Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal hareketi devam ederken köşe yazarlarının gündemini de Türkiye’nin kuzeyinde yaşanan bu savaş meşgul ediyor. Bu haftaki seçkimizde çoğunlukla bu gündeme yer vereceğiz.
Bununla birlikte milliyetçi yazarlar 28 Şubat’ta kaybeden eski Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu’nu da andı. Seçkimizde merhum Sadi Somuncuoğlu’nu anan yazarlara da yer vereceğiz.
Yoğun Türkiye ve dünya gündeminde ne kadar mümkün bilinmez ancak keyifli okumalar dileriz.
Bununla birlikte milliyetçi yazarlar 28 Şubat’ta kaybeden eski Devlet Bakanı Sadi Somuncuoğlu’nu da andı. Seçkimizde merhum Sadi Somuncuoğlu’nu anan yazarlara da yer vereceğiz.
Yoğun Türkiye ve dünya gündeminde ne kadar mümkün bilinmez ancak keyifli okumalar dileriz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
TamgaTürk yazarı Bahadırhan Dinçaslan bu hafta “İllüzyonun Sonu: Putin'in Serüveni ve Serencamı” başlıklı yazısıyla Rusya-Ukrayna savaşını gündeme aldı. Eli kanlı Rus diktatörü Putin’in bugüne kadar kendi etrafında yarattığı miti ve Ukrayna’da karşılaştığı direnişle bu mitin nasıl yıkıldığını anlatan Dinçaslan, “Ukrayna işgali öncesinde epey güçlü, hatta birçok ülkede o ülkenin liderinden daha güçlü halde olan Putin, şu sıralar dünyanın en etkisiz liderlerinden biri olarak kalan yegane gücüne, nükleer silah tehdidine sığınmak zorunda kaldı.” ifadelerini kullandı.
Dinçaslan şunları söyledi:
“Ukrayna’nın yenilmesi senaryosu dahi Putin için iç açıcı değil. Halihazırda savaşın günlük 20 milyar dolara mal olduğu söyleniyor; bu meblağ ne olursa olsun anında krize giren Rus ekonomisinin kaldırabileceği seviyenin çok üzerinde olacağı kesindir. Ukrayna’nın büsbütün işgali ve idamesi ise çok daha pahalı olacaktır: Bu senaryo, Rus ekonomisini baltalayan yaptırımların süresiz olarak uzaması anlamına geliyor. İster Doğu Ukrayna yaratmak ve batıda Pro-NATO bir Ukrayna’nın varlığına izin vermek, ister bütün Ukrayna’yı işgal etmek: Putin’in içine girdiği hengameden “toprak artırarak” çıkması senaryosu, aynı zamanda iflas senaryosu demek. Umabileceği en büyük kazanım, Ukrayna’yla anlaşıp “tarafsızlık&silahsızlık” statüsünü anayasaya koymaya mecbur etmek, bunu elde etse dahi kalıcı olmasını sağlayabilecek gücü artık yok. Üstelik yukarıda zikredildiği gibi kendi kurguladığı oyun çöktü, artık networku Batı dünyasında etkili olmaya devam edemeyecek. Yer yer lüzumsuz ve hatta, günah çıkarma psikolojisiyle açıkça yanlış uygulamalara varan tedbirler bize gösteriyor ki Batı’da artık “Rusçu sürek avı” var.
