Bu haftaki seçkimizde sunduğumuz yazarlar son zamanlarda Batı'da sıkça tartışılan ve Türkiye'ye de sirayet eden trans çocuklar tartışmasından CHP'nin Kürt açılımına; Rusya-Türkiye ilişkilerinde gözden kaçan dönüm noktalarına Ukrayna'da devam eden savaşta Ukrain direnişinin tarihsel kökenlerine birçok konuyu ele aldılar.
Yoğun Türkiye ve dünya gündeminde ne kadar mümkün bilinmez ancak keyifli okumalar dileriz.
E. Haktan Altın
TamgaTürk yazarı E. Haktan Altın, “Transseksüel Çocuklar Var mıdır?” başlıklı yazısında son zamanlarda tartışılmaya başlanan ve ucu pedofiliye kadar varan transseksüel çocuklar var mıdır konusunu ele aldı. “Son zamanlarda Türkiye’de çeşitli mecralarda yankı bulan “Transeksüel çocuk olur mu?” konusunu bir psikolojik danışman olarak çeşitli perspektiflerden, siyah veya beyaz demeden gri bir şekilde açıklamaya çalışacağım.” diyen Altın, konuya psikolojik kuramlar açısından yaklaştı.
Altın şu ifadeleri kullandı:
Çocuk İstismarı Tehlikesi Mevcut
Çocukların belli davranış kalıplarına zorlanılması sadece heteroseksüel ebeveynler tarafından değil aynı şekilde transeksüel veya homoseksüel olan çiftlerde de görülmektedir. Daha cinsiyet kavramlarını tamamen ayırt edebilecek yaşta olmayan erkek çocuğuna zorla etek giydirilmeye çalışılması veya makyaj yaptırılması gibi durumlar çocuk istismarı olduğu gibi çocuğu travmatize edici davranışlardır.
Buna ek olarak psikolojik sorunlar yaşayan veya ağır bir ergenlik geçiren bireyin cinsel eğiliminde de kafası karışık olabilir*** ve bu doğrultuda alması gereken bir konuşma kürü kişinin cinsel eğilimini ve kendisini tanımasında büyük derecede yardımcı olabilir.
Amerika’da içki veya sigara almak için dahi 21 yaşına gelmesi beklenen kişilerin 18 yaşına gelmeden önce yapılacak herhangi bir hormon tedavisi, yani cinsiyet değişikliği, hem psikolojik hem de fiziksel olarak insanı son derece etkileyebilmektedir. Bunun yanında, henüz üzerinde yeterince araştırma yapılmamış, gelecekte zararlı etkileri olabilecek ilaçlar ve geriye dönüşü olmayan sakatlıklar bırakabilecek uygulamaların henüz yetişkin olmamış bir bireye "tedavi" olarak sunulması etik olarak da bir tartışma konusudur (Rew, L., Young, C. C., Monge, M., & Bogucka, R., 2021).
Fehmi Koru
Gazeteci Fehmi Koru bu hafta “Ukraynalılar Ruslar’a sadece bugün için direnmiyor, direnişin tarihi sebebi var” başlıklı yazısında Ukrayna’da yaşanan Holodomor’u ilk kez kaleme alan Gareth Jones’un hikayesini ve hikayeyi beyaz perdeye aktaran Mr Jones filmini ele aldı.
Sovyetler Birliği’nin Ukrayna’da uyguladığı kıtlık politikasının bugünkü Rus işgaline direnişin temeli olduğunu belirten Koru, “Bu gerçek olay bugünle ilgili sizlere bir şeyler anlatıyor mu?” diye sordu.
Koru şu ifadeleri kullandı:
Rusya.. Ukrayna.. Moskova’nın izlediği politikalar yüzünden Ukrayna’da insanların ölmesi.. Stalin dönemi.. Putin dönemi.. Rus-Ukrayna kanlı tarihinin Polonyalı bir rejisör gözünden İngilizler tarafından 2019’da gösterime giren bir filmle günümüzde canlandırılması..
Hepsi hepsi… Saklayacak değilim, iki olay benim zihnimde üst üste çakışarak günümüzü daha iyi anlamama yarıyor.
Putin’in ısrarla “Ukraynalılar da Rus” iddiasına ve iki ülke insanlarının ırk açısından benzeşmesine rağmen, 64 kilometrelik tank gücüyle ülkelerini işgale kalkışan Ruslar’a Ukraynalılar’ın direnişinin arka-planında 1930’larda yaşanan ‘Holodomor’ (soykırım) olayından izler görüyorum.
