Etkili bir iletişim kurmayı başarabilen insanoğlu, bu sayede siyasal düzenler, askeri sistemler ve ekonomik plânlar yaparak dünya üzerindeki milyonlarca insana bir yaşam şekli sundu. İletişim için önce vücut dili ve bir takım işaretlerle anlaşmaya çalışan insanlar, zamanla bu iletişimdeki becerisini artırmayı başardı. İşaretlerin yanında sesleri de kullanmaya başlayan insanlar, çok daha iyi iletişim kurabilir duruma gelmeyi mümkün hâle getirse de bir nesil vefat ettiğinde bir sürü bilgi de unutuluyordu. Bu sebeple “Söz uçar, yazı kalır.” fikrinin gölgesinde kalıcılığı sağlamak için sesleri, işaretler ve sembollerle anlatmanın bir yolunu bularak yazıyı keşfettiler.
Yazı dili ruhsuz ve cansızdı. Bunun için de insanoğlu konuşma duraklarını, vurguları ve duyguları belirtmeye yarayan noktalama işaretlerini belirlediler. Artık her çağ ve öncesi, kendinden sonraki dönemler ve nesiller için bilgileri ve tecrübeleri kalıcı hâle getiren sayısız bilgi bankası bırakmaya başladı. Duvarlara, taşlara, tabletlere, hayvan derilerine işlediler bildiklerini, öğütlerini ve tecrübelerini.
Zamanla daha da gelişen insanoğlu kalıcılığı artırmak adına kitaplar yazmaya başladı. Böylelikle yüzyıllar ve nesiller ötesine kadar ulaştı sözleri. Bugünlerde biliyoruz ki her dönem, kendinden sonraki dönemler için açılıp okunacak binlerce kitap demek. Unutmak yok! Bilgiler kalıcı ve kolay ulaşılabilir durumda. Silinmek yok! Yakılan kütüphanelerle veda edilen binlerce kitabın hüznüyle kavrulan insan, kitapların kopya sayılarını artırmanın ve dijital ortamlarda asla kaybolmamasının da yolunu buldu. Bilgiler, fikirler ve deneyimler, güvende artık.
Zaman ilerledi. İnsanın bitmek bilmez merakı ve hırsı sayesinde yaşam ya da ölüm getirişini önemsemeden durmadan çalıştı toplumlar. Sonunda olan oldu ve toplumlar bozulmaya başladı. İdeal ve mükemmel yaşam üzerine karanlık gölgeler düştü. İletişim, en iyi iletişim aracıyken insanın en önemli silahına dönüştü. İnsanların kafaları karıştırıldı.
Önce diller bozuldu ve sonunda insan bir gün Alex Konevsky’nin şiirinde işaret ettiği gibi virgülü kaybederek söylenenlerin birbirine karıştığı etkileşimler içinde boğulurken buldu kendini. Duygudan yoksun, işaret edileni belli olmayan ve tek nefeste okunmak zorunda kalan anlamını kaybetmiş cümleler içinde yitirmeye başladı yolunu insan. İnsanların sonsuz huzuruna gölge düştü. Anlaşmazlıklar baş gösterdi bir yerden sonra.
Sonra insan bir gün noktayı kaybetti insan ve uzayıp giden fikirlerini birbirinden ayıramaz oldu. Kimin ne dediğinin ve hangi sözün hangi konuya ait olduğunun anlaşılamadığı cümleler içinde kalan insanlar için iletişim, komaya girdi o zaman. Kimse kimseyi anlamadığından öfkelerin çarpışma alanına dönüştü sohbetler.
Bunca karmaşa yetmezmiş gibi ünlemi de kaybetti insan bir gün. Sevincini de öfkesini de hatta tüm diğer duygularını da kaybetti o gün. Korku, sevgi, hüzün, acı ya da mutluluk anlamını yitirdi. Her duygu birbirine benzer olunca anlatılanların da kıymeti kalmadı. Duygusuzlaşmaya paralel olarak gelişen umursamazlıkla birileri gününü gün ederken soğuktan öldü birileri de kimsenin haberi olmadı.