Şu halde askeri tarihin bütün önde gelen teorisyenlerinin ittifak ettiği gibi düşmanı büsbütün çevrelemek doğru hamle olmayacaktır. Putin yarattığı ağın Ukrayna’ya başlatacağı saldırı sonrasında dünya kamuoyunu böleceğini, kafa karışıklığına sürükleyeceğini ve bu sayede korkak ve tekil kınamalardan başka adım atılamayacağını umuyordu. (Bir de, vatanına saldırılan ve iradesi bir dış güç tarafından engellenen bir halkın, muhatap olmaya alıştığı korkak yahut çıkarcı emekli generaller gibi basit hesaplar yapacağını umuyor, böyle kahramanca direneceğini düşünmüyordu.) Bu gerçekleşmedi, şu an hem dışarıda bir cepheye karşı savaşırken, hem içeride bir cepheye karşı savaşıyor. Mezkur gücünü kaybettiği için nükleer tehdide başvuruyor. Bunun aynı ciddiyetle mukabele görmesi ancak Rusya içindeki potansiyel karar alıcılara “Putin’den kurtulun” mesajı verilmesi gerekiyor. Düşmanın kaçabileceği istikamet “Putin’den kurtulma” yolu olursa, sonuna kadar savaşmayacak, bu yönde ricat etmek isteyecektir. Devletten ve Putin’den bağımsız olarak “Rus” kimliğine doğrudan yapılan saldırılar, bu bakımdan Putin’in elini güçlendiriyor. İletişim savaşında gerçekte de öyle olduğu üzere, Rus halkı Putin’in en büyük kurbanlarından biri olarak tespit edilmeli ve buna göre hareket edilmelidir. Üstelik, Rusya’nın büsbütün ezilmesi bir diğer zalim diktatörya olan Çin’i güçlendirecek ve tarih tekerrür edecektir. Büyüme isteği ortadan kaldırılmış ancak “şeref”ini kurtarmasına izin verilmiş bir Rusya, kendi Hitler’ine ceza vererek bedeli ödemeli ve Çin ile “normal insanların dünyası” arasında bir “tampon bölge” olarak yeni kaderiyle uyumlu yaşamalıdır.”
Murat Yetkin
Gazeteci Murat Yetkin bu hafta “Rusya’nın Ukrayna’yı istilası mı, ekonomik kriz mi?” başlıklı yazısıyla Türkiye’yi bekleyen karanlık günlere işaret etti. “Hangi konu halkın gözünde daha önemli? Buna Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın verdiği yanıta birazdan geleceğiz.” diyen Yetkin hem savaşın etkilerinin hem de AKP’nin ekonomi politikalarının Türk ekonomisini getirdiği hali özetledi.
Yetkin şu ifadeleri kullandı:
“MetroPoll Araştırma şirketi, halkın en çok şikâyet ettiği konulardan olan elektrik zamlarından kimin sorumlu tutulduğunu sormuş. Halkın yüzde 70’i (tam olarak yüzde 69,3) hükümet diyor. AK Parti propaganda ekibinin söylemleri belli ancak onlar ne derse inanma eğilimindeki kitlede, sınırlı yankı bulmuş. Muhalefet sorumlu (1,8), dış güçler sorumlu (1,6) ve dünya genelinde sorun var (2,2) diyenlerin toplamı yüzde 5,6.
Erdoğan her ne kadar “Dünyada kriz var, biz ne yapalım?” söyleminde ısrar ediyorsa da 2 Mart günü 50 kadar AK Parti milletvekili ile yaptığı kahvaltılı toplantıda şunları söylemiş, BBC Türkçe Servisinden Ayşe Sayın’ın haberine göre:
“Yaşadığımız ekonomik sıkıntılar, içinden geçtiğimiz dönem göz önünde bulundurulduğunda, bugünden yarına çözülemiyor. Gerekli tedbirleri aldık, almaya da devam edeceğiz. Bu tedbirler yeterli mi, değil ama şartlar düşünüldüğünde hepsi bir anda olmuyor.”
“Dünün güneşiyle bugünün çamaşırı kurumaz”
Milletvekillerinin bölgelerden AK Parti Genel Merkezine aktardığı şikâyet ve endişeler, üst düzey bir parti yetkilisine göre “Yüzde 80 ekonomi üzerine”. Erdoğan’ın vekillere tavsiyesi ise “Şimdiye dek yaptıklarımızı yeterince anlatamıyoruz, onları anlatın.”