Mesleğimiz açısından ise…
Hadi o konuya bu yazıda girmeyeyim.
Fikret Bila
Halk TV yazarı Fikret Bila bu hafta “CHP’nin Kürt Açılımı” başlıklı yazısında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyaretini ve burada verdiği vaatlerle daha önceki dönemde Kürt sorununa ilişkin söylediklerini ele aldı.
Bila şu ifadeleri kullandı:
Kılıçdaroğlu’nun bu açılımından önce de sorunun varlığını kabul eden ve çözeceğini taahhüt eden liderler oldu. “Kürt realitesini tanıyoruz” diye yola çıkan Süleyman Demirel, HEP adaylarına SHP listesinde yer veren ve Kürt raporu hazırlatan Erdal İnönü, idam cezasını kaldıran, Kürtçe yasağını kaldıran Bülent Ecevit, “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer” diyen Mesut Yılmaz, Tansu Çiller. Ve nihayet, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yönettiği PKK, Öcalan ve Kandil’i muhatap alan “çözüm” veya “açılım” süreci.
Ancak bu liderlerin hiçbiri soruna kalıcı bir çözüm getiremedi. PKK terör eylemlerine devam etti. ABD’nin desteği ve koruması altında Suriye’de bir ordu ve bir devlet yapısı da kurdu. Bu yönüyle Türkiye açısından sorun hem içeride hem dışarı devam ediyor.
Avrupa Birliği’yle tam üyelik için müzakere sürecinde, Ecevit hükümetinin idamı ve Kürt yasağını kaldırması, AK Parti iktidarı döneminde TRT kanallarından birinin Kürtçe yayına başlaması, Kürtçe nedeniyle açılmış davaların düşürülmesi, Kürtçe propagandanın serbest bırakılması, Kürtçe kursların açılması gibi adamlar da atıldı.
Bu adımlar Avrupa Birliği ilerleme süreçlerinde atılmış olsa da PKK ve aynı siyasi çizgideki HDP öncülü partilerin talepleri arasında da yer alıyordu.
Ancak bu reformlar ne PKK’yı ne de aynı taleplerde bulunan siyasi partileri tatmin etti.
Bu cenaptan gelen talepler arasında hayata geçirilmeyen ana dilde eğitim talebidir. Bu taleple birlikte HDP, Türkiye’nin yeniden inşasının Kürtlerin kurucu katılımı olmadan gerçekleşmeyeceğini savunuyor.
Barış Terkoğlu
Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu, bu hafta kaleme aldığı “Sezen’i bırak Şakira’ya bak” başlıklı yazısında, eli kanlı Rus diktatörü Putin’in kuklası Çeçen diktatörü Kadirov ve mürteci İsmailağa Cemaati arasındaki ilişkileri ele aldı. İsmailağa’nın lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’nun Çeçenistan’a ziyaretinin nasıl engellendiğini anlatan Terkoğlu, daha sonra Türkiye ve Rusya yakınlaşmasında bu rüzgarın tersine döndüğünü belirtti.
Terkoğlu şu ifadeleri kullandı:
Aradan dört yıl geçti. Türkiye ile Rusya yüzünü birbirine döndü. Batı’ya karşı tam yakınlaşma stratejisi başladı.
İşte bu dönemin ilginç bir ziyaretçisi vardı. Evet, doğru tahmin ettiniz. “Şakira’yla eğleniyor” diye kızılan Ramazan Kadirov, 2018 yılının kasım ayında Türkiye’ye geldi. Kahraman gibi karşılandı.
Ayağının tozuyla ziyaret ettiği isim kimdi derseniz, İsmailağa’nın lideri “Mahmut Hoca”dan başkası değil. Kadirov, ileri derecede yaşlılık sorunlarıyla boğuşan “Mahmut Hoca”nın elini öptü. Fotoğraflar, Marifet Derneği’nin sayfasından yayımlandı. Açıklamada da şu ifadeler kullanıldı: “Çeçenistan Cumhurbaşkanı Sayın Ramazan Kadirov Beyefendi, Mahmud Efendi Hazretleri’ni ziyaret ettiler.”
