II. Abdülhamid’i savunanlar tarafından İttihat ve Terakki mensuplarının "islam düşmanı ve siyonist uşağı" olduğuna dair yönetilen suçlamalara son zamanlarda ülkemizde artan seküler milliyetçilik ile farklı bir boyut eklendi. Türkçülerin bir kısmı İTC mensuplarının Müslüman olduğunu söylerken diğer kısmı bunu reddediyor. Aslında zulme mukavamet parolasıyla oluşan bu yapı için bu konuyu tartışmak gereksiz olsa da konuyu sevgili dostlarıma anlatma gereği duydum.
İTC kurulduktan sonra 1895 yılına kadar örgütlenmeye çalışırken bu tarihte İstanbul’da Ermeni protestoları sonucunda İTC mensuplarınca bu protestolara karşı tepki gösterildi. İTC mensuplarınca hazırlanan aşağıdaki bildiri halka dağıtıldı:
"Müslümanlar ve ey sevgili vatandaşlarimiz Türkler!
Ermeniler devletimizin en büyük makamı olan ve bütün Avrupalılarca tanınıp hürmet gören Bâbiali'yi basmaya kadar cüret ettiler. Payitahtımizı sarstılar. Ermeni vatandaşlarımizın bu küstahâne hareketleri mucibi teessüfümüzdür; lâkin hakikatte zulüm, istibdât ve idaresizlik, bu mucibi teessür ve teessüf hadiseleri doğurmaktadır. Biz Türkler de umum Osmanlilar gibi bu müstebid hükümetten ıslâhat ve hürriyet isteriz. Cemiyetimiz bu maksadla çalışıyor. Biz bugün, Ermenileri tedibe çalışacağımıiza idaresizliğin, zulüm ve istibdâtın merkezi olan Babiâliyi, Şeyhülislâm kapısını,Yıldızı basarak bu daireleri müstebidlerin başına yıkalım, elele verelim, toplanalım, çoğalalm. Bizim de hürriyete, serbestiye âşık ve müstahak olduğumuzu âlem-i medeniyete gösterelim."
Bunun sonucunda İTC mensupları ya ülkeden kaçtı yada sürgün edildi. Özellikle Islahat Fermanından sonra Müslüman ve Gayri-Müslimler arasında yaşanan çatışmalar ve Osmanlı’nın ulusu din eksenli millet tanımlamasından dolayı İTC mensupları Müslüman tebaanın haklarını savunmaya çalıştı. Bu dönemde iki isim ön plana çıkıyor. Bir tanesi Mizancı Murat diğeri Ahmet Rıza’dır. Ahmet Rıza’nın positivist olmasından dolayı İTC’nin muhafazakar kanadı, Ahmet Rıza’dan rahatsız oldular ve yerine Mizancı Murat’ı getirdiler. Bahattin Şakir’e göre Mizancı Murat daha sonra II. Abdülhamit tarafından bin beş yüz frank maaşla satın alınarak İTC’nin aleyhinde propaganda yapmasıyla suçlandı.
II. Abdülhamit’in zulmune mukavamet için Paris'te toplanan I. Jön Türk Kongresi'ne azınlıklar da davet edilirken Prens Sabahaddin’in dış müdehale ve özerklik önerileri üzerine yoğun tartışmalar yaşandı. I. Jön Türk Kongresine katılan azınlıklar Prens Sabahaddin önderliğini Adem-i Merkez Cemiyeti’ni kurarak İTC’den ayrıldılar. Prens Sabahaddin ayrıldıktan sonra cemiyete Ahmet Rıza hakim oldu. Ahmet Rıza ve Bahattin Şakir gibi önemli isimler materyalist anlayışa sahiptiler ve İTC’nin muhafazakar kanadıyla sert tartışmalar yaşadılar. Muhafazakar kanadın temsilcisi Mizancı Murat’ın esas maksadı Halifelik çatısı altında, İslam dünyasını birleştiren meşrutî bir idare tesis etmekti.
Paris’teki İttihat ve Terakki haricinde Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ki içersinde Enver, Talat ve Cemal paşalar gibi önemli isimler barındırıyordu. Daha sonra bu cemiyette Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Şam’da kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’yle birleşerek 1907’de İTC çatısı altında II. Paris Kongresi'ni düzenlediler. I. Paris Kongresinin aksine azınlıklar içerisinden sadece Ermeniler bu kongreye davet edilirken özellikle Ermenilerin 1905 yılında İstanbul’da düzenlediği bombalı eylemler vs. yüzünden cemiyetten uzaklaştırılması kararı alındı. Bu andan itibaren Cemiyet pozitivist ve muhafazakar Müslüman Türklerden oluşan yapıya kavuştu.
