Dün, AKP'li Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin Fransa’da yapılan toplantıda sarf ettiği -utanç verici- sözler uzun uzun konuşuldu. “Bu ülkeye yatırım yaparsanız malınız da canınız da güven altındadır” diyerek yersiz bir can korkusunu da gündemimize ekleyen Nebati, üzerine tüy dikerek sözlerine şöyle devam etmiş; ‘“Bir problem mi yaşadınız… Rahat olun. Bize hemen ulaşırsınız. Bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda Cumhurbaşkanımız var rahat olun. Mevzuatı da değiştiririz.”
Söylediklerinin doğru olduğunu pekâlâ hepimiz biliyoruz. Türkiye’de bir problem yaşadığımızda gitmeniz gereken kapının AKP’li Cumhurbaşkanı olduğunu zaten umumi tuvaletlerdeki gördüğümüz muameleyi dahi CİMER’e şikâyet ederek elbirliğiyle pekiştirdik -ki bu CİMER bana hep çocukken dinlediğim masallarda padişaha meramını anlatmak için ‘huzura çıkan’ sefil köylü görüntüsünü hatırlatıyor-. Mevzuat dediğimiz bürokratik birtakım zırvaların da işimize geldiği üzere değiştirilebileceği, bizzat ülkemizin dahili düzeninden sorumlu İçişleri Bakanımız tarafından dile getirildi. Nitekim, Türkiye’de hukukun üstünlüğünün, şartlar elverdikçe ve paşa gönlümüzün kriterlerince uygulandığı zaten herkesin malumu, bunu tartışmakta bir lüzum görmüyorum.
Ancak, Sayın Nebati’nin sözlerinin ardından, aralarında çok saygı duyduğum bazı isimlerin de olduğu onlarca kişinin, bu gibi açıklamaların yabancı yatırımcıyı ‘ürküteceğini’, uluslararası sermayenin sağlam bir hukuki düzen isteyeceğini ve olmadığı yerden koşarak uzaklaşacağını iddia ettiğini gördüm.
Arkadaşlar size bir sır vereceğim; öyle bir şey yok. Yeri geldiğinde yabancı sermaye bilakis bayılır böylesine.
Küçük çaplı, mafyatik vakalara girmeye ihtiyaç duymadan, aklıma bir çırpıda gelen, devletlerle kol kola yürüyen şirketlerin birkaç ‘kurumsal yolsuzluk’ vakasını özetlemek gerekirse;
FIFA – 2018 Rusya ve 2022 Katar Dünya Kupaları; Şu sıralar dünyanın yaptırım uygulamak için sıraya dizildiği Rusya’da daha 4 yıl önce bir dünya kupası düzenlendi. Bu yılın sonunda da köle emeğiyle inşa edilen stadyumlarda , hem de teamüllere tamamen aykırı olarak kasım ayında bir dünya kupası oynanacak. Bu iki turnuvanın da düzenlenmesi sırasında verilen rüşvetler, defalarca medyada haber oldu, nihayet 2020 yılında ABD Adalet Bakanlığı da resmi olarak bu rüşvet suçlamalarını kabul etti. Fakat yine de Katar 2022 hazırlıkları son hız devam ediyor.
1MDB ve Goldman Sachs – tarihin en organize yolsuzluklarından birisi olarak geçen bu olayda da bir Malay devlet kurumu olan 1Malaysia Development Berhad’dan yaklaşık 4,5 milyar dolar, Goldman Sachs bankacılarının içten yardımları sayesinde aracılığıyla başta devlet başkanı Najib Razak’ın hesabı olmak üzere birtakım kişilerin hesaplarına geçirilmişti. Dünyanın en ‘saygın’ finansal kurumlarından olan Goldman Sachs, bu dev vurgundaki rolü nedeniyle hem Amerika hem de Malezya’da hayli yüklü birçok ceza yedi. Eski devlet başkanı Najib Razak’ın yargılanma süreci devam ederken, halk arasında hala ciddi bir desteğe sahip olduğunu da üzülerek eklemek isterim.
TOTAL ve İran devleti – Evet, yine hukukun üstünlüğüyle tanınan bir başka devlet ve batılı kurumsal yatırımcıları. 1997 yılına kadar uzanan bu hikayemizde de, Fransız petrol şirketi TOTAL, İran’daki bazı petrol sahalarına erişim için dağıttığı rüşvetler nedeniyle 2013 yılında yaklaşık 250 milyon Euro cezaya çarptırıldı. Yetmemiş olacak ki, benzer suçlamalar nedeniyle 2018 yılında TOTAL tekrar mahkeme kapılarına düştü ve yine suçlu bulundu.
SIEMENS – Son olarak, yüksek iş ahlakları ve kurallara bağlılıklarıyla bilinen Almanların en büyük elektronik şirketlerinden birisi, Siemens. 2006 yılında ortaya çıkan skandalın detaylarında gördük ki, Siemens yıllık bir ‘rüşvet’ bütçesi tutuyor ve bu bütçeyi gerektikçe, dünyanın çeşitli yerlerinde devlet görevlilerine rüşvet olarak dağıtıyordu. Bu rüşvet bütçesinin başındaki isimlerden birisi olan Reinhard Siekaczek, yargılanması esnasında bu bütçeyi Siemens’in ‘rekabetçi’ kalabilmesi için hayati gördüğünü söyleyecekti.
