Diktatörler işgalcidir. Dikta yönetimlerine başkaldırmak, hiç değilse bir çift söz söylemek ise insan olmanın gereğidir.
En zorba diktatörlük dahi meşruiyete ihtiyaç duyar. Çoğu diktatörlük meşruiyetini yasalara dayandırır. Bu yasalar bazen ilahî bazen de beşerî yasalar olur. Yapılan her şey yasaya uygun görünse de dikta yönetimlerinde yasalar, kolluk ve diğer devlet aygıtları diktatörün elinde baskı ve zulüm aracına dönüşür.
Vatandaşlar elbette yasal haklarını talep edebilirler, vatandaşlık/yurttaşlık dediğimiz paydaşlık içerisinde olması gereken budur. Ancak dikta yönetimlerinde yurttaşlık bir paydaşlığa dayanmaz. Bu yönetimlerde bir çift hukukluluk vardır. Diktatörler işgalci olduğu kadar bölücüdür. Diktanın adamları lüks içinde yaşar, karnını doyururken toplumun geneli açlıkla, işsizlikle, sefaletle boğuşur. Yolsuzluk, dikta yandaşlarına meşru iken muhaliflerin dikta yönetimine yönelteceği her muhalif ses suçtur.
Çıkan her muhalif ses diktatörlük yasalarına uydurularak bastırılır. Yasa koyuculuk görevi diktatörlerin elinde olduktan sonra yasalar ne kadar meşru olabilir?
Diktatörlerin bir meşruiyet kaynağı da yardakçılardır. Bunlar muhalif sesler bastırılırken alkış tutar, çığırtkanlık yaparlar. Çoğu zaman hareketleri ve sözleri diktatörlüğün kendisinden daha aşağılıkçadır. Bazen, bazıları ölçüyü kaçırır ve diktanın meşruiyetinin sorgulanmasına neden olacak kadar ileri gider. O zaman dikta yönetimi bu yardakçıyı kurban vermekten çekinmez. Diktatör bu yolla da kendi meşruiyetinin devamlılığını sağlamayı hedefler. Yandaşına ve muhalifine dönüp “Bakın! İşte ben diktatör olsaydım bu yardakçımı sizlere kurban verir miydim?” diye sorarlar. Oysa bu bir göz boyamadan başka bir şey değildir. Kurban verilen yardakçılar apaçık muhalefet etmedikleri sürece asla yargılanmaz, hesap vermezler.
Dikta yardakçıları her zaman üst makamlarda olmaz. Bazen sokakta sefil bir halde karşınıza çıkar. Sefaletinden memnundur. Diktatör, onun hoşlanmadıklarını ezerek kendisi gibilerden oluşan bir kümeyi taltif etmiştir. Böylesi için diktatörlüğün devamı üst makamlardakiler için olduğundan daha önemlidir. Sefaletini böylece unutur, örter; kendini artık önemli bir kişi olarak görür.
Dikta yönetimlerinde cezası kesin ama şekli belirsiz en büyük suç muhalifliktir. Dikta yönetimlerinde insanlar katil olabilir, tecavüzcü olabilir, hırsız olabilir; bunların cezaları bellidir ve affedilebilir suçlar olarak görülürler. Ancak diktatöre muhalefetin nasıl cezalandırılacağı muallaktır. Bu ceza bazen muhalifin itibarına saldırmak, onun toplumdan dışlanmasını sağlamak olur bazen de muhaliflerin keyfî sebep ve sürelerle hapse atılmasıyla olur. Muhaliflik suçu bireysel olarak değerlendirilmez. Muhalifin ailesi, çevresi, dostları; onu herhangi bir şekilde tanıyanlar da dikta yönetiminin hedefindedir. Çünkü muhalefet tohumu filizlenmemelidir.