Erdoğan’ın sözleri Süleyman Demirel’in “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırı kurumaz” özlü sözünü anımsatıyor.
Erdoğan dünün güneşiyle hem bugün hem de yarının çamaşırını mı kurutmaya çalışıyor.”
Yavuz Selim Demirağ
Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ bu hafta başında rahmetli olan Sadi Somuncuoğlu’nu andı. “Sadi Ağabey'in ardından...” başlıklı yazısına “1968 kuşağının "Sadi Ağabeyi", bizim 78'liler için önce "Bey" sonra da "Sayın Bakan" idi.” cümlesi ile başlayan Demirağ, merhum Somuncuoğlu’nun Türk milliyetçiliğine yaptığı hizmetleri anlattı.
Demirağ şu ifadeleri kullandı:
“Sadi Bey, mensubiyeti ile gurur duyduğu Türk Milletine hizmetten geri durmadı. Her platformda görüşlerini çekinmeden beyan etti. Milli Düşünce Derneği'ni kurdu. Her hafta farklı konu ve konuklarla Türkiye'nin meselelerini, çözüm yöntemlerini ortaya koydu. 500 den fazla oturum yönetti. Haftalık düzenli olarak Yeniçağ Gazetesi'nde yazdı. Yılın armağanları törenleri ile genç-yeteneklerin önünü açtı. Her fırsat da telefon açar, toplantılara davet ederdi. Amansız hastalığa yakalandığında Milli Düşünce Merkezi'nin devamı için kongreyi toplayıp, helalleşerek veda etti. Son defa o kongrede bir araya geldik. Namık Kemal-Özgür ve Demokrat Basın Armağanı'nın bana verilmesi teklifi de O'nundu. Onurlandı bizi gider ayak yeri doldurulamayacak mütefekkirlerimizden biriydi. O'nun mütevazılığı tüm Türk Milliyetçilerine örnek olmalıdır.
Şu dönem göğsümüzü gere gere "Ağabey" diyebileceğimiz kaç kişi kaldı ki. Ankara Kocatepe Camiinden uğurlarken eski tüfeklerin acılarını gözlerinden okudum. Ömrünü vakfettiği siyasi kurumdan bir tek temsilci olmadığı gibi taziye mesajı bile yayınlanmadı.
Ruhun şad, mekanın Cennet olsun Sadi Ağabey... Yokluğunu çok arayacağız...”
Murat Bardakçı
Habertürk yazarı Murat Bardakçı da bu hafta Rusya-Ukrayna arasında yaşanan savaşı gündemine alanlardan oldu. “Rusya-Ukrayna didişmesi, bizim Azerbaycan ile savaşmamız gibidir. Çaldıran’ı hatırlayın!” başlığını kullanan Bardakçı, iki ülke arasındaki savaşı iki Türk imparatorluğu Osmanlı ve Safevi arasında gerçekleşen Çaldıran’a benzetti.
Bardakçı şu ifadeleri kullandı:
"İki ülke arasında Rus işgaline kadar uzanan gerilimi daha iyi anlayabilmek için kendi tarihimizi, Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in mücadelesini ve 1514’teki Çaldıran Savaşı’nı hatırlayın...
Her iki hükümdar ve teb’aları aynı milletin mensubu, yani Türk idiler; aralarında ufak lehçe farkları olan aynı dili konuşuyorlardı, hattâYavuz Selim şiirde Farsça’yı tercih ederken Şah İsmail “Şâhın bahçesinde men garip bülbül / Efkârım artmakta hâlim pek müşkül / Koparmadım asla kokladım bir gül / Kâfir oldum ise imana geldim” misâli nefis Türkçe şiirler söylüyordu.
Bugün elimizde bulunan “Hatayî” mahlâsı ile yazılmış şiirler hakikaten Şah İsmail’e ait ise, Safevî Devleti’nin kurucusu olan bu hükümdar, aynı zamanda Türk Edebiyatı’nın da zirve isimlerinden biri demektir...
