Köle Ahlakı Ne Demek?
Türk zihninin köleleşmesinin anlatmadan önce gelin evveal Köle Ahlakı kavramından bahsedelim; siyasi ve sosyolojik olarak oldukça kullanışlı olan bu kavram ilk olarak Nietzche’nin ortaya attığı bir kavramdır. Nietzche’nin anlatısına göre Köle Ahlakı, eski Yunan toplumsal yapısına göre kölelerin, efendilere karşı duyduğu hıncın bir dışavurumuydu. “ ... yırtıcı kuşu yırtıcı kuşluğundan sorumlu tutma hakkını elde ediyorlar böylece çünkü...” diyordu Nietzche Köle Ahlakı için, köleler zayıf ruhlarını meşru göstermek için bu ahlakı tesis etmişlerdi ona göre, böylece insanlar kendi özlerinde yer alan“ Tutku, Utku, Cinsellik” gibi duyguları küçük görüp bastıracaktı. Köle Ahlakının en büyük sorumlu Hıristiyanlık’tı zira İsa’nın bir“Mağlup” olması ve mutlak saadetin gökyüzünde olduğu düşünceleri yine Nietzche’ye göre insan ruhunu engelliyor hatta deyim yerindeyse öz bilinci iğdiş ediyordu.
Kısaca Köle Ahlakı, insanın öz ruhunu sakatlayan bir olgudur. Ruhu besleyen, onu yükselten kavramları demonize eden bir ahlak biçimidir. Köle Ahlakına sahip olan kişi vasat kalmayı, geride kalmayı yüceltir. Ve illaki kendisinden daha büyük bir iradeye inanırlar. Ve taptıkları iradeye iman etmeyenlere saldırır, rasyonalite düzleminden çıkarırlar. Bahsettiğimiz son unsurun okuyanın aklınıda kalıcı olması ileride bahsedilecek konuyu anlamanız için faydalı olacaktır.
Türklük Bilincinin Bölünmüşlüğü
Bizler zaten arada kalmış bir devletin arada kalmış çocuklarıyız. 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlayan “Türkler Modern Dünyada nasıl yaşayacak?” sorusu Türk entelektüeli tarafından cevaplandırılmaya çalışılmıştır. Bu cevaplandırılma sürecinin en büyük iç çelişkisi Batı’nın Türk zihninde durduğu konumdur. Ne demek istediğimi açarak anlatayım; Türkiye’de anayasal hürriyet için mücadele eden Jön Türkler, Batı’nın gelişmiş büyük ülkelerini model alıp onlardan destek beklerken, döneminde bir Jön Türk olan Rıza Nur İngiliz Büyükelçiliğine kendilerine destek vermeleri için dilekçeler yazıp gönderdiğini kendi anılarına anlatıyor, bir yandan da memleketin topraklarının paylaşıldığı Reval Görüşmeleri'nden sonra 1908 İhtilaline kalkışıyorlardı. Bu “katiline aşık olmak” deyiminden çok “katilinden katillik öğrenme” arzusudur. 1908’i takip eden Cumhuriyet ise “Batılı olmadan Batılı olmak” tutkusuydu.
Kısa özet olarak Batı hakkında bu ifadelerin Türk Bilincinin bölünmüşlüğünün örnekleri olarak görüyorum. Doğu’nun en önünde duran Türkler, savaş meydanlarında aldıkları bozgunlar ve teknolojik gerilemeden dolayı telaş içine düştüler. Bu telaşın neticesinde yukarı paragrafta bahsettiğim arayışlar doğdu. Şimdi biraz durup Türk bilincinin neden bu arayışlara gittiğini tartışalım; Türk bilincini Batı dünyasına (Batı nerede başlar diye sorabilirsiniz, çok uzun bir konu olduğu için es geçip sizin fikir dünyasındaki Batı yansımasına bırakıyorum) gıpta ile baktıran neydi? Ona adapte olmak isteği mi? Bu aceleyle verilen bir hüküm olur. İtiraf etmek lazımdır ki III. Selim’den beri hiçbir Türk aydını aslında hiçbir zaman Batı’ya adapte olmak istememiştir. Türk aydınlarının en temel isteği aslında nettir: Kırılmış gururlarını tedavi etmek. Evet tüm modernleşmemizi ittiren ana güç bundan ibarettir, Türk aydını hiçbir zaman Batılı olamayacağını bilerek Batılı gibi olmak istemiştir.
