Aşağıdaki yazı, Suat Başaran tarafından 1995 yılında kaleme alınmıştır. TamgaTürk olarak gördüğümüz lüzum üzerine yeniden paylaşıyoruz.
Artık bozkurt her yerde. Küpeli erkekler, popçu genç kızlar barlarda bozkurt selamlarıyla Mehter Marşı eşliğinde dans ediyorlar. Maçlarda, sevinç gösterilerinde, törenlerde, kimi eğlence yerlerinde, plajlarda, kısaca her yerde bozkurt var... Doğaldır… Yükselen her hareket toplumun bütün kesimlerinden taraftar toplar. Fakat bu durumların “kitleleşmek” gibi algılanması doğal değil. Çünkü kitleleşmeyi “ana kitleyle” aynileşmek olarak görmek, algılamak, kabul etmek gerekir. Aksi durumlar, bizi anlaşılmaz, insanın altından kalkamayacağı tezatlara sürükler ki, bundan kaçınmak, korunmak elzemdir. Aşağıdaki önermeler korktuğumuz, tehlikeli gördüğümüz sakat kitleleşme mantığına örnektir.
“Toplumda fuhuş artmış, dolandırıcılık, fetbazlık almış başını yürümüş ama sen dürüst kalmak ve namuslu yaşamak mı istiyorsun? Sakın deneme! Marjinal kalırsın. Durma! Sen de zinaya koş, dolandırıcılığa başla. Böylece toplumla uyuşur, marjinal kalmaktan kurtulursun.
İnsanlar yalancı mı? Herkes birbirinin boğazından ekmeğini mi çalıyor? Sakın sen doğruyu söylemeye çalışma. Ekmeğini kimseyle paylaşma. Toplum dışına itilirsin. Hemen sen de çal-çırp topluma uy; kitleleş.”
Örnekler çok uçta verilmiş olabilir. Ama sonuçta yukarıdaki mantığın ulaşacağı son nokta davanın anlaşılmaz hale gelmesi ve sulandırılmasından başka bir şey değildir.
Evet kitleleşmenin bir siyasi hareket için – olmazsa olmaz ilkesi olduğu doğrudur. Fakat kitleleşmek, gelenle aynileşmek değil; ana kitleyle kucaklaştırmak, ana kitleyle yönlendirmek ve bunun sonucu, kitle tarafından iktidara taşınmak olsa gerek. Bunun yolu da, söylenenlerin doğruluğundan, yaşantının ve teşkilatlanmanın doğruluğundan geçer…
Ülkücü harekatın gücü herkesin malumudur. Pek tabii ki, Türkiye’de yaşayanlar bu güçten etkileniyorlar, ister fikirleri beğendikleriçin olsun, ister politikalarının tutarlılığından veya diğer sosyolojik sebeplerden olsun; Ülkücü dünya görüşüne uygun olmayan yaşantıda olanların da ülkücü harekata sempati duyması bu açıdan normaldir.
Fakat, bugün toplumda gözle görülür boyutlar kazanan çözülmeler, işin bu şekilde kolayca geçiştirilemeyeceğini göstermektedir! Çünkü toplumda gözlenen çürüme, değer yargılarından kopuş ve bu görüntülerin devamı sonunda hareketi de kolayca etkisi altına alabilir!...
Yıllardır ülkücü mafya tiplemesi dışında yayın organlarında gözükmeyen ülkücüler; bugün de ülkücü mafyanın yanında sarkık bıyıkları, bozkurt işaret ve kolyeleriyle tasvip edilmeyecek hareketler içerisinde kamuoyuna sunulmaktalar. Ülkücüleri, birkaç önemsiz istisna dışında topluma doğru, gerçek hüviyetiyle gösteren hiçbir haber, basına intikal ettirilmemektedir. Peki öyleyse Türk toplumu “örnek ülkücü”yü nasıl tanıyacak?... Bunun için ülkücü hareket bir an önce “ülkücü insan” tipini kamuoyuna tanıtacak etkinliklere girişmek zorundadır. Böylece binlerce “ülkücü taklidinin” baş gösterdiği ülkemizde gerçek ülkücü kimliğin ve gençliğin örneklerini de toplum görmeli; taklit ile asıl, halkımız tarafından anlaşılmalıdır.
Günümüz Türkiye’sinde, tanınmış markaların taklit edildiği bilinen bir gerçektir. Ama hiçbir üretici firma “Aman ne iyi, korsan şirketler malımızı, ürünümüzü taklit ediyor; demek ki kitle bizi seviyor” diyerek sevinç çığlıkları atmaz. Aksine o markanın tutmasına vesile olan yılların tecrübesi ve alınterinin birkaç dolandırıcı tarafından kullanılmaması için mücadele eder. Çünkü bu taklitlerin kendi firmalarına güveni sarsacağını ve maddi zarara neden olacağını bilirler… Burada altı çizilmek istenen temel mantıktır. Yoksa bir ticari şirketle ideolojik hareketi her açıdan çakıştırmak mümkün değildir. Okuyucuların bu farklılıkları kavrayacağına şüphe yoktur. Evet dün sadece özel yerlerde bulunan Bozkurt kolyeleri, işportacıların tezgahlarını, kuyumcuların vitrinlerini süslüyor. Gençler manasını bilsin bilmesin Bozkurt işareti ile tepkilerini dile getiriyor. Bu çocuklar, güzel çocuklar, iyi niyetli çocuklardır. Bunların bu güzel heyecanı doğru biçimde, arzu edilen yapı içerisinde yönlendirilebilirse, Türkiye’yi aydınlık günler bekliyor demektir. Aksi olur da, dava bezirganlarının, karanlık güçlerin eline düşerlerse beraberlerinde ülkenin geleceğini de götürerek karanlığa boğulurlar. İste o zaman, Allah korusun, yalnız kolyeleri değil, Bozkurtlar da işportaya düşer… Bundan korkmayan Allah’tan korkar mı?
Suat Başaran