Ama hem mezhep hem de dış politikadaki farklılıklar, meselâ Şah İsmail’in Memlükler, Dülkadirliler ve hattâ Hristiyan dünyası ile ittifak arayışları Osmanlılar ile Şah İsmail’in Safevî Devleti’ni can düşmanı yaptı; neticede aynı milletin mensubu olan ve aynı dili konuşan iki devletin orduları 1514’de Çaldıran’da karşı karşıya geldiler ve Yavuz Selim’in askerleri Şah İsmail’in başkenti Tebriz’e kadar ilerledi...
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile bugün Türkiye ile Azerbaycan’ın Allah göstermesin, bir savaşa tutuşmaları arasında pek fark yoktur! Her ikisi de Slav dili olan Rusça ile Ukraynaca arasındaki fark, bazı kelimelerin başka olmasına rağmen her ikisi de Oğuzca’ya dayanan İstanbul Türkçesi ile Azerbaycan dilinin farklılıklarını andırır; yani bizdeki “Ben seni çok seviyorum” ifadesinin Azerbaycan Türkçesi’nde “Men seni çoh sevirem” şeklini alması gibidir..."
İsmail Saymaz
Halk TV yazarı İsmail Saymaz da bu hafta Rusya-Ukrayna savaşını gündeme aldı. Irak’ın ABD tarafından işgali üzerinden Rus işgalinin meşrulaştırılması çabalarına tepki gösteren Saymaz, “Irak'ta ABD neyse Ukrayna'da Rusya o!” başlıklı yazısında Rus propaganda araçlarını eleştirdi.
Saymaz şu ifadeleri kullandı:
“Putin'e bakarsanız, başlarında bir Yahudi'nin olduğu tek Neo-Nazi iktidarı Ukrayna'da hüküm sürüyor. Rusya, Ukraynalıları Neo-Nazileri alaşağı etmek için Kiev'de, Harkov'da ve Odessa'da tanklarını yürütüp savaş uçaklarını uçuruyor. Ne işgali, ne yayılmacılığı efendim, "Özgürleştirme hamlesi" diyeceksiniz!
Rusya savaş aygıtları günlerdir bu propagandayı yapıyor.
Eğer böyleyse...
Milyonlarca Ukraynalı, işkencecisine aşık mıdır ki, kendilerini Neo-Nazilerin elinden kurtarmak için topraklarına gelen Rusya'nın 'anti-faşist' taburlarından Azrail'den kaçar gibi kaçıyor?
Herhalde Neo-Nazileri cezalandırmak için Yahudi soykırım heykelini bombalamanın bir örneği daha yoktur dünyada. Önceki gün Ruslar Kiev'de televizyon kulesinine yaptıkları saldırıda bitişikteki 'Babi Yar' adlı soykırım anıtını vurdu. Bu anıt 1941'de iki gün içerisinde 33.771 Yahudinin katledilmesinin anısına dikilmişti.
Ruslar Sumi şehrinde ise Rus Ordodoks Kilisesi'ni vurdu.
Hiç kuşku yoktur ki atılan füze Rus azınlığa yönelik etnik temizliğe girişen Ukraynalı faşistlere diz çöktürmek içindi!”
Batuhan Çolak
Aykırı yazarı Batuhan Çolak bu hafta köşesinde Türkiye'deki mülteci sorununun geldiği noktayı gözler önüne serdi. Kendisine bir vatandaştan gelen "Suriyeliler yüzünden parkta yürüyüş bile yapamaz hâle geldik" haykırışını başlığa taşıyan Çolak, kendisine gelen diğer mesajları da paylaşacağını belirtti.
Çolak şu ifadeleri kullandı:
"İstanbul Zeytinburnu'ndan Afganların silahlı çatışmasıyla ilgili paylaştığım yazı dizisinden sonra onlarca mesaj alıyorum.