Türk bilincinin bölünmüşlüğünden bahsettiğim işte burada başlar. İmparatorluk geleneğinden kopup gelen Türk ekabiri kendisinden üstün hale gelmiş Avrupalı’ya karşı aşağılık kompleksi besleyerek Avrupa’nın seviyesine ulaşmak isteyerek kırılmış imparator gururunu tekrar kazanmak istiyordu. Bu istek toplumsal anlamda bir çelişkiye yol açtı. Bu çelişki Türk toplumundaki bazı kesimler arasındaki gerginliğe de sirayet etmiştir. Gerçekten bugün ülkedeki “ilerici-gerici” ya da “çağdaş–muhafazakar” gibi ikilemlerin derinine girdiğimizde bu ikilemlerin aslına İmparatorluk geleneğini hala benimseyip batıyı hakir görenlerle Batının bizden daha gelişmiş olduğunu düşünüp onu yakalamak isteyenler arasında olduğunu idrak ederiz. İşte son bölümde bahsedeceğimiz Köle ahlakı buradan doğdu. Ancak bundan bahsetmeden önce Cumhuriyet’in bu bölünmüşlükte nasıl bir etki ettiğini konuşalım.
“On Yılda On Beş Milyon Genç Yarattık Her Yaştan”
Cumhuriyetimiz kurulurken genç, fakir ancak gururluydu. Gazi Paşa kendi doğduğu memleketi kaybeden bir neslin evladıydı. Anadolu bozkırında kurmuş olduğu yeni devlette tek amaç modern ve Türk bir toplum yaratabilmekti. Bunun için Osmanlı yerine daha eskilere gidilmeli, bu gidişte Türk tarihi bile geçilmeli, Hititler bile kayda alınmalı, böylece Anadolu’nun bir anavatan olduğu akıllara kazınmalıydı. İçerde yeni bir ulus, yeni bir hafıza yaratmaya girişen Gazi Paşa dışarda da savaştığı Yunanistan başta olmak üzere Balkan ülkeleriyle pakt imzalayıp istikrarlı bir dış politika sürdürüyordu. (Ayrıca bu paktın somut bir nedeni daha var; Yükselen İtalyan faşizmi Balkanları tehdit ediyordu. Ancak yazımızdaki ana konumuz bu değil.) Modern dünyada Türklerin yaşam standardı az çok belli olmuştu. Yeni bir hafıza ve yeni elbiselerle muasır seviye yakalanacaktı. Ancak Atatürk’ün ölümü sonrası bu amaçları güden Kemalist Devrim yarım kaldı. Artık sembolik bile olsa büyük ölçüde memleket sathında etkisi azalmış, bazı bürokratik çevrelere tıkılıp kalmıştı. Bugünlerde görüyoruz ki artık bu gelenek bir kült haline gelmiştir. Bu bürokratların çocuklarının aşırı sol yada aşırı sağ fikirlere eğilmeleri de tesadüf değildir. Çünkü bu aileler çocuklarına fikri olarak tartışılacak bir şey veremezler. Aynı zıt simetrileri olan islamcı aileleri gibi çocuklarına geleneksel bazı değerler verirler. Ve her değer gibi bunların da içi boş, sınırları kaygandır. Dediğime somut bir örnek olarak şunu düşünelim; Atatürk’ü benimsediğini iddia eden insanların rahatça HDP ve Demirtaş’a sempati beslemesi doğal mıdır? Bu bir çelişkiden başka bir şey olarak algılanabilir mi? Bunun mantıklı olan tek açıklaması bu aileler için Atatürk, fikirleri yüzünden benimsenen bir isim değil, gelenekten gelen bir atadan başka bir şey değildir. Nasıl Allah ve Kuran-ı Kerim'le bütün rezillikler temizleniyorsa Atatürk adıyla da rezillikler, bölücü hevesler aklanmaktadır.
Tabii ki de bu madalyonun tersi de var; Cumhuriyetin olmadığı yerde çıkıp büyüyen ve Cumhuriyetin tüm değerlerini yok etmeye and içen siyasal İslamcılar Ortadoğu’ya ayrı bir kölelik duygusu güderler. Onların da açıklaması şudur; Cumhuriyet, Anadoluluları kendi dininden, ümmetinden uzaklaştırmıştır, o halde dini değerlere uzak, Osmanlı ruhuna (burada Osmanlı gerçek bir Osmanlı değildir, bir nevi ondan daha estetik, onla alakası olmayan sahte bir Osmanlıdır.) muhabbet beslemeyen bir Türk çocuğu, dindar ve ümmet bilincine tapan Afgan ya da Paki bir sığınmacıdan daha değersizdir. O yüzden onların memlekete gelmesi bir avantajdır onlar için çünkü onlar gerçekle alakası olmayan bir Osmanlı’nın abidi olarak ülkeye doluşan Afgan, Arap ve envai çeşit Sahraaltı Afrika vatandaşından yeni, güçlü bir “Osmanlı” yaratmak isterler.
Türk Köle Ahlakı Nasıl Doğdu?
