- SARSnCoV-2 veya nCoV-2 veya yeni tip koronavirüs veya Covid-19’a neden Çin Virüsü demeliyiz?
- Çin Virüsü ile mücadelede geliştirilen aşılar arasından neden Çin’de geliştirilen aşıları değil de Batı menşeli aşıları tercih etmeliyiz?
- Farklı bir konuyu ele alırsak Batı ile gönül rahatlığıyla ‘Suçluların İadesi Antlaşması’ imzalanabilirken Çin ile aynı başlık altında bir metne imza atılması neden bu denli tepki çekmektedir?
Suçlamalar, yeterli deliller ortaya konduğu haliyle zaten yeterli bir gerekçeye kavuşmuş demektir ama bizim meselemiz bu değil. Biz, tıpkı yukarıdaki gibi daha açık uçlu, daha muhayyel gerekçelerin dayanak bellendiği suçlamaların haklılığı meselesinin üzerine gidiyoruz.
Öncelikle suçlamaların aleyhinde bir beyanı doğru addetmenin mümkün olup olmadığını düşünelim. Burada karşılaşacağımız temel problemle güvenilirlik sorgusunda karşılaşırız. Çin’in güvenilirlik noktasında sınıfta kalmasını ‘demokrasiden uzak bir rejimle idare olunması’, ‘komünizmin bugüne kadar tatbik edildiği memleketlerin tarihi’ gibi sacayakları üzerine oturtarak açıklamak pek ala kabildir. Ancak biz bunu daha somut bir şekilde ortaya koyan ÇKP/ÇHC-Medya ilişkisi ile ele alacağız. Bu başlığı seçmemizdeki bir etken de Çin’de medyanın Mao Zedong sonrasında Deng Xiaoping ile başlayan parti içi reform sürecinden nasibini alamamış olmaklığıdır.
Geleneksel Medya ile İlişki
İlk gazetelerin iptidai memleketler tarihinde alışıldık bir örnek şeklinde sömürgeciler tarafından çıkarıldığı ülkelerden biri olan Çin’de milli menfaat peşindeki isimlerin de bu alana girmesi uzun zaman almamıştır. Akabinde komünistler de propaganda faaliyetlerini yürütmek amacıyla gazeteler neşretmeğe başlamıştır.
Komünistlerin ihtilalden sonra parti içi reform sürecine dek bu alandaki politikalarının merkezinde devlet mülkiyeti dışında gazete neşrine izin vermemek kararı yer almıştır. Deng Xiaoping döneminde bu politikanın aksine özel teşebbüslere izin verildiyse de denetim ve sansür mekanizmasının işletilmesindeki katılıkta asla yumuşamaya gidilmemiştir.
Bu mekanizmanın her ne kadar daha mufassal bir hiyerarşik tablosu varsa da pratikte nüfuzunu gördüğümüz kurumlar, ÇKP’ye bağlı Propaganda Bürosu ile devlete bağlı Basın ve Yayıncılık Genel İdaresi’dir. İç işleyişte Propaganda Bürosu’nun sansürün işletilmesi noktasında daha baskın ve belirgin olduğu ise su götürmez bir gerçektir.
Tabii bu sansüre hacet olmaması için ÇKP’nin güttüğü şu politikaya da evvela bir parantez açmak lazımdır. Çin’de gazetecilik yapmak isteyenler ilk olarak Propaganda Bürosu’nun ‘Marksizm’, ‘Çin Sosyalizmi’, ‘Çin Tarihi’, ‘Gazetecilik Etiği’ gibi başlıklar altında verdiği eğitimlerden geçmek mecburiyetindedir. Akabinde gazete çıkarmak isterse yine Propaganda Bürosu’ndan (yerel bir yayın olacak ise partinin yerel yönetim mekanizmalarından) onay almalı, son olarak ise bu onayla birlikte Basın ve Yayıncılık Genel İdaresi’ne başvurup izin almalıdır. Bu fikri hürriyeti, çeşitliliği öldürmeğe; dimağları zehirlemeğe yönelik süreç zaten sansür evresine gelmeden parti politikalarına aykırı haberciliğin önünü büyük ölçüde almaktadır.
Bahsi geçen ‘temel eğitimde’ gazeteciye parti/devlet politikalarına aykırı içerik üretmemesinin önemi anlatmaya çalışılır. Partinin gazetecilere dayattığı hassasiyetlerin başında halkın demokrasiye yönelik itiraz ve talepler sunmasını tetikleyebilecek içerikler gelir. Onu etnik azınlıklar meselesi, kitlesel hareketler, doğal veya doğal olmayan felaketler, trajik olaylar, uluslararası kriz durumları izler.
