sağlık sisteminin uygulanmayışı, herkesin uzman doktora muayene olması lüksü(!) gibi sorunlar karşımıza çıkıyor. Doktorlar görevini yapamıyor, hastalara etkin tedavi veremiyor, muayeneye, hastayı dinlemeye vakit ayıramıyor.
Acil servislerdeki durumu özetlediysek şiddet sorununa buradan devam edebiliriz. Hastalar etkin tedavi alamıyor, dertlerini anlatamıyor, bu durum şiddet için geçerli bir savunma mı diye düşünürsek elbette hayır. Böyle bir durumda yetkili kurumlar tarafından sürekli olarak yapılan “hastaneler, sağlık çalışanları emrinizde” diye yapılan bilinçsiz propaganda, hasta nezdinde “emrimdeki hizmeti alamıyorum, emrimde olan çalışanlar bana hizmet vermiyor” algısı yaratıyor. Hastalar zaten en basit hastalıkta bile kötü hissederken, yaratılan bu saçma sapan algıdan da kaynaklı, sağlık hizmetinin alınamamasının faturasını, sağlık hizmetini etkin veremeyenlere kesiyor. Bilinçsiz ve sosyokültürel olarak git gide geriye götürülen bir toplumda da bunun faturası şiddet olarak karşımıza çıkıyor. Anlayacağınız sağlık hizmeti alıp verememe-iki taraflı gerginlik-şiddet kısır döngüsü git gide kötüye gidiyor. Yaratılan algıyla alakalı geçtiğimiz günlerde İlber Ortaylı’nın bir TV programındaki sözlerine de yer vermek istiyorum.
(İlber hocamızın her fırsatta sesimizi duyuruyor olmasından dolayı da teşekkürlerimizi sunuyorum.)
Sadece şiddete değinmiş olmayıp bu konuda da anlayış gösteren, saygı duyan, önerilere uyan HASTALARIMIZA minnettar olup teşekkürlerimizi iletmiş olalım.
Sağlıkta şiddet konusunun başında da söylediğim gibi bu kadar kısa yazmak beni kesinlikle tatmin etmiyor ancak kısa bilgilendirme için yeterli olacağını umuyorum.
Hekimlerin karşısına çıkan sorunlar yazdıkça çoğalıyor, önceki bölümde değindiğim basamaklı sağlık sistemini biraz açmak istiyorum.
Basamaklı Sağlık Sistemi
Bu konunun dünyadaki uygulamaları pek tabii kısa bir araştırmayla öğrenilebilir. Ama şunu söyleyeyim ki dünyanın hiçbir yerinde bizdeki gibi direkt uzman doktora randevu alınıp ücretsiz muayene olmak gibi bir sistem yok. Bu yazıyı bir vatandaş olarak okursam bu kısım başta benim de hoşuma gitmeyebilir. Ama paragrafın ilerisinde söyleyeceklerimden anlayacağız ki etkin sağlık hizmeti almanın önündeki en büyük engellerden biri de budur. Yani geniş kapsamda baktığınızda karnı ağrıyan bir hastanın direkt dahiliye uzmanı tarafından değerlendirilmesi, o kişinin etkin tedavi alamamasına sebep oluyor. Türkiye’de basamaklı sağlık sistemini ele alırsak ilk aşamada şikayetleri olan hastanın aile hekimi tarafından değerlendirilip, tedavisinin yapılması gerekir. Eğer aile hekimi gerek tetkik gerekse elindeki diğer imkanlarla hastaya yeterli fayda sağlayamacağını düşünürse, ikinci basamak dediğimiz devlet hastaneleri ve semt polikliniklerinde gerekli alana sevk eder. Hastanın tedavisi devlet hastanesinde düzenlenir ayaktan takip edilir, yine sonuçsuz kalırsa ve belirli endikasyon dediğimiz gerekliliklerde yatış yapılıp hasta tedavi edilir. Eğer yine sonuçsuz kalırsa ileri tetkik ve tedavi için üçüncü basamak dediğimiz üniversite ve araştırma hastanelerine sevk edilir. Hastanın tetkik ve tedavisi ayaktan/yatarak orada düzenlenir.
Malum şehir hastanelerinin yapılması süreciyle bu basamaklar biraz birbirine kaymış durumda ama o konuya girmek bu yazı için pek doğru olmaz.
