Türkiye’de son 10 yıldır milliyetçi camiada ciddi bir ayrışma var. Bir yanda AKP iktidarının bekası için estirilen rüzgar bir yanda da her ne kadar kendi içlerinde birçok farklılığı barındırsalar da bu rüzgarın karşısında direnenler. İkinci grup birinci grup kadar homojen değil. Şahsen ben de kendimi ikinci gruba dahil ediyorum.
Temel şikayetlerimizden birisi milliyetçiliğin bir moda haline gelmesi ve bu modanın milliyetçiliği yozlaştırması ancak buna karşı nasıl durulacağı konusu hala meçhul. Zira elimizdeki bütün figürler ve anlatılar kurumsallığın getirdiği avantaj sayesinde birinci grup tarafından gaspedildi. Nitekim bazı figürler bizden olmasa da bizimle aynı cephede duranlar tarafından da kullanılıyor.
Milliyetçiliğin müstakil kalmaya çalışan grubu bu noktada iyice sıkışıyor. Karabağ’ın alınmasına hepimiz sevindik ancak Karabağ’ın alınması ve buna Türkiye’nin verdiği destek bu iki devletin başındakilerin birer diktatör oldukları gerçeğini değiştirmiyor.
Karabağ’ın alınmasından sonra yapılan zafer kutlamalarında bir generalin bozkurt işaretini yapması gönlümüzü okşuyor ancak Erdoğan’ı görünce ona tepki göstermek amacıyla bozkurt yapanların nasıl markaja alındığı, “mimlendiği” hepimizin aklında; bugün en kesif milliyetçi geçinenlerin geçmişteki söylemlerini unutmadık. Zira milliyetçilik bir şuur işi ise bu şuur evvela hafıza ile ayakta kalır.
Bundan yaklaşık bir ay önce CHP’li bir belediyenin bir parka Atsız’ın adını vermesi üzerine çıkan tartışmalara ilişkin Bahadırhan Dinçaslan yazısında daha önce de birçok kez değindiği ikon siyasetinin şu anki boyutundan bahsetmişti.
Yazının konusu da esasında bundan mülhem, gasp edilmiş bu ikonlarımızı geri alabilir miyiz yahut yenilerini ikame edebilir miyiz? Bunları yapabiliriz, zira gasp edilmiş ikonlarımızın hikayesini hala biz biliyoruz. Ancak bizim kötü huyumuz, hikayemizi anlatmayı sevmiyoruz, beceremiyoruz. Ozanların soyunu tükettik.
Yeni ikonlar yaratmak da bir yol hatta bana göre bir ihtiyaç; çağ değişiyor. Geçmiş çağın ikonlarından beslenen yeni ikonların çıkması geçmiş çağdaki ikonların yıpranmasını da engeller. Nitekim İslamcı iktidar bunu yaptı; Erbakan bir ikondu, Erdoğan bundan beslendi ve kendisi, ondan öncekilerin hayal bile edemeyecekleri bir şekilde ikonlaştı. Antik çağların tanrı-kralları gibi bir konuma geldi; bu konumu tanrı-reislik diye adlandırmam yanlış olmaz sanırım. Lafı geçmişken reislik meselesi de esasında milliyetçi, ülkücü camianın malıydı o da gasp edildi.
Tabii ikonlarımızın neden gasp edildiğine de değinmek lazım; Erdoğan ve AKP iktidarı Türkiye’deki her grupla kavga etti ve yendi. Zira Erdoğan’ın güç açlığı inanılmaz boyutta ancak yenemediği tek kesim milliyetçiler oldu. Milliyetçiler Erdoğan’ın karşısında çözüm süreci gibi bir meselede kanları ve canları pahasına durup en nihayetinde çözüm sürecinin bitmesini sağladılar. Ancak fatihler fethedildi, muzaffer olanlar teslim oldu.
Milliyetçilerin bir kısmı yazının başında birinci grup olarak adlandırdığım gruba dahil oldu. Tabii bu çift taraflı bir geçişlilik yarattı; Erdoğan ve taifesi milliyetçi sembolleri kullanmak, dün küfrettiklerini kutsamak zorunda kaldılar. Ancak özellikle küfrettiğini kutsama meselesi milliyetçi camiaya da sirayet etti. Dün Erdoğan’a en galiz küfürleri savuranlar bugün devletin bekası adlı muhayyel bir mefkure için Erdoğan’la iş tutuyorlar.
İkinci grup ise hala Erdoğan’a muarız; Erdoğan ve zihniyeti ile kavga ediyor. Militarist, güvenlikçi politikalar üzerinden oynanan milliyetçilik oyununa kanmayıp milletin esas bekası için İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca kadar bile olsa mücadele ediyorlar.
Bize bir ikonaklazm gerekiyor. Gasp edilen ve artık geri alamayacağımız ikonlarımız da dahil olmak üzere karşı olduklarımızın elindeki ikonları kırmalıyız.
Bu ikonların en büyüğü korku ve yıldırma politikalarıyla etrafına bir suskunluk sarmalı örerek kötülüğü sıradanlaştıran ama buna rağmen memleketteki her iyi işi kendine bağlamak isteyen, tanrı-reis rolündeki Erdoğan. Her sahte tanrının bir korkusu vardır; bizimkinin korkusu doğrudan eleştirilmek, kendisine zarar verebilecek işlerle adının anılması kısaca amiyane tabirle karizmasının çizilmesi. Ancak tek adamlık rejiminin yan etkilerinden birisi bu; her şeyi kendinize bağlarsanız -evet kanalizasyon boruları da dahil- eninde sonunda kötü şeylerle de adınız anılır. Soyunduğunuz tanrı-reislik rolünde hayrı da şerri de sizden bilirler ve bu memlekette pek hayır kalmadı.
Fırat’ın kıyısındaki koyundan sorumlu olduğunuzu iddia etmek kolay; işsizlik yüzünden intihar edenlerden, kadın cinayetlerinden, tecavüzlerden, yoksulluktan, pahalılıktan, memleketi birbirine düşürmekten de Erdoğan sorumludur. İkonlarımızın gasp edicisi odur. Pehlivanoğlu’nun mektubunu tahrif eden odur. Ermenistan’la yakınlaşırken Azerbaycan bayraklarını çöpe attıran odur. Şehit annesini yuhlatan odur, şehit olmuş bir çocuğun annesinin gönlünü kıran odur, şehitlerin sorumlusu odur.
Nihayetinde kıracağımız en büyük ikon da odur.
Belki Hz. İbrahim kadar put kırıcı olamayız, bütün kainatta sesimizi ancak dalından düşen bir yaprağa duyurabiliriz ama en azından karınca kadar inandıklarımız uğruna çabalamış oluruz.
Semir Yapıcı