Bir arayış; bitmeyen, bitecek gibi görünmeyen bir arayış. Gündelik hayat dinamiklerinin süreklilik arz eden değişimleri arasında ne olduğunu tam olarak tanımlayamayan insanlardan kurulu bir dünya. Kimlik karmaşasının insan hayatını cehenneme çevirdiği ve insanlar arası uzlaşım yollarının tamamına yakınını tıkadığı bir sürü hayat. Toplumsal rol ve statülerin sınırlarının silikleştiği ve sınır ihlallerinin umursanmamaya başladığı bir düzenin içinde sıkışıp kalan umutlar, hayaller, amaçlar ve idealler. Var oluşun hızını ikiye katlayan bir yok oluşun hükümranlığı altında kaderciliğe teslim olan milyonlarca irade.
Anlamlı her sorunun anlamsızlaştığı bir alanda “doğru” olanı arama çabalarının beyhudeliği ve onu izleyen bıkkınlık. Yaşamak arzusunun işkenceye yenik düştüğü bir çaresizlik ve en sonunda da hiçlik. Sırf o öttüğü için güneşin doğduğunu sanan horozlar. Dünyanın bütün kaybedişlerini yüreğinde hisseden zavallı duyarlılar. Bilinmezin gölgesinde soluklanan korkak ruhların egemenliğinde dinmeyen acılara göz yuman sessiz katiller.
Karanlık çağın nerede başladığını bilmeyen ve hep diğerlerini suçlayan, kendini zanlı değil de mağdur olarak kabul eden insanların paslı zihinlerinden yayılan çürük kokusu. Ne yapacağını bilmeyenlerin kazdığı derin uçurumlar. Fikir savaşlarının yerini alan kanlı canlı insan savaşları. Cinayetler, tecavüzler, patlamalar, doğa ve hayvan katliamlarıyla gelen kaos.
Bunca kötü rolden hiçbirini üstlenmeden yolunu bulup hayatına devam edeceğine dair hiçbir umudu olmasa da direnen azınlık. İnsanlığın artık toparlanamayacağını kabullenip evrene de dağılmasını nasihat eden sözde okumuşlar. Dostu, kardeşi unutup ‘ben havuzlarında’ keyfe dalan benciller. Kapanmayan yaralar ve dinmeyen acılar. Sürekli kayıplar ve artan boşluğu dolduracak sevgiden yoksun olanlar.
Kendinin aramanın, kendi içine dönmenin değer kaybına uğradığı böylesi bir düzensizliğin kurduğu düzende teslimiyetçi olmayan ruhların cehennemi başlar. Kendi yerini bulamayan herkes, tam da bu karmaşanın ortasında güneşin söndüğü yerde şimdi. Ne bir ışık ne bir kılavuz var ortada. Bu sebeple de yalnızlığını avaz avaz, yüzüne kusarcasına haykıran bir karanlığın içinde kapana kısıldı ve çaresiz bu insanlar. Tutunacak dal, başını koyacak omuz yok. Boşlukta hep tek başına sallanıyor eller. El ele tutuşan kimsecikler yok. Yokluk zamanının en şiddetli döneminin, insanların çaresizliğini bile katmerleyerek artırdığı bir dünya düzeni içinde sıkışanların dayanılmaz ama umursanmayan yalnızlığının bir sonu yok gibi. İnsanlar, zihinlerini istila eden asılsız ve çirkin hayallerden ve hırslarından kurtarabilirlerse belki doğru düşünmeye başlayabilirler. Bu son derece cılız umut yaşam savaşı veriyor, günden güne eriyor.
Gündelik hayata hâkim olan öfke bir gün soğursa belki de yeniden konuşmaya başlar insanlar. Başkalarını anlamaya ve düşünmeye başlarlar belki de. Kanayan beyinlerine rağmen içleri dışlarına taşarken bu kaotik düzenin önünde duracak ve o aynı söndüğü yerde güneşi yeniden tutuşturacak gücü olanların hayaline sığınmış, karanlığın diplerinde kurtarıcısını bekleyen milyonlar için durdurulamaz bilinç kaybı başladı bile. Geri sayım çok hızlı ilerliyor. Medeniyet yakın zamanda komaya girecek ve onu yaşatmak yerine fişini çekmek için birbiriyle yarışan kalbur üstülerin savaşı bildiğimiz anlamında “yaşamın” sonunu getirecek. Bilinir ki güneş girmeyen eve doktor girer ve doktorun gelmesi için bile güç gerekir. Şimdi ne demeliyim? “Geçmiş olsun” mu yoksa “Başımız sağ olsun” mu?