Bu listeyi okuma keyfinizi kaçırıp ‘amma uzatmış yahu’ diyeceğiniz kadar genişletebilirim. Ancak lüzum görmüyorum. Sözün özü, ne batıda, ne de doğuda, doğuştan topyekûn ahlaklı insanlar, hukukun üstünlüğüne iman etmiş şövalyeler ve evrensel insan haklarına gönülden bağlı idealist savaşçılar var, bu insanlar her zaman azınlıkta oldular. Bir insanı kurallara uyan, çevresine saygılı ve iyi bir vatandaş yapan şey hemen her zaman kendi içgüdülerinden ziyade, içinde bulunduğu toplumsal yapının kurallarına uyma zorunluluğu ve uymadığında uğrayacağı yaptırımlar olmuştur. Öte yandan, bir nevi doğa kanunları gereği, iş dünyasında tek ve yalnız hedef her zaman daha ‘kârlı’ ihtimalleri kovalamaktır. Zira eğer siz kovalamazsanız, kovalayanlar sizi oyunun dışına iter. Ve bu sandalye kapma yarışında en konforlu koltuklara, birazcık rüşvetle kurulmak hiç de nadirattan değil.
Hukuki düzen, tam da bu olmasın diye, sıradan vatandaşı korumak için yok mudur zaten? Gücü olanın ensenize tokadı vurup elinizden ekmeğinizi almasının önünde hukuktan başka ne durur?
Türkiye, batılı bir tüketim kültürüne göbekten bağlı 80 milyon insanın yaşadığı, hayli zengin kaynaklara sahip bir ülke. Bu da yalnız ve güzel ülkemizi hem delicesine mal satabileceğiniz hem de keyfinizce doğal kaynaklarını sömürebileceğiniz bir ülke yapıyor. Özellikle de eğer vatandaşlarını korumakla değil, pazarlamakla kendini mükellef gören, gaflet ve dalalet içerisinde bir zümre tarafından yönetiliyorsa.
Çatlakların arasından sızmayı, girdiği kabın şeklini almayı ve gün sonunda yüzünde gevrek bir sırıtışla kaynağı meçhul paralarını sayarken kendisinin ‘akıllı’, diğer herkesin ne kadar da salak olduğunu düşünmeden edemeyen bu şark kurnazı kasaba eşrafını başımızda tuttuğumuz sürece, bürokrasimiz alaşağı edilmeye devam edecek, ekmeğimiz elimizden alınacak ve biz bundan rahatsız olmadıkça hiç kimse de bize acıyıp elini uzatmayacak.
Söylediklerinin doğru olduğunu pekâlâ hepimiz biliyoruz. Türkiye’de bir problem yaşadığımızda gitmeniz gereken kapının AKP’li Cumhurbaşkanı olduğunu zaten umumi tuvaletlerdeki gördüğümüz muameleyi dahi CİMER’e şikâyet ederek elbirliğiyle pekiştirdik -ki bu CİMER bana hep çocukken dinlediğim masallarda padişaha meramını anlatmak için ‘huzura çıkan’ sefil köylü görüntüsünü hatırlatıyor-. Mevzuat dediğimiz bürokratik birtakım zırvaların da işimize geldiği üzere değiştirilebileceği, bizzat ülkemizin dahili düzeninden sorumlu İçişleri Bakanımız tarafından dile getirildi. Nitekim, Türkiye’de hukukun üstünlüğünün, şartlar elverdikçe ve paşa gönlümüzün kriterlerince uygulandığı zaten herkesin malumu, bunu tartışmakta bir lüzum görmüyorum.
Ancak, Sayın Nebati’nin sözlerinin ardından, aralarında çok saygı duyduğum bazı isimlerin de olduğu onlarca kişinin, bu gibi açıklamaların yabancı yatırımcıyı ‘ürküteceğini’, uluslararası sermayenin sağlam bir hukuki düzen isteyeceğini ve olmadığı yerden koşarak uzaklaşacağını iddia ettiğini gördüm.
Arkadaşlar size bir sır vereceğim; öyle bir şey yok. Yeri geldiğinde yabancı sermaye bilakis bayılır böylesine.
Küçük çaplı, mafyatik vakalara girmeye ihtiyaç duymadan, aklıma bir çırpıda gelen, devletlerle kol kola yürüyen şirketlerin birkaç ‘kurumsal yolsuzluk’ vakasını özetlemek gerekirse;
FIFA – 2018 Rusya ve 2022 Katar Dünya Kupaları; Şu sıralar dünyanın yaptırım uygulamak için sıraya dizildiği Rusya’da daha 4 yıl önce bir dünya kupası düzenlendi. Bu yılın sonunda da köle emeğiyle inşa edilen stadyumlarda , hem de teamüllere tamamen aykırı olarak kasım ayında bir dünya kupası oynanacak. Bu iki turnuvanın da düzenlenmesi sırasında verilen rüşvetler, defalarca medyada haber oldu, nihayet 2020 yılında ABD Adalet Bakanlığı da resmi olarak bu rüşvet suçlamalarını kabul etti. Fakat yine de Katar 2022 hazırlıkları son hız devam ediyor.