Derken bir başka gün de soru işaretini kaybetti insan. O günden sonra soru soramaz oldu insan. Her şeyi ona verildiği gibi kabul etmeye mecbur oldu. Sorgulayamadığı için koşulsuz şartsız bir onay makamına döndü herkes. Sorulmayan soruların yüreklerde biriktirdiği kuşkularla şüphe tohumları serpilip büyüdü insanlar arasında. Güvensizlik damga vurdu en yakın ilişkilere bile.
Açıklama yapmayı da iki nokta üst üsteyi kaybedince bıraktı insan mecburen. Kimsenin eyvallahı kalmadı kimseye. Açıklama olmayınca kör oldu insanlar birbirine. Giderek büyüdü çatışmalar. Sebebe ihtiyacı kalmadı cinayetlerin, soygunların ve tecavüzlerin.
Bu süreçte elinde ne varsa tek tek kaybettiğini anlamaya fırsat bulamayan insan, çöküşlerin en büyüğünü yaşadığının farkına bile varamadı hâlâ. Elinde bir tek tırnak işareti kaldı. Onun içinde de hep başkalarının vurgudan, duygudan yoksun, bitmek bilmeyen cümleleri vardı. Kendine dair hiçbir şeyi kalmayan insanın gaflet uykusu, yazık ki tüm insanoğluna mâl oldu ama bunu bir tek insan anlamadı.
Demem o ki önce kafamız karıştırıldı. Hayatın nerelerinde durup nefesleneceğimizi bilemez olduk. Sonra bir düşünceyi nerede bitireceğimizi kestiremez olduk. Bütün fikirler birbirine girdi. Beyinlerimize karmaşa hâkim oldu. Derken bir gün duygularımız gitti elimizden. Artık hissedemiyorduk. Sadece birilerinin duygusal tepkilerini taklit etmeye çalışıyorduk. Kimsede kalmayınca bitkilere döndük. Zamanla soru soramaz hâle geldik. Mecbur edildik her şeye ‘Evet’ diyen bir zombi ordusuna dönüşmeye. Kendimizi hiçbir şekilde ifade edemiyor, açıklayamıyorduk sonraları. Sonuç itibariyle bu günlerde tek yapabildiğimiz; düşüncelerimizi “Kim, ne demiş?”ler üzerine kurup kendimizi başkalarının dedikleriyle ifade etmeye çalışmak. İşte hepsi bu!
Yazı dili ruhsuz ve cansızdı. Bunun için de insanoğlu konuşma duraklarını, vurguları ve duyguları belirtmeye yarayan noktalama işaretlerini belirlediler. Artık her çağ ve öncesi, kendinden sonraki dönemler ve nesiller için bilgileri ve tecrübeleri kalıcı hâle getiren sayısız bilgi bankası bırakmaya başladı. Duvarlara, taşlara, tabletlere, hayvan derilerine işlediler bildiklerini, öğütlerini ve tecrübelerini.
Zamanla daha da gelişen insanoğlu kalıcılığı artırmak adına kitaplar yazmaya başladı. Böylelikle yüzyıllar ve nesiller ötesine kadar ulaştı sözleri. Bugünlerde biliyoruz ki her dönem, kendinden sonraki dönemler için açılıp okunacak binlerce kitap demek. Unutmak yok! Bilgiler kalıcı ve kolay ulaşılabilir durumda. Silinmek yok! Yakılan kütüphanelerle veda edilen binlerce kitabın hüznüyle kavrulan insan, kitapların kopya sayılarını artırmanın ve dijital ortamlarda asla kaybolmamasının da yolunu buldu. Bilgiler, fikirler ve deneyimler, güvende artık.
Zaman ilerledi. İnsanın bitmek bilmez merakı ve hırsı sayesinde yaşam ya da ölüm getirişini önemsemeden durmadan çalıştı toplumlar. Sonunda olan oldu ve toplumlar bozulmaya başladı. İdeal ve mükemmel yaşam üzerine karanlık gölgeler düştü. İletişim, en iyi iletişim aracıyken insanın en önemli silahına dönüştü. İnsanların kafaları karıştırıldı.
