Bu zamana kadar ben ve benim gibi Milli Devlet savunucularının her fırsatta karşı çıktığı globalizm meselesi vardı ve hümaniterlik adına bunun servisiyle uğraşanların entelektüelmiş gibi algılanmasını sağlayan örgütlü sermaye ile her seferinde karşı karşıya kaldık. Ancak ikna psikolojisinin en önemli koridorları olan yayınevleri, bilimsel kürsüler, tv-medya etkinlikleri, bu örgütlü sermayenin emrinde olduğu için hakikati, yani ulus-devletin ortadan kalkma imkânı olmadığı konusunu çok bariz işleyemiyorduk. Anlayacağınız üzere ekonominin belirleyeni olan büyük şirketler küreselleşme kehanetini talep ediyordu. Tabiatıyla ekseriyesi milli devletlere vergi mükellefi olan bu tip şirketlerin en önemli talebi, serbest pazar dolaşımıydı ve bir devletin devletin bunu sağlayabilme kabiliyeti ise onu süper güç haline getirmekteydi. Ancak şirketler, neredeyse devletlerden güçlü hale gelmeye başladılar ve ürünlerin hatta paranın serbest dolaşımı yerine, nitelikli insan kaynaklarının ve onların ürettiği teknolojinin serbest dolaşımını talep etmeye başladılar. Kaldı ki bu durum devletlerin güvenlik politikalarına ters bir algoritmaydı. Niteliksiz insan gücünün dolaşımı ise bin bir zahmet ve mihnet kuralına yani iltica-mülteci kavramına bağlandı ki, bunu başarabilen de zaten artık kölelik standardını kabullenmiş sayılabilirdi. Daron Bey gibi akademisyenler için, yani sosyalist olmasalar da materyalist okuma eğilimi gösterenler için ekonomi her şeyi belirleyen biricik ilkeydi ve geri kalan her şey ekonomik dayatmalara göre şekillenmek durumundaydı. O sebeple tüm ekonomik ilkeler apaçık bir küreselleşme talebi olarak okunuyordu, hatta kaçınılmaz olarak sınırların kaldırılışı ile sonuçlanacağı inancına dönüşecek olan küreselleşmenin bizzat kendisi gibi algılanmaya başlanmıştı. Sayfa sayfa yazılarda her gün yeni bir kehanet dillendirilirken, ilk girişim her seferinde ULUS-DEVLET anlayışının çökeceği ve sınırların kaldırılacağı ile sonuçlanıyordu. Ancak gel gelelim ki öyle olmadı. Küçük küreselleşme girişimleri kendi içinde sorun yaşamaya başladı. Mesela AB, sınırlarını kaldırmaya karşı daimi olarak direndi. Brexit ile İngiltere’nin pozisyonu milli varlığın diğer yapılar karşısında konumunun belirlenmesidir. Avusturya ise AB standartlarına karşı yükselen Nazizmi hiç dizginleyemedi. “Medeniyetin Beşiği” dedikleri ama gerçekte medeniyetin oyuncağı olan Yunanistan’ın aslında ilkel bir milliyetçilik türünden dahi öteye gidemediği son derece açık değil mi? İyi de neden böyle oldu? Hani ekonomi her şeyi belirliyordu? Aslında ekonomi ile bir kavramın bir karıştırılmasından kaynaklanan bir sorun ve yanılsama var. Marks da aynı hatayı yaptığı için kuramsal felaketini bütün bir ideoloji ödemişti. O da her şeyi belirleyen şeyin ekonomi olması yerine vital ilkeler olmasıydı. Vital ilkelerin sonucunda ise ekonomi oluşurdu, ama ekonominin kendisi bizzat bir belirleyen değildi. Mesela vital (hayati) ilkelerin en temel özelliği devamlılık-süreklilik ilkesidir. Bu ilkeyi alıp ekonomiye yüklemek, ekonomi tarafından aletleştirilmiş insanlar yaratır. Ancak vital ilkelerin sürekliliği, devamlılığı-biyo ilkeler referansıdır ve hayatın devamlılığını amaçlar. Hayatın devamlılığı için ilk gereken arayış ya ölümsüzlük ya da üreme ilkesidir. Canlılar ikinciyi sistemleştirdiği an, daimilik ilkesini ölümsüzlük yerine üreme misyonuna yüklemişlerdir. Ancak devamlılık ve süreklilik ilkesi her alandadır. Mesela varlığını sürdürme amacı en temel vitalizm merkezidir. Bu sebeple varlığın güvenlik kaygısı, en temel belirleyenler skalasında ekonomiden önce gelmektedir hatta ekonomiyi de belirlemektedir. Güvenlik kaygısının sonucu, barınmaktan beslenmeye kadar birçok başat sorunun da arka planını oluşturmuştur. Dolayısıyla açık bir biçimde Daron Beylerin yanıldığı konu, en örgütlü kavram olan vitalizm ilkeleri yerine geçen ekonominin biricik hale gelmesinden hareketle, ekonomi kavramının doğrudan vital ilke olarak kabul edilme haliydi. Halbuki felaketler insan yaşamının devamlılığı için önce ekonomileri vuruyor ve bilindik ekonomik kavramlar yerini başka ekonomilere bırakmak zorunda kalıyor. Daron Beylerin dünyasında birbirinden farklı ekonomi rejimleri olduğu halde ekonominin bir bilim olarak ele alınma hali onun