1MDB ve Goldman Sachs – tarihin en organize yolsuzluklarından birisi olarak geçen bu olayda da bir Malay devlet kurumu olan 1Malaysia Development Berhad’dan yaklaşık 4,5 milyar dolar, Goldman Sachs bankacılarının içten yardımları sayesinde aracılığıyla başta devlet başkanı Najib Razak’ın hesabı olmak üzere birtakım kişilerin hesaplarına geçirilmişti. Dünyanın en ‘saygın’ finansal kurumlarından olan Goldman Sachs, bu dev vurgundaki rolü nedeniyle hem Amerika hem de Malezya’da hayli yüklü birçok ceza yedi. Eski devlet başkanı Najib Razak’ın yargılanma süreci devam ederken, halk arasında hala ciddi bir desteğe sahip olduğunu da üzülerek eklemek isterim.
TOTAL ve İran devleti – Evet, yine hukukun üstünlüğüyle tanınan bir başka devlet ve batılı kurumsal yatırımcıları. 1997 yılına kadar uzanan bu hikayemizde de, Fransız petrol şirketi TOTAL, İran’daki bazı petrol sahalarına erişim için dağıttığı rüşvetler nedeniyle 2013 yılında yaklaşık 250 milyon Euro cezaya çarptırıldı. Yetmemiş olacak ki, benzer suçlamalar nedeniyle 2018 yılında TOTAL tekrar mahkeme kapılarına düştü ve yine suçlu bulundu.
SIEMENS – Son olarak, yüksek iş ahlakları ve kurallara bağlılıklarıyla bilinen Almanların en büyük elektronik şirketlerinden birisi, Siemens. 2006 yılında ortaya çıkan skandalın detaylarında gördük ki, Siemens yıllık bir ‘rüşvet’ bütçesi tutuyor ve bu bütçeyi gerektikçe, dünyanın çeşitli yerlerinde devlet görevlilerine rüşvet olarak dağıtıyordu. Bu rüşvet bütçesinin başındaki isimlerden birisi olan Reinhard Siekaczek, yargılanması esnasında bu bütçeyi Siemens’in ‘rekabetçi’ kalabilmesi için hayati gördüğünü söyleyecekti.
Bu listeyi okuma keyfinizi kaçırıp ‘amma uzatmış yahu’ diyeceğiniz kadar genişletebilirim. Ancak lüzum görmüyorum. Sözün özü, ne batıda, ne de doğuda, doğuştan topyekûn ahlaklı insanlar, hukukun üstünlüğüne iman etmiş şövalyeler ve evrensel insan haklarına gönülden bağlı idealist savaşçılar var, bu insanlar her zaman azınlıkta oldular. Bir insanı kurallara uyan, çevresine saygılı ve iyi bir vatandaş yapan şey hemen her zaman kendi içgüdülerinden ziyade, içinde bulunduğu toplumsal yapının kurallarına uyma zorunluluğu ve uymadığında uğrayacağı yaptırımlar olmuştur. Öte yandan, bir nevi doğa kanunları gereği, iş dünyasında tek ve yalnız hedef her zaman daha ‘kârlı’ ihtimalleri kovalamaktır. Zira eğer siz kovalamazsanız, kovalayanlar sizi oyunun dışına iter. Ve bu sandalye kapma yarışında en konforlu koltuklara, birazcık rüşvetle kurulmak hiç de nadirattan değil.
Hukuki düzen, tam da bu olmasın diye, sıradan vatandaşı korumak için yok mudur zaten? Gücü olanın ensenize tokadı vurup elinizden ekmeğinizi almasının önünde hukuktan başka ne durur?
Türkiye, batılı bir tüketim kültürüne göbekten bağlı 80 milyon insanın yaşadığı, hayli zengin kaynaklara sahip bir ülke. Bu da yalnız ve güzel ülkemizi hem delicesine mal satabileceğiniz hem de keyfinizce doğal kaynaklarını sömürebileceğiniz bir ülke yapıyor. Özellikle de eğer vatandaşlarını korumakla değil, pazarlamakla kendini mükellef gören, gaflet ve dalalet içerisinde bir zümre tarafından yönetiliyorsa.
Çatlakların arasından sızmayı, girdiği kabın şeklini almayı ve gün sonunda yüzünde gevrek bir sırıtışla kaynağı meçhul paralarını sayarken kendisinin ‘akıllı’, diğer herkesin ne kadar da salak olduğunu düşünmeden edemeyen bu şark kurnazı kasaba eşrafını başımızda tuttuğumuz sürece, bürokrasimiz alaşağı edilmeye devam edecek, ekmeğimiz elimizden alınacak ve biz bundan rahatsız olmadıkça hiç kimse de bize acıyıp elini uzatmayacak.