Bir insan neden köle olmak ister? Neden pranga takmak ister özgür ellerine ya da zihnine? Bunu düşünmeye başladığımızda bulacağımız en doğru cevap kendisine olan özgüvenini yitirmesinin buna yol açacağıdır. Milletler için de bunun aynısı geçerlidir. Bizler Düşmanların bağrını koparıp bağımsızlığı kazanmış bir milletiz. Ancak itiraf edelim bu milletin soylu fertleri düşmanla vuruşurken İstanbul’u mesken tutan bazı yazarlar yapılan mücadelenin delilik olduğunu yazıyor kurtuluş olarak da İngilizlerin şefkatli kollarını işaret ediyorlardı. Bu yazarların hepsi mi kötü niyetliydi? Hayır. Onlar sadece üyesi oldukları millete güvenmiyorlardı. Bu yüzden kendi vatanlarına taciz edenleri kurtarıcı olarak karşıladılar. Taşrada bu daha içler acısıydı. Çünkü savaştan bunalmış halkın önemli bir kısmı Yunan işgaline direnmeyi bile düşünmemişlerdi, yine soruyorum bunlar hain miydi? Hayır sadece süregelen savaşlardan bıkmışlardı. Direnmek akıllarından bile geçmiyordu. Ancak direnmek için hayatlarını feda edenler bedel ödediler ve kazandılar.
Yukarıda bahsettiğim yüz yıl önceki hal bugün de öyledir. Yirmi yıllık AKP sultası Türk fikriyatına bir balta gibi inmiştir. Bu bilinçsiz yapılan bir eylem değildir. Çünkü mevcut hükümetin kendisini dayandırdığı siyasal İslam tam olarak bunu amaçlamaktadır; onlara göre Türklük, ümmetin bağrına atılan bir nifaktır, bu yüzden Türk olmaktan utanılmalı, her fırsatta bundan kaçınılmalıdır. Bu yolda İslamcı kendisini Müslüman Rum olarak adlandırmaktan da geri durmaz. Çünkü Rum hatta zenci bir Sünni Müslüman olmak, Türk olmaktan daha üstündür. Bir ümmetçi bu yolda zahirde karşı olacağı etnik bölücüyle bile aynı masaya oturur ve bundan gurur duyar...
Ne acıdır ki İslamcılık fikri amacına yirmi yılda ulaşmıştır. Onun Türk zihnine gerçekleştirdiği saldırılar toplumumuzu sakatlamış, Gencimiz, aydınımız kendi kimliğinden, dilinden utanır olmuştur. İşte Türk Köle Ahlakı böyle doğmuştur ve maalesef yeni değildir. Türk Köle Ahlakı en az Tanzimat’tan beri kolektif zihnimizde bir ur gibi yaşamaktadır.
Türk’ün Zihnini Köle olmaktan Nasıl Kurtarırız?
Asrımızda köleliliğin en can alıcı yanı kölelerin köle olduklarının farkında olmamasıdır. Artık Dünya gönüllü köleler dünyasıdır. Mensubu olduğumuz Türk milletinin bazı kesimleri de maalesef zihni olarak köleleleşmeye yatkındır. Bunun sebebi Türk halkının özgüvenini yitirmiş olmasıdır. Özgüvenini kaybeden insan köle olmaya yatkın değil köle olmaya meftun insandır. Türk’ün buradan kurtuluşu kaybettiğini tekrardan kazanmasından geçer. Peki ya bu kuru bir böbürlenmeyle mi olacak? Yani özgüvenini kaybetmiş Türk kuru böbürlenmekle mi yükselecek? Tabii ki de hayır! Doğru özgüven kendini bilmekten doğar. Öyleyse Anadolu Türkleri önce kendi kaynaklarını iyice etüt etmeli, birikimden faydalanmalıdır. Zaten bu olduğunda Anadolu Türklüğü kendi gücünden yeniden doğacak, zihnindeki köle zincirlerini kırıp dünya tarihindeki hak ettiği mevkiye gelecektir.
Son olarak fikrimize yakırı bir şeyler yazmak geliyor;
Biz, soyumuzun insanlarına ne kuru böbürlenme ne de kendi gölgesinden bile korkmayı öğütlemiyoruz. Bizim önerimiz geçmişin gölgesinde solmak ya da geleceğin hayalinde kaybolmak da değildir! Biz istiyoruz ki Soyumuzun insanları kendi öz değerlerini iyi bilip onları yükselmek için kullansınlar. Biz istiyoruz ki milletimizin ismi dünyanın her köşesinde saygıyla anılsın. Ve biz nihai olarak istiyoruz ki obez hantal bir boksör değil cüsseli ama atletik bir boksör olalım!