Bu yazıyı okurken “Bir anda bastıran ağrıdan kıvranırken aile hekimliğini mi bekleyeceğiz” diyenler olabilir. Tabii ki beklemeyeceksiniz. Acil servisler bunun için var. Ama 1 haftadır olan ağrı için acil servise başvurmak hem sizin sağlığınız için hem sağlık sistemi için hem de diğer hastalar için yanlış. Evet basamak süreci bu şekilde ilerlemesi gerekirken aile hekimliğinde tedavi alması gereken bir hasta, üçüncü basamak ileri tetkik ve tedavi imkanlarından faydalanıyor. Bunun sonucunda ihlal edilen şey, üçüncü basamak tetkik tedavi alması gereken hastaların hakları oluyor. Örnek verecek olursam karın ağrısı olan ve basit bir tedaviyle iyileşebilecek bir hasta alt basamaklarda tanı ve tedavi almadığı için, mide kanseri olan bir hastaya ayrılan süreden çalıyor. Acik serviste burnu 3 gündür akan hastaya ayrılan süre, aslında o sırada kalp krizi geçiren bir hastanın vaktinden çalınıyor. Peki bu basamaklı sağlık sistemine uyulmamasının yaptırımı var mı? diye soracak olursak evet var. Eczanede ödediğimiz 3-5 lira muayene ücreti. Yani kimse bu sistemin aslında farkında bile değil.
Hastaların çalınan zamanının da dışında, sigorta giderleri ve cebimizden çıkan paralar var. Aslında sigorta sistemine ayrı bir başlık açılabilir ama burada özetleyip o konuya girmek istemiyorum. Sigorta ve basamak sistemindeki aksaklıklardan kaynaklı olarak hastanelere ödenen miktarlar gülünç durumda, hastaneler borç içinde. Bazı özel hastaneler acil hastaların giderlerini faturalarda şişirerek cebimizden paramızı hortumluyor. Bununla alakalı ara ara gündem olup kapatılan yerler var. Ama bu buzdağının görünen yüzü bile değil. Bu sürecin sonunun sağlıkta özelleşmeye ve halkın çok büyük miktarda ücretlerle sağlık hizmeti almasına gideceğini öngörmek pek de zor değil.
Ücretler ve finansal konulardan konuşmuşken hekimliğin kanayan diğer yarası olan maaş konusuna da değineyim.
Malum şehir hastanelerinin yapılması süreciyle bu basamaklar biraz birbirine kaymış durumda ama o konuya girmek bu yazı için pek doğru olmaz.
Bu yazıyı okurken “Bir anda bastıran ağrıdan kıvranırken aile hekimliğini mi bekleyeceğiz” diyenler olabilir. Tabii ki beklemeyeceksiniz. Acil servisler bunun için var. Ama 1 haftadır olan ağrı için acil servise başvurmak hem sizin sağlığınız için hem sağlık sistemi için hem de diğer hastalar için yanlış. Evet basamak süreci bu şekilde ilerlemesi gerekirken aile hekimliğinde tedavi alması gereken bir hasta, üçüncü basamak ileri tetkik ve tedavi imkanlarından faydalanıyor. Bunun sonucunda ihlal edilen şey, üçüncü basamak tetkik tedavi alması gereken hastaların hakları oluyor. Örnek verecek olursam karın ağrısı olan ve basit bir tedaviyle iyileşebilecek bir hasta alt basamaklarda tanı ve tedavi almadığı için, mide kanseri olan bir hastaya ayrılan süreden çalıyor. Acik serviste burnu 3 gündür akan hastaya ayrılan süre, aslında o sırada kalp krizi geçiren bir hastanın vaktinden çalınıyor. Peki bu basamaklı sağlık sistemine uyulmamasının yaptırımı var mı? diye soracak olursak evet var. Eczanede ödediğimiz 3-5 lira muayene ücreti. Yani kimse bu sistemin aslında farkında bile değil.
Hastaların çalınan zamanının da dışında, sigorta giderleri ve cebimizden çıkan paralar var. Aslında sigorta sistemine ayrı bir başlık açılabilir ama burada özetleyip o konuya girmek istemiyorum. Sigorta ve basamak sistemindeki aksaklıklardan kaynaklı olarak hastanelere ödenen miktarlar gülünç durumda, hastaneler borç içinde. Bazı özel hastaneler acil hastaların giderlerini faturalarda şişirerek cebimizden paramızı hortumluyor. Bununla alakalı ara ara gündem olup kapatılan yerler var. Ama bu buzdağının görünen yüzü bile değil. Bu sürecin sonunun sağlıkta özelleşmeye ve halkın çok büyük miktarda ücretlerle sağlık hizmeti almasına gideceğini öngörmek pek de zor değil.
Ücretler ve finansal konulardan konuşmuşken hekimliğin kanayan diğer yarası olan maaş konusuna da değineyim.
Hekimlerin Maaş Sorunu
Aslına bakarsanız yukarıdaki sorunlardan sonra bu mesele belki de en son gündeme gelen meseledir. Çünkü hekimliğin birinci önceliği halkın sağlığı ve bu tehlikede. Sonrasında işimizi yapabilmek ve manevi karşılığını alabilmek. Yukarıda belirttiğim ve belirtemediğim sayısız sebeplerle işimizi de yapamıyoruz ve manevi karşılığını yeterince alamıyoruz. Ve son olarak da emeğimizin maddi karşılığı. Kaynağı bulamadığım için belirtemiyorum ama geçenlerde karşıma çıkan bir hesaplamayı paylaşmak istiyorum.
