Hakemli dergiye verilecek yazı için kolları sıvar gibi masanın başına otursaydım bu yazıya konu ettiğim meselenin evveliyatına da girmek lazım gelecekti ancak daha genel bir okur kitlesine hitap eder köşe yazılarında münasip olan lafı kısa tutmak… O yüzden bunu sadece bir tetikleyici unsur olarak düşününüz. İlgisini çekenlerin incelemesi için sürüsüne bereket kaynak mevcuttur, kolaylıkla erişilebilir.
Mesele, Batı Anadolu’nun batısındaki -eski iç- denizimizin adı… Mevcutta buraya Ege Denizi diyor ve hatta kıyısındaki bölgemizi de Ege Bölgesi diye adlandırıyoruz, malum. Bazı emekli subaylarımızın öncülük ettiği bazı kesimler söz konusu alanın bu şekilde anılmasına itiraz ediyor ve muhtelif isimler öneriyorlar. Gerekçelerini bir kenara koyarsak bu çağrıyı sahiplenmemek elde değil. Hak iddiasında olduğumuz bir denizde ‘ama Yunanlar burada bizden daha eski, daha köklü’ diyerek onların adlandırmasını sahiplenmemiz doğru değildir. İstanbul’da ‘Konstantinopolis’, Pendik’de ‘Pantikapaion’ isimlerini nasıl muhafaza etmiyorsak söz konusu denizde de tarih bize böyle bir sorumluluk yüklememektedir.
Evet, coğrafyaların tarihî dokusuna zarar vermemek mühimdir ancak bunun için doğrudan şehrin, bölgenin adını Türkleştirmemek yerine, arşivcilik ve müzecilik noktasında biraz daha titiz ve verimli çalışmak daha akıl kârıdır. Yanı sıra İzmir’in güzel bir meydanına ‘Ege’ adını vererek de bu vazifemizi pek ala yerine getirebiliriz. Böylelikle insanlık tarihine pek çok müspet katkısı olan bu köklü kültüre borcumuzu da bir nebze ödemiş oluruz.
Tıpkı Karadeniz gibi eski iç denizlerimizden biri olan Ege’ye ‘Ege’ demeyelim, demeyelim demesine de o halde ne diyelim? Yukarıda da değindiğimiz gibi Türk milletini bu dertten kurtarmak için yeni öneriler sunuluyor, en gözdesi de ‘Adalar Denizi’. Bu da hoş ve zaten geçmişte kullanılmış da bir isim ancak zaten adı olan bir denize neden isim arıyoruz ki?
Gazi Babamızın muzaffer Türk ordusuna Batı istikametinde ilerleme emri verirken kullandığı ‘Akdeniz’ bize yetmiyor mu? En nihayetinde “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri” emrini alan Türk subayları, bunu yanlış anlayıp meltemli bir Antalya gecesi düşlemeye başlamamışlardı. Akdeniz’e Akdeniz dendiği için doğru istikamette zafer yürüyüşü gerçekleştirildi.
Ciddiyetin saflarına geçelim; ‘Akdeniz’i Türkiye’nin güneyine hapseden’ zihniyetin esasında ‘Türk milletini Anadolu’ya hapseden’ sakat Türkiyeci/Anadolucu düşüncenin taşıyıcısı olduğunu görmek lazımdır. Bizi tarihimizden, köklerimizden koparmağa yeltenen her türlü zehirli fikre ve hamleye karşıyız. Ufku, hedefi ve vazifesi büyük Türk milletinin hudutları asla Anadolu kadar küçük olamaz. Akdeniz’e Akdeniz denmesinin bir sebebi vardır. ‘The Poverty of Historicism’ bataklığına saplanıp rahmetli Popper’in kemiklerini sızlatmamak kaydıyla tarihten bir misalle bu sebebi izah edelim, bilenlere de hatırlatmış olalım, hatırlayanlara da ikinci baskıyı geçelim, zararı yok.
M.Ö. 196’ya dek uzanan bir misal; Ping Şehri Kuşatması. Atsız Amca’nın Türk milletinin yaratıcısı diye nitelendirdiği Büyük Mete, Büyük Hun İmparatorluğu ordusuyla gerçekleştirdiği bu muhasarada ordunun yönetimini kolaylaştırmak ve kusursuz bir harp için şöyle bir tasnifata başvurmuştur. Merkezi hariç tutarak atlı birliklerimiz dört yöne yerleşmiştir. Her bir askerin ait olduğu mevziden kopmaması için de atlarının kuyruklarını farklı renklerde kumaşlarla bağlaması emredilmiştir. Kuzeydeki asker, atının kuyruğunu kara kumaşla bağlarken; doğudaki mavi; güneydeki kızıl; batıdaki de ak kumaşla bağlamıştır.
Bunun tezahürünü asırlar, asırlar ve asırlar sonra Batı Türkeli’nin kalbgâhı olacak Anadolu’da görürüz. Anadolu’ya gelen Türk; kuzeyindeki denize Karadeniz, doğusundaki denize Gökçedeniz (Hazar), güneyindeki denize Kızıldeniz ve batısındaki denize Akdeniz adlarını vermiştir. Türk’ün pusulası şaşmasın deyü bugün de Ege lafzını terk etme ve Akdeniz’e Akdeniz demeye devam etme taraftarı olmakta elbette bir beis yoktur.
Görüldüğü gibi gerekçelerimiz farklı olsa da doğruya doğru demekten de çekinmeyiz, bizim köyün adeti böyledir. Bu vesileyle tarihî bir çağrı da yinelenmiş oldu. Hem şahsım adına konuşacak olursam ben, bu çağrıyı sunup Akdeniz’e Ege denilmesine itiraz ederken evladımın adını ‘Ege’ koymayacağımızın sözünü de verebilirim. Doğruyu savunurken; canımızı değil, 5 dakikalığına dükkanımızı bile emanet etmeyeceğimiz birkaç emekli ‘maalesef’ subayın sözde Anti-Amerikancılık safsatalarına sırtımızı dayamaya ihtiyaç duymamalıyız ve mecbur da değiliz. ‘Maalesef subaylar cuntası’, bozuk saatten bozma Avrasyacılıklarını icra edecek diye milli çıkarları kendilerinin oyun parkına çevirmelerine de bir zahmet müsaade etmeyelim.
A. Kutalmış Işık