Muhalife eziyetin aracı kolluk kuvvetidir. Dikta yönetimlerinde kolluk kuvvetleri içerisinde muhalif barındırılmaması hedeflenir. Kolluklar diktatörün geceleri rahat uyuyabilmesini sağlar. Diktatör uykudayken kolluk “işini” yapar. Halk, kolluktan ne kadar korkar veya kolluğu ne kadar kutsarsa diktatör o kadar rahat yaşar. Çıkabilecek en ufak bir isyan kıvılcımı dahi kolluk ve yardakçılar aracılığıyla boğulur. Diktatör de bu kolluk ve yardakçıları her zaman bir sopa olarak topluma gösterir.
Halkın cehaleti de dikta yönetimlerinin desteklediği bir durumdur. Halk olan bitenden ya haberdar olmamalıdır ya da yanlış bilgilenmelidir ki diktanın rahatı devam etsin. Toplumsal olaylarda dikta yönetimi hem sorumluluğu üstlenmemek hem de oluşabilecek tepkilerin yanlış adrese yönlenmesini sağlamak için bizzat konuşmak yerine önce fısıltı gazetesini kullanırlar. Fısıltı gazetesi dikta yönetimlerinin en önemli iletişim aracıdır. Dedikodu aracılığıyla yayılan bilgiler cahil bir toplumdaki en muteber bilgilerdir. Falan kişinin filan akrabasının sözleri yahut itibar görmek isteyen birisinin mübalağalı yalanı gerçeğin kendisinden daha çok inanan bulur.
Aydınların sözlerine itibar edilmez çünkü aydın toplumdan dışlanmıştır. Aydınlar da çoğu zaman bu dışlanmışlığı kabullenir ve topluma kötü gözle bakar. Bu doğal görünebilir, kendisine düşman bir halka, aydın neden dost olsun? Ancak dikta yönetimleri aydınlar ve toplum arasındaki ayrılığı da destekler. Aydınlar toplumu sevmemeli, toplum aydınları anlamamalıdır. Dikta yönetimi eliyle açlık ve sefalete sürüklenen topluma aydınların görece müreffeh yaşamı gösterilir; halkın kini ve nefreti aydınlara yöneltilir. Bu sayede diktatörün rahatı bozulmaz. Arada bir bazı aydınlar da bu dikta yönetimine teslim olur ve onların meşruiyet sözcülüğünü yaparlar.
Bütün bunlarla mücadele için ne yapılmalıdır? Evvela diktanın meşruiyet kaynakları kurutulmalı; açlık ve sefaletin yegane sorumlusunun dikta olduğu topluma yılmadan usanmadan anlatmalı, çığırtkan yardakçılardan daha yüksek sesle konuşulmalı. Geçmişteki şanlı günlerin anılarına kanıp diktaya hizmet etmekten başka vasfı kalmamış kollukları kutsamayı terk etmek gerekir. Toplum tarafından verilen vergilerle karnı doyurulan kolluklar halkı “kollamıyorsa” neden kutsansın? Yasalar ve bu yasalara dayanan vergiler sadece diktatörün keyfine hizmet ediyorsa bu yasalara, vergilere karşı sivil itaatsizlik yolu tercih edilebilir.
Örgütlü ve uzlaşmaz az kişi örgütsüz bir topluluğu pekala yenebilir. O halde dikta yönetimlerine karşı örgütlenmek ve uzlaşmaz olmak gerekir.
Dikta yönetimleri de örgütlüdür ancak her zaman uzlaşmaz bir yapıda değildir. Zira diktatörler kırılgandır, taş yemek yerine taşı tutanla el sıkışmayı tercih ederler. Taş tutan bir kez el sıkıştıktan sonra artık diktatörün esiri olur ve diktatör tarafından yok edilene kadar kullanılır. Diktatörlere herhangi bir şekilde uzlaşmak hiçbir zaman fayda getirmez, sadece sorunun üstünü geçici bir süreliğine örter ve diktatörü bir sonraki cürmü için cesaretlendirir.
O halde toplumdaki bireyler nihai olarak hür ve müreffeh olana, devletin gücü bireylerin hürriyetinden gelene kadar dikta yönetimlerine karşı mücadele edilmelidir. O zaman diktatörlerin işgali sona erecektir.
