Feminizm tartışmalarının sürdüğü ve bu kıymetli mefhumun bir gaybubet alemine sürüklendiği böylesi bir dönemde şüphesiz bu kavramın hem beynelmilel hem milli geçmişi giderek daha da incelenmeye değer bir yer edinmektedir. Bu doğrultuda Ayfer Karakaya-Stump'un "Debating progress in a ‘serious newspaper for Muslim women’: The periodical Kadın of the postrevolutionary Salonica, 1908–1909" makalesine dair bir inceleme kaleme alarak bir yandan makalenin akademik tenkidini, bir yandan da kavramın mazisine dair önemli bir aralığı okura sunmak arzusundayım.
Karakaya, bu makalesinde 1908 Devrimi’yle yeni bir evreye giren veya büyük bir aşama kaydeden Türk kadın basınında hem neşrolunduğu konum hem de yaratıp temsil ettiği farklılıklar dolayısıyla çağdaşlarından farklı bir yere sahip olan ‘Kadın’ adındaki yayın organını incelemektedir. Yazarın makalenin giriş kısmında saptadığı en mühim sorun tarihçilerin mufassal bir kadın basın tarihi incelemesi yaratamıyor oluşudur. Bunun sebeplerini detaylı bir biçimde açıklamakla beraber bu makalenin yazım amacının da işaret edilen mevzubahis eksikliğin giderilmesine katkıda bulunmak olduğunu da kaydediyor. Yine giriş kısmında isabetli ve doyurucu bir biçimde savunduğu tezi müspet ve menfi yönlerine de değinerek izah eden yazarın bu ilk kısımda makaleye ve ‘Kadın’a dair verdiği bilgilerde bağlantıları sağlayamadığı ve bir kopukluğa mahal verdiği ifade edilebilir.
Makalenin yine giriş kısmından hareketle araştırmanın merkezine yayının da içeriğinin ana maddesi olduğunu ifade ettiği “terakki-yi nisvan” mefhumunu aldığı anlaşılmaktadır. Bu meseleye değineceği noktaya ulaşırken yayına dair ayrı ayrı temel tespitler yapıp adeta bunları biriktiriyor, yani kümülatif bir biçimde ilerliyor. Yazar kadrosunun tanıtımı, kadro içindeki erkeklerin nüfus açısından da nüfuz açısından da bir ağırlığa sahip olduğunun ve erkek yazarlarda genel bir profil çizilebilecekken kadın yazarlar için bunun söz konusu olmadığının ifadesi, müteakiben yapılacak geniş ve bağlantılı bir mukayesenin atılan temeli olarak nitelendirilebilir. Bu hususta başlıklar arası geçişin başarıyla sağlandığını kabul etmek lazımdır. Tabiî bu esnada tarihsel verilerle başlıklar altında doğup kapanan yan fikirlerin destekleniyor oluşu da makalenin bilimsel kalitesini müspet manada etkileyen bir faktördür. ‘Kadın’ ile Selanik’teki kadın hareketleri arasında oluşan bağın açıklanmaya çalışıldığı başlık altında, bu hareketlerin çoğunun hayır cemiyetleri oluşuyla alakalı olarak bir rol-model tespitine kalkışan yazar, istikraî (endüksiyonel) bir yaklaşım sergilemektedir ki, bunun bilimsel ayağı sakat bir çaba olduğu kanaatindeyiz. Ardından bazı yazarların bazı sayılarda neşrettikleri makaleler üzerinden çıkan tartışmalar kaynaklar açıkça ifade edilerek anlatılırken okur, yazarın yorumundan mahrum bir biçimde kritik yapmak durumundadır zira yazar, adeta bir vakanüvis gibi bilgileri aktarmakla yetinmiştir. Bunun gibi birkaç nokta daha vardır ki, yazar yorumsuz bir biçimde ana fikre destek yaratmak için aktarmakla yetinmiştir lakin bu o başlığı kendi içerisinde değerlendirildiğinde doyurucu olmaktan uzak bırakmıştır.
Makalede sunulan tezlerin savunulması ve yazarın okuru iknada başarısı hususunda bir değerlendirme yapılacaksa adım adım gitmekte fayda vardır. İlk olarak feminizm mefhumunun aşırılıkçılık göstergesi konumuna yerleşmesi meselesi, önce kadının bahsolunan kaynaklarda yeniden tanımlanma usulü ve bu noktadaki talepler, çatışmalar açıklanarak zemin oluşturulmuş ve tezin sunumunda belirtildiği gibi yeni tanımlamanın nelerin tesiri altında yapıldığı açıklığa kavuşturulmuştur. O yüzden savunulan bu tezde tarihsel zemininin iyi açıklandığı ifade edilebilir ancak millî terakki ve feminizm ülkülerinin birleşiyor ve bunun kadın üzerinde hem menfi hem müspet tesirler bırakıyor oluşuna dair ortaya atılan tezin aynı başarıyla savunulduğu söylenemez. Bu tez, diğerinin aksine sağlam bir zemine oturtulamamış ve havada kalmıştır. Metin, içeriği bakımından bunu destekleyecek güçlü argümanlardan mahrumdur.
A. Kutalmış Işık