2007 yılındaki doktor maaşı ve asgari ücret üzerinden günümüzdeki duruma bakacak olursak;
2007 dolar 1,4
2007 yılı asgari ücret 562 lira=400 dolar
2022 yılı asgari ücret 4250 lira=317 dolar
Asgari ücretteki değer kaybı %20
2007 yılı sözleşmesiz, döner sermaye eklemeli hekim maaşı 5500 lira=3928 dolar (Sözleşmeli bunun iki katı.)
2022 yılı döner sermaye eklemeli hekim maaşı 10.000 lira=746 dolar. (Şu an doktorların çoğu 2.000 lira kadar döner sermeye ekini alamıyor.)
Hekim maaşındaki değer kaybı %81
2007 yılı hekim maaşı 10 asgari ücretken (sözleşmeli hekim maaşı 20 asgari ücretken) 2022 yılı hekim maaşı 2 asgari ücret olmuş durumda.
Hekimler şunu hak ediyor, bunu hak ediyor tartışmasına kaymaması için bu hesaplamayla şunu söylüyorum: Hekim maaşı asgari ücretteki oranın 4 katı kadar değer kaybetmiş. Böylesine bir durum da hekimlerin gözünü yurt dışına çevirmesine elbette katkı sağlıyor.
Zorunlu hizmetten başlayıp maaşlara kadar gelen bu sorunlar silsilesinde hekimliğin değerinin düşürülmesi demek, halkın sağlık hizmetinin düşürülmesi demektir. Yetkili kurumlarca yapılacak düzenlemelerle bu konulara “ağza bi parmak bal çalmalık” çözümler değil, kalıcı, ilerleyici ve hekimlerin göç etmeyeceği adımlar atılmadıkça daha çok yazı yazarız, düşünürüz, göç ederiz. Kaybeden yine vatandaş olarak, hekim olarak biz oluruz.
Bu yazıyı değinemediğim diş hekimleri, hemşire ve diğer yardımcı sağlık personellerinin affına sığınarak bitiriyorum. Geri dönüşler ve diğer konularda ulaşabileceğiniz mail adresim: [email protected]
Vatandaşların iyi bir sağlık hizmeti alacağı, sağlık çalışanlarının mutlu olacağı, devletin finansal şartlarının en iyi kullanıldığı bir sağlık sistemi ümidiyle esenlikler dilerim.
Eyüp KİŞİ
2007 yılındaki doktor maaşı ve asgari ücret üzerinden günümüzdeki duruma bakacak olursak;
2007 dolar 1,4
2007 yılı asgari ücret 562 lira=400 dolar
2022 yılı asgari ücret 4250 lira=317 dolar
Asgari ücretteki değer kaybı %20
2007 yılı sözleşmesiz, döner sermaye eklemeli hekim maaşı 5500 lira=3928 dolar (Sözleşmeli bunun iki katı.)
2022 yılı döner sermaye eklemeli hekim maaşı 10.000 lira=746 dolar. (Şu an doktorların çoğu 2.000 lira kadar döner sermeye ekini alamıyor.)
Hekim maaşındaki değer kaybı %81
2007 yılı hekim maaşı 10 asgari ücretken (sözleşmeli hekim maaşı 20 asgari ücretken) 2022 yılı hekim maaşı 2 asgari ücret olmuş durumda.
Hekimler şunu hak ediyor, bunu hak ediyor tartışmasına kaymaması için bu hesaplamayla şunu söylüyorum: Hekim maaşı asgari ücretteki oranın 4 katı kadar değer kaybetmiş. Böylesine bir durum da hekimlerin gözünü yurt dışına çevirmesine elbette katkı sağlıyor.
Zorunlu hizmetten başlayıp maaşlara kadar gelen bu sorunlar silsilesinde hekimliğin değerinin düşürülmesi demek, halkın sağlık hizmetinin düşürülmesi demektir. Yetkili kurumlarca yapılacak düzenlemelerle bu konulara “ağza bi parmak bal çalmalık” çözümler değil, kalıcı, ilerleyici ve hekimlerin göç etmeyeceği adımlar atılmadıkça daha çok yazı yazarız, düşünürüz, göç ederiz. Kaybeden yine vatandaş olarak, hekim olarak biz oluruz.
Bu yazıyı değinemediğim diş hekimleri, hemşire ve diğer yardımcı sağlık personellerinin affına sığınarak bitiriyorum. Geri dönüşler ve diğer konularda ulaşabileceğiniz mail adresim: [email protected]
Vatandaşların iyi bir sağlık hizmeti alacağı, sağlık çalışanlarının mutlu olacağı, devletin finansal şartlarının en iyi kullanıldığı bir sağlık sistemi ümidiyle esenlikler dilerim.
Eyüp KİŞİ