Türkiye bir kurnazlık ülkesidir. Zekanız, ahlakınız, gücünüz, dikkatiniz, erdeminiz ya da salaklığınız, ahlaksızlığınız, zayıflığını, dikkatsizliğiniz, erdemsizliğiniz bir şey ifade etmez. Kurnaz olduğunuz kadar çarkı döndürür olmadığınız kadar da çarkta ezilirsiniz.
Diğer faktörler de tabii ki size fayda ya da zarar getirebilir. Fakat zamanında çöktükleri gecekondu arazilerini satıp müteahhitten aldığı daireyi fahiş fiyatlarla kiraya verenler, rüzgar nereden eserse orada kapılananlar hep sizden önde olacak. Bu yüzden ömrünüzün boşa geçtiği hissiyatından kurtulmakta zorlanacaksınız.
Türkiye’deki kurnazlık meselesini en iyi yansıtan şeylerden birisinim Yeşilçam filmleri olduğunu düşünüyorum. Bugün kimisi amatör kimisi absürt gelen filmlerde ekranda beliren "Son" yazısından sonra neler olmuş olabileceğini hep merak etmiş, kurgulamışımdır. Misal Kemal Sunal'ın filmleri açısından ele alacak olursak; Kemal Sunal karakterleri filmlerine hep yalnız başlar. Diğer karakterler genelde ya karşısındadır ya da en iyi ihtimalle yanında değildir.
Olaylar gelişirken Kemal Sunal'ın karakteri toplum içerisindeki sosyal statüsünü yükseltebilmek için kurnazlık yapmaya başlar. Tabii bunda diğer karakterlerin onun sırtından geçinmek için yaptıklarının etkisi de olur.
Tosun Paşa'yı ele alacak olursak; Şaban evin hor görülen hizmetçisiyken Lütfü'nün elinde Tosun Paşa'ya dönüşür. Sosyal statüsü göstermelik de olsa bir anda yükselen Şaban artık Leyla'yı kendi evinin pek de akıllı olmayan beyine değil kişiliğine büründüğü Tosun Paşa'ya layık görür.
Benzer bir durum Çöpçüler Kralı'nda da vardır. Abdi karakteri çöpçülükten bir anda şarkıcılığa yükselince "parka gidiyormuş iki gözümün çiçeği" dediği Hacer'i umursamaz "hizmetçi parçasına mı kaldım" der. Çünkü onunki aslında aşk değildir, denk sosyal statüler arasındaki uyuma inanmaktadır.
Tokatçı, Üçkağıtçı, Gerzek Şaban ve diğer filmlerinde de konu üç aşağı beş yukarı aynıdır.
Burada karakterler esasında bir yerden sonra kendisini dolandıranları dolandırmaktadır. Meşhur dolandırıcı Sülün Osman da bunu der; dolandırdığı kişilerin aslında kendisini dolandırmaya çalıştığını ifade eder. İnsanlar "zor durumdaki" Sülün Osman'ın elinden Galata'yı 3 kuruşu almaya hazırdır.
Tosun Paşa'da Şaban haklı çıkar, Leyla en sonunda gerçek Tosun Paşa'ya yar olur. Abdi çöpçüyken pek gönlü olmayan, şarkıcı olunca ona koşan Hacer zabıta amiri ile evlenir ancak uyuşamazlar, mutsuz olurlar. Karakter bunların sonunda geldiği yere döner.
Ancak kurnazlık kanına işlemiştir. Kurnazlık yaptığı takdirde ne kadar hızlı yükselebileceğini görmüştür. Biz görmeyiz ama söz konusu karakterler için artık dünya farklı bir yerdir. Kibar Feyzo karakteri film boyunca bu yönde gelişmiştir.
Leyla Hanım bazen Şaban'a da yar olur. Tosun Paşa’nın apoletleri sökülür, Abdi büyük şarkıcı olur. Kibar Feyzo hapisten çıkınca 3-5 akrabasıyla İstanbul’a yerleşip haraç keser, kendisi ağa olur.
Bu kurnazlıkla tepeye tırmanma meselesini en iyi Zübük'te gördük ki bana göre Zübük bu ülkede yaşayan insanlara dair yazılmış en iyi sosyolojik gözlemlerden birisidir.
AKP'nin yıllardır sürdürdüğü gücü, TÜGVA listelerinin dolup taşması, soru çalma olayından sonra Fetullahçıların dershanelerinde kuyruk olunması gibi durumlar "Madem orada bir yağlı kapı var, hadi o kapıyı tıklatalım." kurnazlığından kaynaklanıyor. Toplum, Zübük’ü ibret almak ve öyle olmamak için değil örnek almak ve öyle olabilmek için okur, izler.
Namuslu filmini hatırlayın, Ali Rıza karakteri namuslu olduğu sürece kendisiyle dalga geçildi ne zaman ki hırsız yaftası yedi saygı görmeye başladı. Ülkemizde de dün hırsız dediğine bugün beyefendi diyenler, dün terörist dediği ile el sıkışanlar veya tam aksine bugün el sıkıştığına yarın terörist diyenler mevcut.
İşçinin maaşının bir kısmını elden geri almak, her konuda batıya laf edip ahlaksızlığı, hukuksuzluğu meşrulaştırmak için aman efendim batıda da var diye örnekler göstermek, hukukun üstünlüğünden bahsedip hukuku nasıl çiğnediğini böbürlenerek anlatmak bu Türkiye cangılında hayatta kalmanın yoludur. Unutmayınız, devletin malı deniz yemeyen domuzdur.
Toplumun ekseriyetinin en büyük hayali de zaten devlete sırt dayayabilmektir. Zira bu yolla hayat garanti altına alınmıştır. Öleceğinin bilincinde olan insan ölümünü mümkün olduğunca geciktirmek ve ölene kadar hep sıkıntısız, sorunsuz yaşamanın peşindedir. Öldükten sonra da çocuğu, torunu sorunsuz, sıkıntısız yaşamalıdır. Bu sırt dayamada devleti soyabilen taltif ve takdir görür. Devletin kasasını korumak gibi bir hata yapan sürgüne gönderilir.
Tabii devlet mekanizmasını elinde tutanlar en kurnaz, en baş edilemez olanlardır. Bu yapıyı ele geçiren artık sonsuz kudret sahibi olur. Sadece devleti soymak olarak düşünmeyin, dış politikadan terörle mücadeleye kadar her şey kurnazlıkla yönetilir. Kurnazlık, devlet makamındaki koltuğunuzun ebedi olabilmesinin anahtarıdır.
Velhasıl en başta da dediğim gibi Türkiye bir kurnazlık ülkesidir. Kurnaz olduğunuz kadar çarkı döndürür olmadığınız kadar da çarkta ezilirsiniz.