Anlatılanlar adı konmamış bir sorunun nasıl her geçen gün büyümekte olduğunu gösteriyor.
Mektupların hepsini inceleyip, kişilerle konuşup yayınlamayı planlıyorum.
Ancak konuyla ilgili biri olarak şunu net olarak söyleyebilirim ki konu bir sorun olmaktan çoktan çıktı, bu artık bir ülke meselesi haline geldi.
Konuyla ilgili aklı başında bir siyasi çözüm, değerlendirme de yapılmıyor.
Haliyle sığınmacı, kaçak meselesi ülkemizin yakın gelecekteki en büyük problemi olarak önümüze çıkıyor."
Çolak şu ifadeleri kullandı:
"İstanbul Zeytinburnu'ndan Afganların silahlı çatışmasıyla ilgili paylaştığım yazı dizisinden sonra onlarca mesaj alıyorum.
Anlatılanlar adı konmamış bir sorunun nasıl her geçen gün büyümekte olduğunu gösteriyor.
Mektupların hepsini inceleyip, kişilerle konuşup yayınlamayı planlıyorum.
Ancak konuyla ilgili biri olarak şunu net olarak söyleyebilirim ki konu bir sorun olmaktan çoktan çıktı, bu artık bir ülke meselesi haline geldi.
Konuyla ilgili aklı başında bir siyasi çözüm, değerlendirme de yapılmıyor.
Haliyle sığınmacı, kaçak meselesi ülkemizin yakın gelecekteki en büyük problemi olarak önümüze çıkıyor."
Zülal Kalkandelen
Cumhuriyet yazarı Zülal Kalkandelen, "Devrim Yasaları’nı sahiplenecek bir muhalefet gerekli" başlıklı yazısında 3 Mart'ta çıkarılan ve laik Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini oluşturan yasaların önemini vurguladı. AKP iktidarının bu yasaları nasıl tahrip ettiğini anlatan Kalkandelen, muhalefete de "Demokrasi vaat edenler, dinci gericiliğe karşı tavrını net bir şekilde ortaya koymak zorundadır." sözleriyle seslendi.
Kalkandelen şu ifadeleri kullandı:
"Bu durum Türkiye’nin en büyük sorunu iken altı muhalefet partisinin Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme dair imzaladığı bildiride bunların konu edilmemesinin nedeni, o partilerin de dini siyasette araç olarak kullanmaları ve laiklik konusunda gerekli hassasiyetlerinin bulunmamasındandır.
Çarşamba günü köşemde bu konudaki görüşlerimi yazınca, bazı kişilerden “Önce şu AKP’den bir kurtulalım, sonra ayrıntılara inilir, hepsi aynı anda olmaz!” şeklinde tepkiler aldım.
Bazıları da diyor ki “Beş benzemez bir araya gelmiş, ancak bu kadar olur!”...
Beş benzemezin bir araya geldiği görüşüne katılmıyorum. Altı partinin beşi de merkez sağı oluşturabilecek partiler. CHP ise kendi partisinin ilkelerinden ödün vererek onlarla birlik kurdu, büyük ölçüde onlara benzedi.
Öncelikle herkesin farkına varması gereken şu:
3 Mart 1924’te çıkarılan yasaların hiçbirisi ayrıntı değildir, o yasalar laik cumhuriyetin temelidir.
Tarikat ve cemaatlerin devlet kurumlarında kadrolaşması yüzünden bu hale gelmedik mi? Öğrenciler tarikat yurtlarında kıskaç altına alınmadı mı? Siyasal İslamcı AKP, Türkiye’de dincileşmeyi körükleyerek hayatı çekilmez hale getirmedi mi?
Demokrasi vaat edenler, dinci gericiliğe karşı tavrını net bir şekilde ortaya koymak zorundadır. Aksi halde vaatlerinin içini dolduramazlar. Çünkü siyasal İslamın Türkiye’ye verdiği zararı görmezden gelerek demokratik bir sistem kurulamaz. "