biricik doğruları olması gerektiğinin de kabulüne dönüşmüştür. Bu sebeple mevcut bilinen ekonomi dışındaki her rejimin, aslında kaos, karmaşa olarak okunmasının bir sonucu olarak düşünülmelidir. Her varlık, canlı olmasa bile vital ilkelere sahip olacaktır ve varlığını devam ettirmek için direnç gösterecektir. Mesela piyasaların kendini koruma eğiliminin altında dahi ekonominin tabiatından ziyade vital ilkeler ve güvenlik kaygısı vardır. Ekonomi de bu meyanda oluşan bir mekanizmaya dönüştüğü anda artık alt yapı değil bizzat üst yapı faaliyetidir. Fakat unutulmaması gereken piyasaların direnç göstermesi, kendiliğinden bir vital ilke midir? Yoksa başka bir varlığın vital prensiplerine mi bağlıdır? Konumuza geri dönecek olursak, güvenlik kaygısı önemli bir meseledir. Ekonomileri vücuda getirme gerekliliğinin altında ise düzenleme eğilimi vardır ve bu sebeple her düzen öncelikle devlet kavramıyla refere edilmektedir. Devletlerin, siyasetin en temel gerekçelerini güvenlik kavramı ve onun dayandığı vital ilkeler oluşturmaktadır. Pekâlâ, bunların konumuzla ne alakası var? Öncelikle devletler de kendini aidiyet kavramıyla tanımlayan mekanizmalardır ve çağcıl olarak örtük veya açıktan en belirleyici aidiyet monarşik dönemlerde ve imparatorluk çağlarında dahi ulus kavramı olmuştur. Yani Fransız İhtilali öncesinde dahi ulus kavramı kategorik bir tanımlama mekanizmasıydı. Ancak bazı diğer kavramlar yapay olarak yeni tanımları getirmiştir. Mesela köylü sınıfı doğal bir tanım mekanizmasıydı ama işçi sınıfı daha sonra tanımlanmış bir yapay mekanizma olarak aidiyet skalasında ulus kavramının altında ezilmiştir. Hem de proleter işçi sınıfı için üretilmiş yüzlerce felsefi eser ve yetişmiş entelijansiya örneklerine rağmen, ulusçuluğun basit mitos örgüsü ve destansı-masalsı yaklaşımları, bu suni kavramsallaşmaları ortadan kaldırmıştır. Çünkü dinlerin önemini kaybetmesiyle beraber onlardan boşalan metafizik boşluk, ulusların tarihçesindeki masalsı öğelerle dolmuş, bir nevi yeni bir yazgı kültü veya kaderciliği ulusların maziden atiye taşıdığı kendi karakteri gibi belirmiştir. Kaldı ki bizim gibi göçer sosyolojiler için durum bambaşkadır. Konuya burada girmeyeceğim, lütfen kitaplarımı okuyunuz. Küreselci düşünümün önemli bir noktada aidiyet ihmali ve doğa ihlali yaptığını fark ediyoruz. O da vital ilkeleri yanlış yorumlanması üzerine seyrediyor. Mesela piyasaların devamlılığını ve kendini koruma eğilimini küreselleşmekte gördükleri için bunun zaruri olduğunu düşünüyorlar. Yani malların serbest dolaşımı adına gerçekleşecek olan devinim… Aslında zaruri olan insan yaşamı… Bunun için piyasalar serbest halden kapalı hale dönüşecekse de piyasaların kendini koruma refleksi tüm anlamını kaybediyor. Uluslar sınırların içine çekiliyor, serbest dolaşan mallar kota ile sınırlanıyor veya ambargolar falan filan… Küreselleşme çöküyor adamım… Ulus kavramı yükseliyor… Dikkat edin bakalım, günümüzde uluslararası şirket olarak en çok firmaların adı geçiyor ve toplum sağlığı konusunda ne kadar tartışılıyorlar? Sanırım Sigara firmalarından Cola Firmalarına, Hamburger firmalarından Çikolata firmalarına kadar uzanan bir tanım dünyasıyla karşı karşıya kalıyoruz ve uluslararası olmaklık ilk önce subliminal tecavüze bu kavramsal hafıza ile uğruyor. Mesele en belirgin aidiyet kalıbının toplum için en olağan tanım olmasında ise, bu tanım kendisini MİLLİ DEVLET kalıbında açıklamaktadır ki, CORONA VİRÜS gibi birçok hadisede ulus devlet sınırlarının kendi korunumunu vital gerekçelerle gerçekleştirdiğini daha onlarca kez göreceğiz. Artık modernist ve post-modernist olarak iki gövdede açıklanan aydınlanma arkası çağının sonuna geldiğimizi daha net idrak ettik. Çağ artık net biçimde dijitalizm çağı… Modernleşme serbest piyasa dolaşımını, ulus-devlet arası ticareti, halkın kendi kendini yönetimini, dünyevileşmeyi getirmişti,. Şimdi ne olacak acaba? Öncelikle sanırım ki, temassızlık talebi gitgide yükselecek, bireysel sınırlarına gönderilen insanoğlu için dijital para ve temassız alışveriş seçenekleri yükselecek. AVM’ler yerini internet siteleri ve depolara bırakabilir. Ne bileyim? Bildiğim tek şey sınırlarına daha fazla çekilmeye zorlanan insanın yaratacağı devlet daha OTORİTER devlet olacaktır.
Mehmet Fatih Doğrucan