Ayrıca Osmanlı devletinde azınlıklar birer birer bağımsızlığını ilan ederken hem balkanlardaki ahalinin Müslüman kimliği hem de Rusya’dan gelen Türk entellektüeller, Rus milliyetçiliği anlayışının dinsel temele oturmasından dolayı İTC’nin muhafazakar kanadının oluşumunda önemli rol oynadılar. Ayrıca komitenin Balkanlar başta olmak üzere Rusya ve İran’da örgütlenmelerinde Müslüman kimliği öne çıkarıldı. Yine İTC’nin Said Halim Paşa gibi muhafazakar kimliğiyle bilinen birini sedaret makamına oturtulması şüphesiz İslam karşıtı olmadıklarının en önemli göstergelerinden biridir.
İTC’nin kontrolünde 1915 yılına kadar yayın yapan Cihan-ı İslam dergisinde Müslüman birlikteliği savunulurken, aynı zamanda İTC’nin iktisadi dergisi Ulûm-İ İktisâdiye ve İçtimâiye Mecmuası yazarı Şuayıp’ın “Hürriyet-i Mezhebiye İslâmiyet ve Katolik Kilisesi” adlı eserinde; ‘’Din esâsen vicdâniyâttan ve herkesin hissiyât-ı samîmiyesindendir. Binâenaleyh hürriyet-i vicdân da hürriyet-i fikir gibi kânûnun dâire-yi nüfûzuna giremez. Hürriyet-i mezhebiyenin kabûlünden maksat ikidir: Evvelâ, muâmelât-ı umûmiye-yi devlette hiç kimse itikadât-ı mezhebiyesinden dolayı mu’âtab ihtilâf-ı mezheb ile hiçbir şekilde eşitsizliğe ve zorlayıcı muameleye mahal bırakılmamasıdır; sâniyen, her mezheb akâidini sözlü ve yazılı olarak serbestçe neşredebilmelidir. Yalnız icrâ-yı ibâdet ciheti birçok kimselerin mahall-i muayyende içtimâlarını ve bir cemiyet-i müttehide teşkil eylemelerini mücbir olduğundan bu icrâ-yı ibâdet-i müştereke maddesinin bir nizâma rabtı tâbiî ve hürriyet-i mezhebiye başkası hürriyet-i şahsiye ve fikriyesiyle sınırlıdır.’’ şeklinde laik devlet anlayışını vurgulamıştır.
II. Meşrutiyetin ilanından sonra Mahmut Şevket Paşa ile Maliye Bakanı Cavit Bey arasında yaşanan orduya verilecek ek bütçeyle ilgili krizden sonra Mahmut Şevket Paşa İTC’nin muhafazakar kanadından olan Miralay Sadık Bey’e meclis çalışmalarında destek verdi. Burada hem muhafazakar yaklaşımdan hem de politik nedenlerden dolayı bir desteği görüyoruz. Daha sonra Miralay Sadık Hizb-i Cedit’i mecliste kurdu. Talat Paşa Hizb-i Cedit’in amacını "…hükümeti masonların ve binâenaleyh dinsizlerin elinden kurtarmaktır." diye tanımlayarak bu oluşumdan rahatsızlığını dile getirmiştir. Hizb-i Ceditçiler ile Talat Paşanın aradaki sorunları halletmeye yönelik “Mevadd-ı Aşere” (on madde) isimli anlaşmadaki bazı maddeler; "Dinsel ve milli ahlak ve gelenekler “muhafaza” edilmekle beraber, Batı’nın medeni ilerilikleri Osmanlı ülkesinde geliştirilmelidirin yanı sıra Gizli ve özel amaçlarla kurulmuş olan derneklerin eylemleri yasaklanmalıdır. üzerine yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Mevadd-i Aşare İTC tarafından kabul edilmiştir.
Yukarıda da anlatığı üzere İTC kurulduğundan son anına kadar muhafazakar kanadıyla positivist kanadı arasında sert tartışmaların yaşanmasına rağmen ortak gayede buluşmayı başarmış bir yapılanmadır. Ahmet Rıza ve ekibi pozitivist ve milliyetçi, Mizancı Murat ve ekibi ise İslamcı görüşü temsil etmiştir. İTC’nin en büyük amacı II. Abdülhamid’in zulmüne mukavemetti. Bu yüzden içerisinde materyalist Ahmet Rıza ve alnı secdeden kalkmayan Enver Paşa gibi isimleri bulunduran İTC’yi Müslüman olmakla ya da Müslüman olmamakla suçlamak gibi saçma bir tartışmayı asla kabul etmiyorum. Dönemin konjonktürüne göre şekillenmiş ve istibdatı ortadan kaldırmayı amaçlayan bir yapı olarak tasvir etmek şüphesiz doğru olacaktır.