Bir olayı gazetecinin kendi penceresinden işlemesini dahi bir kenara bırakalım, ÇKP’li bir yetkilinin basına verdiği demecin nasıl işleneceği noktasında bile Propaganda Bürosu, sürecin müdahilidir. Açıklamaların farklı bir noktaya çekilmemesi, istendiği şekilde istendiği cümlelerinin ön plana çıkarıldığı bir üslup Büro, dolayısıyla parti tarafından belirlenir.
Aksi yönde adım atmanın, arka yollardan dolaşarak Büro’dan kaçmaya çalışmanın akıbetini gazetecilik dışından bir örnekle açıklamak gerekirse 2005 yılında yayımlanan The Summer Palace isimli film güzel bir örnek teşkil edebilir. Senaryonun esas olarak işlediği konudan bağımsız olarak sadece bazı bölümlerde Tiananmen’e atıfta bulunulduğu düşünüldüğü için filmin ülke genelinde yasaklanmasına karar verilmiştir.
Yanı sıra tıpkı gazetecilere dayatılan temel hassasiyetler gibi ortaya konan ilgili yasalar da bir hayli ucu açık olmaklığıyla basın mensubunun ellerini bağlamaktadır. “Çin halkının saygınlığının korunması”, “kamu düzeninin korunması”, “anavatanın çıkarlarının korunması” gibi ifadelere yer verilen yasalar ÇKP’ye büyük bir lüks alanı tanımaktadır. Yine ihlali durumunda gazeteciyi ciddi cezalara muhatap kılabilecek ‘devlet sırrı’ yasası da bu uçsuz bucaksız yasaklar deryasının bir parçası addedilebilir.
Misal 2002 yılında ÇKP, sırf gönlüne öyle estiği için ülkedeki HIV yayılımını devlet sırrı olarak ele almaya karar vermiştir. Bu malumattan habersiz bir şekilde ilgili istatistikleri paylaşan Dr. Wan Yanhai görevinden alınıp tutuklanmıştır.
Öyle ki bu denetim ve sansür mekanizması, birçok baskıcı ülkede ‘her şeye rağmen’ kendisine bir temiz hava sahası yaratabilen yabancı gazetecileri dahi tıpkı Çinli bir gazeteci gibi aynı dayatmalarla karşı karşıya bırakabilmektedir.
Az evvelki örnekten sadece bir yıl sonra ciddi bir salgın şeklinde peyda olan Akut Solunum Yetmezliği Sendromu’nda yabancı gazetecilerin faaliyetleri devlet eliyle ciddi bir şekilde denetlenmiştir. Ancak ÇKP’li yetkililerin verdiği verileri haberleştirebilmek imkanı bulabilmişlerdir.
Öte yandan bu yabancı gazetecilerin ülke içerisinde hür bir şekilde seyahat hakkı da mevcut değildir. Bir yerden bir yere gitmek için yetkili mercilerden alınacak izin belgelerine ihtiyaç duyan yabancı basın mensuplarının karşılaştığı bu zorluk, daha iyi bir imaj çizmeyi hedefleyen ÇKP’nin aldığı son kararlarla bir nebze hafifletilmiş gibi görünmektedir. Tabii Çin’de faaliyet gösteren bir gazeteci şunu bilir ki, Çinli bir gazeteci için söz konusu olan temel hassasiyetler, bilhassa etnik azınlıklar meselesindeki hassasiyet, kendisi için de birebir geçerlidir. Evet, belki izin belgesini daha rahat bir şekilde alabilir ama örnek olarak Tibet yahut Doğu Türkistan’la alakalı parti politikalarına aykırı bir haberi yaptığı takdirde vizesinin iptali gibi bir sorunla karşılaşması çok yüksek bir ihtimaldir.
Yeni Medya
1990’ların ortasından itibaren ABD’nin teşebbüsüyle gerçek anlamda internetin kullanılmaya başlandığı Çin’de başta pek tabii küresel olarak faaliyet gösteren YouTube, Twitter, Facebook gibi mecralar mevcuttu. Ancak bunların merkezlerinin farklı bir ülkede olması ve sansür mekanizmasının işletilmesinde bu faktörün doğurduğu sorunun aşılamaması yasaklanmaları sürecini de beraberinde getirdi.
Parti, geleneksel medyadan kaçan Çinlilerin ciddi rağbet gösterdiği yeni medyadan uzak durulamayacağını bildiği için benzer bir işlev sergileyen Baidu, Weibo, Renren, Wechat gibi platformların kurulmasına olanak sağladı.
