Hürriyet fikri insanların her zaman kayıtsız şartsız peşinden gideceği bir fikir değildir. Özgürlüğün, hür olmanın getirdiği sorumluluk çoğunlukla insanlar için korkutucudur. Sosyal bir varlık olarak tanımladığımız insanlar kendilerini bir gruba ait hissetmeyi hatta mümkünse o grubun içinde erimeyi daha çok tercih ederler. Bu bazen bir futbol takımı, bazen bir siyasi parti, bazen de bir arkadaş grubu olur.
Özellikle karizmatik olarak adlandırılabilecek bir liderin çevresinde toplanan insanlar kendi benliklerini ve yaptıklarının sorumluluğunu liderin şahsına yüklerler. Bugün AKP’lilerin Erdoğan’a yüklediği misyon budur. AKP’liler dilediklerini yapabilirler zira bunun sorumluluğunun kendilerinde değil, Erdoğan’da olduğunu düşünürler. Gezi eylemleri sırasında -o zamanlar destan yazdığını iddia ettiği- Fetullahçı polislere emri kendisinin verdiğini dile getirmesinin nedeni buydu. Hem polislerin böylelikle sorumluluk hissetmeden daha sert hareket etmelerini sağladı hem de eylemlerin dağıtılmasındaki “zafer”(!) onun hanesine yazıldı.
Tabii Erdoğan daha önceki yazılarda bahsettiğim şekilde kendini hatadan münezzeh, Tanrı-reis pozisyonunda konumlandırmayı seviyor. Bu yüzden yıllar içinde oluşan hataların sorumluluğunu genellikle yanındakilere yüklüyor. En son kendi damadını dahi bu hataların yükünden arınmak için kurban vermekten çekinmedi.
Erdoğan gibi liderler müttefik bulma ve kurban verme üzerinden iktidarlarının devamını sağlarlar. Müttefik buldukça icraatlarını; kurban verdikçe kendi şahıslarını aklarlar.
Misal Erdoğan için İçişleri Bakanlığı makamı kolluk kuvvetlerine hükmedecek, düşmanlarına karşı sopayı kullanacak ve hatta sopa olacak ama başı sıkıştığında suçlanacak kişilerin olması gereken bir yerdir. Tabii bugünkü durumda Süleyman Soylu’nun diğer bakanlardan bir farkı var; muhtemeldir ki kendisi AKP-MHP aynılaşması sayesinde Erdoğan sonrası dönemde muktedir olacağını düşünüyor. Bu yüzden artık kolluğun tepki çekebilecek emirlerini Erdoğan’ın değil, Soylu’nun verdiğini duyuyoruz. Bu durum ileride Erdoğan bir kurban vermek istediğinde bir çatışmaya sebep olur mu yahut Erdoğan’ın halefi Soylu mu olur, bilinmez.
Sosyal medyaya sık sık düşen isyanlara bakın, isyan eden kişi çiftçi ise ilgili bakana kinini kusuyor. Erdoğan’a yönelik bir tepki varsa bu doğrudan olmuyor ya beğenilmeyen bir icraat ile ilgili oluyor ya da bir icraattan doğan zararın Erdoğan’ın lütfu sayesinde giderilmesi isteğiyle dolu oluyor. Zira bu insanlar kendi eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmeyi istemiyorlar. Yaptıkları eylemlerin sorumluluğu onlarda değil onları bu eyleme yönelten ve iradelerinin şahsında vücut bulduğunu düşündükleri kişidedir.
“Erdoğan giderse kim gelecek” mevzusunun temelinde de bu vardır. Öteki siyasi figürler henüz seçmenin kendi iradelerinden kurtulmalarını sağlayabilecekleri bir noktada değil. İmamoğlu, Yavaş gibi öne çıkan değerli ve yüksek potansiyelli isimler olsa da henüz seçmenlerin benlikleri onların şahsında vücut bulmuş değil.
Bu halde muhaliflerin tavrı ne olmalıdır? Erdoğan’a oy veren ancak durumdan memnun olmayan insanlara karşı “oy vermeseydin, müstahak” tavrı mı sergilenmelidir? Sanırım bu husus başka bir yazının konusu. Şimdilik burada bitiriyorum.
Semir Yapıcı