“Bir lider, insanları gitmek istedikleri yere götürür. Büyük bir lider, insanları gitmek istemedikleri yere götürür, ama o yer gitmeleri gereken yerdir.” Rosalynn Carter
31 Mart 2019’da “kingmaker”lık rolü üstlenen Türk milliyetçiliği, ne oldu da 5 yıl sonra hem iktidar hem de muhalefet kanadındaki denklemlerden tasfiye oldu?
Türkiye şüphesiz ki 1 Nisan 2024 sabahına büyük bir şokla uyandı. Bunu hem kurumsal siyasetin dinamikleri açısından hem de toplumumuzun reflekslerini anlamaya çalışarak nitelendirmek mümkün. Ancak ben içinde bulunduğum topluluğun hislerinden yola çıkarak, yani bir Türk milliyetçisinin perspektifinden olan biteni yorumlamaya çalışacağım.
Oyunu açık etmekten çekinmeyen biri olarak söylemeliyim ki ben bu seçimlerdeki tercihimi Zafer Partisi ve İYİ Parti’den yana kullandım. Yani kaybedenlerin yanında... Bu tercihi yapmamda tabii ki ideolojik aidiyet önemliydi, nihayetinde Türk milliyetçiliğini kurumsal düzeyde yok oluştan kurtulmak ve her iki partinin de iddiasını devam ettirmek istedim. MHP ve BBP gibi partilere oy veren vatandaşlara saygı duymakla birlikte partilerinin gütmüş olduğu siyaseti reddettiğimi ve son derece makul sebeplerle kendilerini bu yazının daha ileri kısımlarında konu edemeyeceğimi belirtmek isterim.
Verdiğim oydan pişman değilim fakat milliyetçi temsili üstlenmeye namzet olan bu aktörleri yeteri kadar eleştirememekten ziyadesiyle pişmanım. Keza bu seçimin Türk milliyetçiliği için son derece olumsuz sonuçlar yarattığını ve harcanan potansiyelin hissettirmiş olduğu hayal kırıklığını düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Yazının başındaki ifade eski ABD Başkanı Jimmy Carter’ın eşi Rosalynn Carter’a ait. Kendisi ABD’nin en çok saygı duyulan First Lady’lerinden biri olmasının yanı sıra, 1976 Başkanlık Seçimleri kampanyasının da en etkili aktörlerinden olarak görüldü ve kocasının görev süresince yaptığı danışmanlık ile adından da sık sık söz ettirdi. Carter’ı yakından tanımak ve siyasi perspektifini anlamak isteyenler için “First Lady from Plains” adlı otobiyografisini önereyim ve yazıma devam edeyim.
Sözün ağırlığı insanın bilişsel potansiyelini maksimize edecek bir niteliğe sahip olmasa da oldukça sade olan üslubu ve içinde olduğumuz durumun çağrıştırdıklarıyla bizi düşünmeye sevk ediyor. Çünkü bugün itibariyle Türk milliyetçiliği yalnızca temsil kriziyle değil, liderlik problemiyle de mücadele etmek zorunda.
Umutsuz Bekleyiş: Temsilen Yok Olmanın Eşiğinde Miyiz?
Eğer mevcuttaki milliyetçi partilerin doğuşuna odaklanır ve tüm bu partilerin MHP gövdesinden ayılan dallar olarak görürsek elimizde, gövdenin kendisiyle birlikte, tam olarak beş tane milliyetçi parti var: MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi, Büyük Birlik Partisi, Milli Yol Partisi. Buna Yavuz Ağıralioğlu ve Adem Taşkaya’nın kuracağı partileri de eklediğimiz zaman büyüklü küçüklü, milliyetçiliği parti programlarında öne çıkaran, yedi adet siyasi parti var. Bilmem bu diyeceğim sizler için bir anlam ifade eder mi, ancak 1965 seçimleri akabinde mecliste 15 milletvekiliyle temsil edilen ilk Türkiye İşçi Partisi ve bugün varlığını sürdüren 20’den fazla sosyalist partinin içinde bulunduğu çıkmaz arasındaki ilişkiyi kurarsanız aşağı yukarı nereye gelmek istediğimi anlayacaksınız. Öyle ki milliyetçi liderlerin inisiyatif eksikliği ve örgütlenme beceriksizliği yüzünden kurumsal siyasette söylem gücümüzü günden güne kaybedeceğiz.
Buradaki yakınmam neden yekvücut hareket edilmediği ve çeşitlenen milliyetçiliğin bütüne vermiş olduğu hasarı tolere edebilecek bir mekanizmanın yoksunluğuna karşı bir hayıflanmadan ziyade, kendini Erdoğan’ın karşısında konumlayan muhalif milliyetçi partilerin sorumluluklarını bilmemesidir. Çünkü İYİ Parti ve Zafer Partisi’nin aldığı oy miktarının toplamı DEM Parti’yi dahi yakalayamamış ve çok az bir farkla MHP’yi geçmesine rağmen Cumhur İttifakı’ndaki milliyetçi seçmenlere yine alternatif olamamıştır.