En zorba diktatörlük dahi meşruiyete ihtiyaç duyar. Çoğu diktatörlük meşruiyetini yasalara dayandırır. Bu yasalar bazen ilahî bazen de beşerî yasalar olur. Yapılan her şey yasaya uygun görünse de dikta yönetimlerinde yasalar, kolluk ve diğer devlet aygıtları diktatörün elinde baskı ve zulüm aracına dönüşür.
Vatandaşlar elbette yasal haklarını talep edebilirler, vatandaşlık/yurttaşlık dediğimiz paydaşlık içerisinde olması gereken budur. Ancak dikta yönetimlerinde yurttaşlık bir paydaşlığa dayanmaz. Bu yönetimlerde bir çift hukukluluk vardır. Diktatörler işgalci olduğu kadar bölücüdür. Diktanın adamları lüks içinde yaşar, karnını doyururken toplumun geneli açlıkla, işsizlikle, sefaletle boğuşur. Yolsuzluk, dikta yandaşlarına meşru iken muhaliflerin dikta yönetimine yönelteceği her muhalif ses suçtur.
Çıkan her muhalif ses diktatörlük yasalarına uydurularak bastırılır. Yasa koyuculuk görevi diktatörlerin elinde olduktan sonra yasalar ne kadar meşru olabilir?
Diktatörlerin bir meşruiyet kaynağı da yardakçılardır. Bunlar muhalif sesler bastırılırken alkış tutar, çığırtkanlık yaparlar. Çoğu zaman hareketleri ve sözleri diktatörlüğün kendisinden daha aşağılıkçadır. Bazen, bazıları ölçüyü kaçırır ve diktanın meşruiyetinin sorgulanmasına neden olacak kadar ileri gider. O zaman dikta yönetimi bu yardakçıyı kurban vermekten çekinmez. Diktatör bu yolla da kendi meşruiyetinin devamlılığını sağlamayı hedefler. Yandaşına ve muhalifine dönüp “Bakın! İşte ben diktatör olsaydım bu yardakçımı sizlere kurban verir miydim?” diye sorarlar. Oysa bu bir göz boyamadan başka bir şey değildir. Kurban verilen yardakçılar apaçık muhalefet etmedikleri sürece asla yargılanmaz, hesap vermezler.
Dikta yardakçıları her zaman üst makamlarda olmaz. Bazen sokakta sefil bir halde karşınıza çıkar. Sefaletinden memnundur. Diktatör, onun hoşlanmadıklarını ezerek kendisi gibilerden oluşan bir kümeyi taltif etmiştir. Böylesi için diktatörlüğün devamı üst makamlardakiler için olduğundan daha önemlidir. Sefaletini böylece unutur, örter; kendini artık önemli bir kişi olarak görür.
Dikta yönetimlerinde cezası kesin ama şekli belirsiz en büyük suç muhalifliktir. Dikta yönetimlerinde insanlar katil olabilir, tecavüzcü olabilir, hırsız olabilir; bunların cezaları bellidir ve affedilebilir suçlar olarak görülürler. Ancak diktatöre muhalefetin nasıl cezalandırılacağı muallaktır. Bu ceza bazen muhalifin itibarına saldırmak, onun toplumdan dışlanmasını sağlamak olur bazen de muhaliflerin keyfî sebep ve sürelerle hapse atılmasıyla olur. Muhaliflik suçu bireysel olarak değerlendirilmez. Muhalifin ailesi, çevresi, dostları; onu herhangi bir şekilde tanıyanlar da dikta yönetiminin hedefindedir. Çünkü muhalefet tohumu filizlenmemelidir.