Anlamlı her sorunun anlamsızlaştığı bir alanda “doğru” olanı arama çabalarının beyhudeliği ve onu izleyen bıkkınlık. Yaşamak arzusunun işkenceye yenik düştüğü bir çaresizlik ve en sonunda da hiçlik. Sırf o öttüğü için güneşin doğduğunu sanan horozlar. Dünyanın bütün kaybedişlerini yüreğinde hisseden zavallı duyarlılar. Bilinmezin gölgesinde soluklanan korkak ruhların egemenliğinde dinmeyen acılara göz yuman sessiz katiller.
Karanlık çağın nerede başladığını bilmeyen ve hep diğerlerini suçlayan, kendini zanlı değil de mağdur olarak kabul eden insanların paslı zihinlerinden yayılan çürük kokusu. Ne yapacağını bilmeyenlerin kazdığı derin uçurumlar. Fikir savaşlarının yerini alan kanlı canlı insan savaşları. Cinayetler, tecavüzler, patlamalar, doğa ve hayvan katliamlarıyla gelen kaos.
Bunca kötü rolden hiçbirini üstlenmeden yolunu bulup hayatına devam edeceğine dair hiçbir umudu olmasa da direnen azınlık. İnsanlığın artık toparlanamayacağını kabullenip evrene de dağılmasını nasihat eden sözde okumuşlar. Dostu, kardeşi unutup ‘ben havuzlarında’ keyfe dalan benciller. Kapanmayan yaralar ve dinmeyen acılar. Sürekli kayıplar ve artan boşluğu dolduracak sevgiden yoksun olanlar.
Kendinin aramanın, kendi içine dönmenin değer kaybına uğradığı böylesi bir düzensizliğin kurduğu düzende teslimiyetçi olmayan ruhların cehennemi başlar. Kendi yerini bulamayan herkes, tam da bu karmaşanın ortasında güneşin söndüğü yerde şimdi. Ne bir ışık ne bir kılavuz var ortada. Bu sebeple de yalnızlığını avaz avaz, yüzüne kusarcasına haykıran bir karanlığın içinde kapana kısıldı ve çaresiz bu insanlar. Tutunacak dal, başını koyacak omuz yok. Boşlukta hep tek başına sallanıyor eller. El ele tutuşan kimsecikler yok. Yokluk zamanının en şiddetli döneminin, insanların çaresizliğini bile katmerleyerek artırdığı bir dünya düzeni içinde sıkışanların dayanılmaz ama umursanmayan yalnızlığının bir sonu yok gibi. İnsanlar, zihinlerini istila eden asılsız ve çirkin hayallerden ve hırslarından kurtarabilirlerse belki doğru düşünmeye başlayabilirler. Bu son derece cılız umut yaşam savaşı veriyor, günden güne eriyor.
Gündelik hayata hâkim olan öfke bir gün soğursa belki de yeniden konuşmaya başlar insanlar. Başkalarını anlamaya ve düşünmeye başlarlar belki de. Kanayan beyinlerine rağmen içleri dışlarına taşarken bu kaotik düzenin önünde duracak ve o aynı söndüğü yerde güneşi yeniden tutuşturacak gücü olanların hayaline sığınmış, karanlığın diplerinde kurtarıcısını bekleyen milyonlar için durdurulamaz bilinç kaybı başladı bile. Geri sayım çok hızlı ilerliyor. Medeniyet yakın zamanda komaya girecek ve onu yaşatmak yerine fişini çekmek için birbiriyle yarışan kalbur üstülerin savaşı bildiğimiz anlamında “yaşamın” sonunu getirecek. Bilinir ki güneş girmeyen eve doktor girer ve doktorun gelmesi için bile güç gerekir. Şimdi ne demeliyim? “Geçmiş olsun” mu yoksa “Başımız sağ olsun” mu?