Lafı ağzımda daha fazla gevelemeden söyleyeyim, bu partiler korkakça hareket etmiştir.
İYİ Parti korkakça hareket etmiş, 14 Mayıs’taki sonuçlardan sonra özeleştiri yapamamış, “bedel” ödetememiştir. Milletvekili aday listelerinde kendisine yönelen itirazı yok saymış ve çok daha yanlış bir stratejiyle yerel seçimlere hazırlanmıştır. Siyasal iletişimde bir kez daha muazzam hatalar yapılmış ve ORC denen oluşuma bir kez daha kazıklanılmıştır. Meral Akşener, benim de canı gönülden desteklediğim, üçüncü yolu açmak için çaba sarf etmiş ama o kadar yanlış bir yöntem izleyerek buna soyunmuştur ki gösterdiği adaylarla seçmen gözündeki samimiyetini yitirmiştir. On ay öncesinde Türkiye’nin yüzde kırkının ablası veya annesi olarak bilenen genel başkan, kendisine oy veren seçmenlerin gözünde dahi “çocuksu” bir intikam duygusuyla hareket eder olarak görülmüştür. Bu sebeplerden ötürü Meral Akşener kesinlikle istifa etmelidir. Çünkü sadece kendisini değersizleştirmekle kalmamış, partide görev yapan bazı şahısların itibarının zedelenmesine ve tüm teşkilatın demoralize olmasına sebep olmuştur. Ucube sistemin en büyük düşmanlarından olan ve hem kişisel düsturu hem de AKP’ye karşı verdiği mücadelesiyle hepimizin takdirini, desteğini ve oyunu kazanan Akşener, kendisinin ve partisinin selameti açısından düzenlenecek olan kurultayda aday olmamalıdır. Unutulmamalıdır ki Türk siyasi tarihi bir partiler mezarlığıdır ve milliyetçi seçmen asla seçeneksiz kalmamıştır.
Bunu yazmam sebebiyle sosyal medyadaki destekçilerinden bir araba küfür yiyeceğim Zafer Partisi de korkakça hareket etmiş ve Ümit Özdağ da yanlış stratejiyle seçimlere hazırlanmıştır. Zafer Partisi’nin, 14 Mayıs’ta hazine yardımı barajını geçememesi sebebiyle teşkilatlanmaya ve siyasi reklama yeteri kadar imkân bulamayışını anlayışla karşılamakla birlikte, Altılı Masa denen garabet yapıdan gelen tepki oylarının yarattığı delüzyonel vaziyet aşikardır. Öyle ki Ümit Özdağ, milliyetçi camiada “güvenilmez” olarak bilinen Sinan Oğan’a ikna ettiği seçmeni Azmi Karamahmutoğlu gibi çok daha güçlü bir adaya ikna edememiş ve Anadolu’da alacağını düşündüğü yerlerin neredeyse hepsinde ilk üç partiye dahi girememiştir. Lezita eylemlerinde ve İliç’teki faciada aldığı aksiyonla, benim kendisine oy verme sebebimdir, çoğumuzun takdirini kazanmış, ancak toplumdaki düzensiz göçmen karşıtı hissiyatın etkisini yanlış hesaplayarak milliyetçi söylemlerini çeşitlendirememiştir.
Bu arada Zafer Partisi şu aşamada İYİ Parti’den daha avantajlıdır, çünkü kendi sosyolojisini yaratmıştır. İYİ Parti MHP’den kopan ülkücüler ve AKP’ye oy vermeye eli gitmeyen sağ sekülerlerin oyunu alırken, Zafer Partisi seçmenleriyle bütünleşmiş ve ilk aidiyetlerinin adresi olmuştur. Bu kitlenin tavanının ne olduğunu bilmemekle beraber ne tek başlarına ne de herhangi bir ittifakla iktidar olmaya asla yetmeyeceğini söylemek, bugünün şartlarıyla, pekâlâ mümkündür.
Tüm bunlar bir yana, asıl değinilmesi gereken konu bir yana. Bu partiler korkaktır çünkü milliyetçi temsiliyeti üstlenmek için karşı tarafla kavga edememişlerdir. Bu partiler korkaktır çünkü biri bile çıkıp kurumsal yapısı tarumar edilen, yalnızca ikonlara ve alışkanlıklara tutunarak hayatta kalmaya çalışan MHP’ye sert bir şekilde muhalefet etmeye çalışmamış, MHP seçmenini ikna etmeye yeltenmemiştir. Bu partiler korkaktır çünkü liderlerinin ve kadrolarının anlamsız kompleksi ve saçma sapan egoları sebebiyle çoğu konuda aynı kanaati taşıyan tabanlarının benzerliğini görmezden gelerek onları umutsuzluklarıyla baş başa bırakmıştır.
Rubicon’un Eşiğinde: Lider Problemi Nasıl Aşılacak?
