Millet dediğimiz olgu, biz her ne kadar milletin kökenini çok daha eskiye dayandırsak da modern dönemlerde ortaya çıkmış bir olgudur. Pek tabii milliyetçilik de bu modern dönemin meselesidir. Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan fikirler bu modernizm ihtiyacından doğmuştur. Milliyetçilik de bu modernizm ihtiyacının bir sonucudur.
Nihayet bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve her köşesi bilfiil işgal edilmiş memleket milliyetçiler tarafından kanla, söke söke kurtarıldı ve bununla beraber Osmanlı’nın çöküşünden elde kalan güruh modern bir millet haline getirildi. Mevcut milliyetçi ideolojimiz, temellerinin işte bu savaş yıllarında ve çoğunlukla asker kökenliler tarafından atılması nedeniyle doğal olarak militarist ve güvenlikçi oldu.
Bununla beraber esasında İslamcı ideoloji o vakit bu kavgayı kaybetti ve zaman zaman açıktan ama çoğunlukla gizli olarak bu devlete karşı durdu.
Bu karşı duruş İslamcı ideolojinin sivil örgütlenme konusunda başarılı olmasını sağladı. Nitekim milliyetçiliğin modern ama militarist kimliğinin karşısında anti-modern ancak sivil bir İslamcılık yer aldı. Pek tabii İslamcı ideoloji modern ve militarist kimliği haiz bir milliyetçiliğin karşısında tek başına duramazdı. Erdoğan’ın kendisinden önceki İslamcı liderlerden farkı burada başlıyor. Önceki İslamcı liderlerin aksine tek başına hareket etmek ya da bir oluşumun içerisinde kümelenmek yerine kendine işe yarar müttefikler buldu ve amaçları doğrultusunda kullandı.
Yarattığı kitleyi harekete geçiren sadece krizin getirdiği memnuniyetsizlik değil Erdoğan’ın AB, özgürlükler, ekonomik refah, istikrar gibi vaat ettikleriydi. Bu noktada Erdoğan’ın iktidara gelişinden itibaren en büyük müttefiki ‘özgürlük’ söyleminin kendisi oldu diyebilirim. 80 sonrası toplumun bunalmışlığı Erdoğan’ın yararına oldu. Zira bir anti-modern ve anti-milliyetçi olan Erdoğan’ın icraatları İslamcı ideolojiye dayanıyorsa da bunların halka açıklanması genellikle ‘özgürlük’ cephesinden oluyor. Ancak Erdoğan’ın icraatlarını ve söylemlerini kıyasladığımızda İslamcı ideolojinin izlerinin icraatta yoğun, söylemde düşük olduğunu görüyoruz. Bir kitle hareketinin başındaki kişi olarak Erdoğan'ın da kendi kitlesine ilişkin olarak en dikkat ettiği şey elindeki kitlenin ideolojize olmamasıydı.
Erdoğan’ın iktidarı için bir müttefik her zaman gerekli çünkü bugün dahi bütün başarılarına rağmen kendine güven konusunda sıkıntı yaşıyor. Ne kadar iktidarda kalırsa kalsın yapmak istediği değişikliklere ne gibi tepkiler geleceğini bilmiyor. Gezi Parkı’nın yarattığı travma, çözüm sürecine milliyetçilerin karşı çıkışı gibi olaylar Erdoğan için ciddi manada uyku kaçıran konular. Zira hem radikal değişiklikler yapmak hem de elde ettiği kazanımları korumak istiyor.
Erdoğan’ın karşısındaki cenah ise ne yazık ki yekpare bir modern-milliyetçi tavırda kalmadı. İdeolojilerin başarılı olması için yarına dair bir umut barındırması gerekir. Bugün Türkiye’de Erdoğan muarızlarının çok azında yarına dair umut var. Zira en büyük tahribat umuda yönelik oldu. Gençler hemen hemen tüm ideolojilere beyhude uğraşlar olarak bakıyorlar.
Tabii bir yandan suni bir milliyetçi rüzgar da var. Bu rüzgar Türkiye’nin desteğiyle Karabağ’ın alınması sayesinde şu sıralar doruk noktasına ulaştı. Ancak bu rüzgarda ne yazık ki kamil bir ideoloji yok. Güvenlikçi politikaların AKP’nin iktidarının devamı için elzem olmasından kaynaklı bir durum var.
Bu noktada milliyetçilerin en örgütlü organizasyonu olan MHP de ne yazık ki AKP ile işbirliği yapmaya başladı. Erdoğan kendine yeni bir müttefik buldu. Geçmişte çözüm süreci gibi, Fetullahçılara ne istedilerse vermek gibi milli güvenlik sorunu yaratacak işlere girişmiş olmalarını da MHP ile yaptıkları ittifak sayesinde aklıyorlar.
AKP geçmişteki milli güvenlik sorunu haline gelmiş politikalarını Türk milletinin şuurunda derin yaralar bırakarak ve zaten travmatik bir topluluk olan milletimize yeni travmalar ekleyerek terk etti. Türkiye ciddi anlamda travmatik bir ülke olduğu için AKP’nin en güvenli limanı doğal olarak şu anda güvenlikçi politikalar oluyor.
Bu güvenlikçi politikalar nedeniyle AKP-MHP tabanı aynılaşmaya başladı. Bu aynılaşma durumunun mahsülü olan bakanları, vekilleri görüyoruz.
Ancak bu durumun uzun sürmesi, bu aynılaşmanın AKP iktidarının bekasını sağlaması mümkün değil, zira Erdoğan’ın istediği radikal değişiklikler için kitlesi fazla uyuşuklaştı. Erdoğan karşıtlarında da bazı kıpırdanmalar olsa da benzer bir uyuşukluk var. Tek başına hoşnutsuzluk bir değişim getirmiyor. Erdoğan sonrası dönem için umut vaat edici bir söylem henüz kitlelere yayılmış değil. Bu tür bir söylem sadece mevcut düzenin hoşnutsuzluğundan doğmaz.
Geleceğe dair insanların umuda ihtiyacı var. Umut olmazsa memleket paramparça da olsa mevcut düzeni değiştirmek mümkün değil. Erdoğan, en büyük düşmanlarını onların umudunu yıkarak yendi; Erdoğan’ı yenmenin yolu da bu umudu tekrar canlandırmaktan geçer.
Semir Yapıcı