Yeni medyanın temel özelliği etkileşimliliktir. Yani bireyin katılımcı olarak verilere etki etmesi ve bu yolla veri alışverişini sürdürmesi meselesi. Çin’in ‘yeni medyasında’ ise işte bu kavrama kısıt getirilir. Geribildirim unsurunu ön plana çıkaran ve iletişim sürecinde pasif konumda bulunan alıcıyı aktif kılan etkileşimliliği sınırlandırmak, sansür mekanizmasının daha kolay işletildiği eski medyayı dijital ortama taşımaktan başka bir şey değildir.
Geleneksel medyanın muhatabı olduğu yukarıdaki başlık altında bahsi geçen o ucu açık yasalara da birebir muhatap olan yeni medya platformları kullanıcılarının ürettiği içerikler İnternet Bilgi Güvenliği Ofisi ile Sanayi ve Enformasyon Teknoloji Bakanlığı tarafından denetlenmektedir.
Yeni medyada bütün bu unsurları bir kenara bırakarak 2005 yılında kurulan Wumaodang’ın varlığı gerçekle yüzleşmek için yeterince iyi bir nesnedir. Wumaodang, 2011 yılında mevcudu 280 bin kişiye dayanmış, kahir ekseriyeti part-time çalışan üniversiteli ve partili bir ordunun adıdır. Bu istihdam edilmiş parti gençliğinin görevi internetteki bilgi akışını, gündemi takip etmek ve süregelen tartışmaları manipüle etmekten başka bir şey değildir.
Çin Virüsü ve Medyanın Sınavı
Bütün komplo teorilerinden sıyrılarak eldeki veriler ışığında Covid-19’un ilk olarak Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıktığını biliyoruz. DSÖ’nün de geç de olsa müdahil olduğu şekliyle Çin’in pandemideki ilk günahı dünyayı şeffaf ve erken bir şekilde bilgilendirmemiş ve uyarmamış olmasıdır. Çin’e rağmen dünyaya seslenen insanların hiçbirinin de sonu iyi olmadı. İlk isim, salgına ilişkin ilk uyarıları yapan doktor Li Venliang. Henüz 2019 yılında meslektaşlarını salgına dair uyaran Dr. Li, Kamu Güvenliği Departmanı tarafından toplum düzenini şiddetle sarsmak iddiasıyla suçlandı. Li hakkında kısa süre içerisinde soruşturma da başlatılmıştı. Daha sonra kendisi de Çin Virüsü’ne yakalanan 34 yaşındaki Şubat ayının ilk haftasında tedavisinin sürdüğü hastanede hayatını kaybetti.
Dr. Li’nin adı bu süreçte sembolik bir örnek olarak ön plana çıksa da Çin’de ‘söylenti yaymak’ suçlamasıyla toplamda cezalandırılan insan sayısının 350’yi geçtiği Çin İnsan Hakları Savunucuları Örgütü’nün raporuna yansıdı.
Bu isimlerden biri olan gazeteci Chen Qiushi, karantina merkezlerinin önünden yaptığı yayınlarla bir süre dünyayı bilgilendirmeye çalıştı. İlk olarak WeChat üzerinden engellenen Chen, bütün dünyaya servis edilen bir videoda ÇKP’ye “Ölümden bile korkmuyorum, senden korktuğumu mu düşünüyorsun Komünist Parti” sözleriyle isyan etti. Sonrasında Chen’den bir daha haber alınamadı. Shanghay’da da Zhang Zhan isimli gazeteci, Çin Virüsü ile ilgili yayınlarının ardından yargılandı ve “rahatsızlık yaratarak kamu düzenini bozmaya neden olmak” suçundan 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Sonuç
ÇHC/ÇKP’nin geleneksel ve yeni medya ile ilişkisi, bunlara dair denetim ve sansür mekanizmalarını işletebilmek adına geliştirdiği yasal ağ ve son olarak Çin Virüsü ile mücadele esnasında gazeteci ve aktivistlerin başlarına gelenler Çin’in güvenilirlik sınavına dair ortalamasını meydana getirmektedir.
ÇKP diktası güvenilirlikten en uzak rejimin adıdır. Ona zarar verecek, onun sorumluluğunu unutturmayacak olması hasebiyle ‘Çin Virüsü’ tanımında ısrarcı olunmalı; ÇHC’de üretilen herhangi bir aşının da haliyle güvenilirlikten uzak olacağı noktasındaki şüpheler net bir şekilde idrak edilmeli; siyaseten bu insanlık düşmanı rejime göz yummaya son verilmelidir.
A. Kutalmış Işık