Yetmedi, Kadirov, TRT’de yayımlanan Osmanlı dizisi Diriliş Ertuğrul setinde görüldü. Oyuncularla birlikte, Kayı bayrağı elinde, poz verdi. Tanımasak “bizden biri” gibiydi!
İşin ilginci, dört yıl önce ortalığı ayağa kaldıranlardan eser yoktu. Hatta sosyal medyada, cemaat üyelerinin önemli kısmı, “Hocanın bildiği vardır” noktasındaydı. Dış politikadaki dönüş, “Şakiracı Kadirov”u, “Hikmetli Kadirov” yapmıştı. Kısacası, tek kitaba inandığını söyleyenler, dünya meselelerinde yine “kitapsız” oluyordu. Bir gün kâfir ilan ettikleri, iktidarın bir işaretiyle, mücahit ilan ediliyordu. BAE emirinden Kadirov’a, hikâye hiç değişmiyordu.
Mahir Şanlı
Vaziyet yazarı Mahir Şanlı, bu hafta “Rusya Karşıtlığı NATO’culuk mudur?” başlıklı yazısında Rusya karşıtlığına yöneltilen Amerikancılık ve NATO’culuk yaftalarını ele aldı. Şanlı, "Atlantikçilik - Avrasyacılık" tartışmalarını değinerek Türkiye’deki Rus karşıtlığının tarihini işaret etti.
Şanlı şu ifadeleri kullandı:
Gelelim işin terör boyutuna... Kendini NATO karşıtı olarak tanımlayan, bu karşıtlığa gerekçe olarak da NATO’nun terör örgütüne desteğini gösteren bir kesim var; ki NATO’da müttefikimiz olduğu hâlde bu tarz bir ihanete ortak olan her devlete karşı, her platformda hakkımızın savunulması olmazsa olmazımızdır. NATO’daki müttefiklerimiz, bu konuda kendilerini PYD ile PKK ayrı örgütlerdir olarak aklamaya çalışsalar da... Bu savunmanın bizim açımızdan kabul edilebilir hiçbir tarafı yoktur. PYD/YPG, PKK’nın sadece Suriye’de büründüğü bir posttan ibarettir. Bunda hiçbir tereddüt yoktur. Kimi NATO ülkeleri, PYD’yi terör örgütü olarak görmüyor da Rusya görüyor mu peki? Rusya da görmüyor. Görmek bir yana, Lavrov tarafından ağırlanacak kadar da itibar görüyor PYD Başkanı. Hatta Moskova’da PYD’nin bir de irtibat bürosu bulunuyor. Velhasıl kelam PKK/PYD’ye bakışı ele alarak da Rusya’yı NATO’dan evlâ görmenin bir mantığı yok.
PKK hadisesi üzerinden Rusya’yla yakınlaşma arzusu aslına bakarsanız başlı başına saçmalık. Mâlum, PKK’nın silah envanteri de büyük oranda Rus silahlarından oluşuyor. Kalaşnikov, Kanas (Druganov), RPG-7 hemen hepimizin terör operasyonları sırasında isimlerini öğrendiğimiz Rus yapımı silahlardır. Yıllar yılı evlatlarımız, bu silahlardan çıkan kurşun ve bombalarla şehit edilmiştir. Son dönemde oldukça revaçta olan Manpad konusunda da PKK elini Rus yapımı SA-14, SA-16, SA-18’lerle güçlendirmiştir. Bu gerçeklere gözünü kapatıp, “NATO, terör örgütüne örtülü destek oluyor, o sebeple Rusya’ya yanaşmalıyız” argümanına sarılmak dümdüz Rusçuluktur. Evet bulunduğumuz her platformda Türkiye’nin haklarını sonuna kadar savunacak, bize yapılan ihanetleri gür sesle yapanların yüzlerine haykıracağız. En sert mücadeleleri verecek, hakkımız olanı alacağız. Fakat hiçbir zaman bizi denize iterek yılana sarılmamıza sebep olan “ayı”yı da unutmayacağız. Çünkü gaflete düşüp unutursak eğer; bugün Ukrayna topraklarının yarısına “Novorossiya” (Yeni Rusya) diyen ve tekrar sahip olmak için gözü dönmüş gibi saldıran çarlık sevdalıları, yarın bir gün İstanbul için "Tsargrad (Çar’ın şehri) bizim hakkımız" diyeceğini biliyoruz.