Bu iki parti, Zafer Partisi ve İYİ Parti, benden oy istedi ve ben de oy verdim. Oy verdiğim için konuştum ve itirazımı dile getirdim. Seçimlerdeki mağlubiyetin ardından seçmenin partisine hesap sorma hakkı vardır ve ben de hesap sordum. Camianın büyükleri dahi kafasını kuma gömerken 26 yaşındaki bir yüksek lisans öğrencisi olarak vazifemi yerine getirmeye ve olan biteni anlamaya çalıştım. Ben kabileci olmak ile milliyetçi olmak arasındaki seçimi 2017’de yılında yaptım.
Malumun ilanını beyan etmeye gerek yok. Haritadaki renkler bize ne anlamamız gerektiğini gayet iyi anlatıyor. Türk milliyetçilerinin karşısında artık iki tane balina var. Bunlardan biri 22 yıl boyunca devletin en mahrem yerlerinde dahi ufak gücü kendine bağlayan ve milliyetçi temsili elinde bulundurarak her yaptıklarını meşrulaştıran Cumhur İttifakı, diğeri yıllar sonra, bağlantısız bir şekilde, seçmenlerin çoğunun teveccühünü almış; liderliğini ise gezegenin en kalabalık on beşinci şehrini yöneten bir popüler figürün yönettiği CHP var. Eğer kutuplaşan siyasette erimeyeceksek ve mütemadi muhalifliğimize mahkûm kalmayacaksak mecburen değişeceğiz. Değişime de önce liderlerden başlayacağız. Çünkü yalnızca değişilen değil değiştiren de ödüllendiriliyor.
Açıkçası Meral Akşener’in aksine Ümit Özdağ’ın seçmeniyle kurduğu ilişkinin zayıfladığını veya kısa vadede zayıflayacağını düşünmüyorum. Ancak partisindeki tanrı-kral rolünün muhakkak zayıflaması ve kadrolarının öne çıkması gerekiyor. CHP’nin yükselişi ve AKP’nin düşüşü bize gösteriyor ki, tek adamlı yönetimler Türk siyasetindeki popülaritesini yavaş yavaş kaybediyor. Tam da bu sebepten değişimden kastım yalnızca parti genel başkanlarını değil; genel idare kurullarını, parti içi komisyonları, il ve ilçelerdeki teşkilatları da işaret ediyor. Daha çok parası olanın veya lidere vefası olanın değil, her ne kadar kullanmaktan imtina etsem de liyakatli olanın ve çalışmak isteyenlerin ödüllendirilmesi gerekiyor. Açıkçası bunun nasıl olacağına dair herhangi yol gösteremem. Öyle ki muhtar seçilmek için dahi 500 bin lira harcanan bir memlekette insanların koltuklarını bırakmasının ne kadar zor olacağını kestirmek zor değil. Ancak olmak zorunda. Türkiye’nin yakın geleceğinde bizim de söz hakkımız olsun istiyorsak, o koltuklar bıraktırılmak zorunda. Bu süreç yaşanmadığı takdirde yalnızlığımız kanıksanacak, seslerimiz kısılacak ve yönetebilmek için iddiamız muazzam bir ölçüde zayıflayacak.
Önceden belirteyim ki bu bir propaganda yazısı değil, bir uyarı yazısı. Ola ki bu değişim yaşanmazsa ve arzu ettiğimiz dönüşüm gerçekleşmezse, bünyesinde en ufak sorumluluk hisseden her Türk milliyetçisi sivil topluma yönelmeli ve siyaset yapmaya, itiraz etmeye, hesap sormaya devam etmelidir. Milliyetçi Kongre Derneği bunun için var, sesimiz kısılmasın, yalnız kalmayalım, iddiamızı koruyabilelim diye. Bu uzun ve sıkıcı yazıyı sabrederek buraya kadar okuyan herkese teşekkür eder ve bu vesileyle Temiz Türklerin yanında yer almak isteyen herkesi, büyük bir samimiyetle Milliyetçi Kongre Derneği’ne davet ederim.
Carter’ın sözüne son bir kez daha atıf yapıp, yazıyı bu paragrafta noktalayacağım. Türk milliyetçilerinin sadece genel merkezlerde oturanların dilediği ve görmek istediği liderliğe değil, farkındalığı yüksek ve seçmenine yol gösterebilecek büyük liderliğe ihtiyacı var. Türk milliyetçilerinin ideolojik temsiliyeti üstlenmek için MHP ile kavga etmekten korkmayan bir liderliğe ihtiyacı var. Mevcutların yürümeyi reddettiği yolu yürüyecek, Rubicon’u geçecek ve yere düşen itibarını yeniden ayağa kaldıracak bir liderliğe ihtiyacı var. İYİ Parti delegeleri umarım bu gerçeğin farkındadır. Keza sizler de çok iyi biliyorsunuz ki esas gösterilmesi gereken vefa şahsa değil milletedir.