Önce diller bozuldu ve sonunda insan bir gün Alex Konevsky’nin şiirinde işaret ettiği gibi virgülü kaybederek söylenenlerin birbirine karıştığı etkileşimler içinde boğulurken buldu kendini. Duygudan yoksun, işaret edileni belli olmayan ve tek nefeste okunmak zorunda kalan anlamını kaybetmiş cümleler içinde yitirmeye başladı yolunu insan. İnsanların sonsuz huzuruna gölge düştü. Anlaşmazlıklar baş gösterdi bir yerden sonra.
Sonra insan bir gün noktayı kaybetti insan ve uzayıp giden fikirlerini birbirinden ayıramaz oldu. Kimin ne dediğinin ve hangi sözün hangi konuya ait olduğunun anlaşılamadığı cümleler içinde kalan insanlar için iletişim, komaya girdi o zaman. Kimse kimseyi anlamadığından öfkelerin çarpışma alanına dönüştü sohbetler.
Bunca karmaşa yetmezmiş gibi ünlemi de kaybetti insan bir gün. Sevincini de öfkesini de hatta tüm diğer duygularını da kaybetti o gün. Korku, sevgi, hüzün, acı ya da mutluluk anlamını yitirdi. Her duygu birbirine benzer olunca anlatılanların da kıymeti kalmadı. Duygusuzlaşmaya paralel olarak gelişen umursamazlıkla birileri gününü gün ederken soğuktan öldü birileri de kimsenin haberi olmadı.
Derken bir başka gün de soru işaretini kaybetti insan. O günden sonra soru soramaz oldu insan. Her şeyi ona verildiği gibi kabul etmeye mecbur oldu. Sorgulayamadığı için koşulsuz şartsız bir onay makamına döndü herkes. Sorulmayan soruların yüreklerde biriktirdiği kuşkularla şüphe tohumları serpilip büyüdü insanlar arasında. Güvensizlik damga vurdu en yakın ilişkilere bile.
Açıklama yapmayı da iki nokta üst üsteyi kaybedince bıraktı insan mecburen. Kimsenin eyvallahı kalmadı kimseye. Açıklama olmayınca kör oldu insanlar birbirine. Giderek büyüdü çatışmalar. Sebebe ihtiyacı kalmadı cinayetlerin, soygunların ve tecavüzlerin.
Bu süreçte elinde ne varsa tek tek kaybettiğini anlamaya fırsat bulamayan insan, çöküşlerin en büyüğünü yaşadığının farkına bile varamadı hâlâ. Elinde bir tek tırnak işareti kaldı. Onun içinde de hep başkalarının vurgudan, duygudan yoksun, bitmek bilmeyen cümleleri vardı. Kendine dair hiçbir şeyi kalmayan insanın gaflet uykusu, yazık ki tüm insanoğluna mâl oldu ama bunu bir tek insan anlamadı.
Demem o ki önce kafamız karıştırıldı. Hayatın nerelerinde durup nefesleneceğimizi bilemez olduk. Sonra bir düşünceyi nerede bitireceğimizi kestiremez olduk. Bütün fikirler birbirine girdi. Beyinlerimize karmaşa hâkim oldu. Derken bir gün duygularımız gitti elimizden. Artık hissedemiyorduk. Sadece birilerinin duygusal tepkilerini taklit etmeye çalışıyorduk. Kimsede kalmayınca bitkilere döndük. Zamanla soru soramaz hâle geldik. Mecbur edildik her şeye ‘Evet’ diyen bir zombi ordusuna dönüşmeye. Kendimizi hiçbir şekilde ifade edemiyor, açıklayamıyorduk sonraları. Sonuç itibariyle bu günlerde tek yapabildiğimiz; düşüncelerimizi “Kim, ne demiş?”ler üzerine kurup kendimizi başkalarının dedikleriyle ifade etmeye çalışmak. İşte hepsi bu!