Muhalife eziyetin aracı kolluk kuvvetidir. Dikta yönetimlerinde kolluk kuvvetleri içerisinde muhalif barındırılmaması hedeflenir. Kolluklar diktatörün geceleri rahat uyuyabilmesini sağlar. Diktatör uykudayken kolluk “işini” yapar. Halk, kolluktan ne kadar korkar veya kolluğu ne kadar kutsarsa diktatör o kadar rahat yaşar. Çıkabilecek en ufak bir isyan kıvılcımı dahi kolluk ve yardakçılar aracılığıyla boğulur. Diktatör de bu kolluk ve yardakçıları her zaman bir sopa olarak topluma gösterir.
Halkın cehaleti de dikta yönetimlerinin desteklediği bir durumdur. Halk olan bitenden ya haberdar olmamalıdır ya da yanlış bilgilenmelidir ki diktanın rahatı devam etsin. Toplumsal olaylarda dikta yönetimi hem sorumluluğu üstlenmemek hem de oluşabilecek tepkilerin yanlış adrese yönlenmesini sağlamak için bizzat konuşmak yerine önce fısıltı gazetesini kullanırlar. Fısıltı gazetesi dikta yönetimlerinin en önemli iletişim aracıdır. Dedikodu aracılığıyla yayılan bilgiler cahil bir toplumdaki en muteber bilgilerdir. Falan kişinin filan akrabasının sözleri yahut itibar görmek isteyen birisinin mübalağalı yalanı gerçeğin kendisinden daha çok inanan bulur.
Aydınların sözlerine itibar edilmez çünkü aydın toplumdan dışlanmıştır. Aydınlar da çoğu zaman bu dışlanmışlığı kabullenir ve topluma kötü gözle bakar. Bu doğal görünebilir, kendisine düşman bir halka, aydın neden dost olsun? Ancak dikta yönetimleri aydınlar ve toplum arasındaki ayrılığı da destekler. Aydınlar toplumu sevmemeli, toplum aydınları anlamamalıdır. Dikta yönetimi eliyle açlık ve sefalete sürüklenen topluma aydınların görece müreffeh yaşamı gösterilir; halkın kini ve nefreti aydınlara yöneltilir. Bu sayede diktatörün rahatı bozulmaz. Arada bir bazı aydınlar da bu dikta yönetimine teslim olur ve onların meşruiyet sözcülüğünü yaparlar.
Bütün bunlarla mücadele için ne yapılmalıdır? Evvela diktanın meşruiyet kaynakları kurutulmalı; açlık ve sefaletin yegane sorumlusunun dikta olduğu topluma yılmadan usanmadan anlatmalı, çığırtkan yardakçılardan daha yüksek sesle konuşulmalı. Geçmişteki şanlı günlerin anılarına kanıp diktaya hizmet etmekten başka vasfı kalmamış kollukları kutsamayı terk etmek gerekir. Toplum tarafından verilen vergilerle karnı doyurulan kolluklar halkı “kollamıyorsa” neden kutsansın? Yasalar ve bu yasalara dayanan vergiler sadece diktatörün keyfine hizmet ediyorsa bu yasalara, vergilere karşı sivil itaatsizlik yolu tercih edilebilir.
Örgütlü ve uzlaşmaz az kişi örgütsüz bir topluluğu pekala yenebilir. O halde dikta yönetimlerine karşı örgütlenmek ve uzlaşmaz olmak gerekir.
Dikta yönetimleri de örgütlüdür ancak her zaman uzlaşmaz bir yapıda değildir. Zira diktatörler kırılgandır, taş yemek yerine taşı tutanla el sıkışmayı tercih ederler. Taş tutan bir kez el sıkıştıktan sonra artık diktatörün esiri olur ve diktatör tarafından yok edilene kadar kullanılır. Diktatörlere herhangi bir şekilde uzlaşmak hiçbir zaman fayda getirmez, sadece sorunun üstünü geçici bir süreliğine örter ve diktatörü bir sonraki cürmü için cesaretlendirir.
O halde toplumdaki bireyler nihai olarak hür ve müreffeh olana, devletin gücü bireylerin hürriyetinden gelene kadar dikta yönetimlerine karşı mücadele edilmelidir. O zaman diktatörlerin işgali sona erecektir.