“Pir Sultan’ın geldi cuşa
Zalimlerin aklı şaşa
Ne gelirse gelsin başa
Tevekkeltü teal’Allah”
Seçim yenilgisinin ardından geçen iki haftayı aşkın süredir yazıp yazıp siliyorum bu satırları. Pek çoğunuzun yaşadığı hayal kırıklığını yine pek çoğunuzdan önce, Mart ayında CHP’nin “reis”i muhalefetin adayı olarak ilan edildiğinde, yaşayıp bitirdiğimi sanıyordum. Şimdi itiraf zamanı: bu hayal kırıklığı öyle kolay atlatılmıyormuş. Ancak fark ettim ki bu sükût-u hayalin bir türlü bitmemesinin sebebi seçime dair umudumun büyüklüğü değilmiş. Sebep; muhalif siyasetçilerin saçmalamayı bir türlü kesmemesiymiş.
Gerçekten de gün geçmiyor ki muhalif saflardan bir siyasetçi şecaat arz ederken sirkatin söylemesin. Gün geçmiyor ki benim kabuk bağlamaya yüz tutmuş yaram tekrar kanamasın. Hal böyle olunca; sonunda bu yazıyı bir daha silmemek üzere, son kez kaleme almaya karar verdim.
Her ne kadar ana muhalefet partisi olsa da, her ne kadar seçimi kaybetmemizden sorumlu birincil aktör olsa da, Cumhuriyet Halk Partisi bu yazının ana konusunu teşkil etmeyecek. Çünkü biliyorum ki siz kıymetli okur, seçim gününden bu yana CHP kritiği yapıyorsunuz ve/veya dinliyorsunuz. Ben CHP’nin seçimden sonra da -seçimden önce olduğu gibi- CHP’lik yaptığını söylemekle yetineceğim. Seçimden önceki son yazımda, şimdinin arsız mağlubu, o zamanın “demokrasi mesihi” hakkındaki görüşlerimi sizlere arz etmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi çoktan bir takım siyaset simsarının eline geçti. Muhalif Türklerin talihsizliğidir ki Söğütözü’ndeki şaşalı binayı bir hürriyet odağı olarak gördü, umutları bu binaya çöreklenmiş simsarlara bağladılar.
Gelelim İYİ Parti’ye. Adayın belirlenmesi sürecinde sergilediği tutum sebebiyle yenilgide İYİ Parti’nin mesuliyeti olmadığı ileri sürülmekte. Fakat kazın ayağı pek de öyle değil. Malumunuz; İYİ Parti, 2019 yerel seçimlerinden bu yana muhalefetin en önemli iki birleşeninden birisi olduğu iddiasını her yerde dile getirdi. Her nasılsa (!) bu en önemli ortak “altı masa” tuzağını göremediği gibi düştüğü bu tuzaktan bir çıkış da bulamadı. Bir takım otur-kalk’lardan sonra Kemal KILIÇDAROĞLU’nun adaylığını desteklemeye karar verdi. Fakat tam da aday belirleme sürecinde İYİ Partililerin söyledikleri gibi Sayın KILIÇDAROĞLU bizleri şaşırtmadı ve seçilemedi. Hal böyle olunca, İYİ Parti ya masadan kalkarak ya da masaya geri oturarak fakat her hâlükârda yenilgide rol alarak mesuliyet altına girmiş oldu.
Gelin görün ki seçimden bu yana İYİ Parti’nin seçmenine hesap vermesi bir yana, İYİ Parti’den hesap sormayı aklına getiren seçmen dahi pek az. Herkes KILIÇDAROĞLU’nun istifasını isterken AKŞENER’in de yenildiği ve istifasının gerektiği dillendirilmiyor.
Demokrasilerde siyasi aktörlerin hesap vermesinin, sorumluluk almasının ne kadar önemli olduğundan bizim siyaset dünyamızın pek haberi yok, bunu biliyoruz. İYİ Parti de, seçim yenilgisini bizim siyaset hayatımıza yerleşmiş geleneklere uygun bir refleksle karşıladı, seçmenine dişe dokunur bir açıklama yapmadı. 2018 yılında girdiği ilk seçiminden sonra 2019 yerel seçimlerinde bir tane bile il belediyesi kazanamayan bir parti, takip eden genel seçimde de oyunu düşürdüyse ve milletvekili sayısında bir artış yoksa, üstüne üstlük bir de cumhurbaşkanı adayı seçimi kaybettiyse çok tartışmasız bir mağlubiyet söz konusudur. Bu durumda da partide birilerinin (çay ocağındaki partilileri kast etmediğimiz açık) istifa etmesi beklenir. Oysa İYİ Parti “biz demiştik”çilikten başka bir şey yapmadı. Üstelik onu bile mertçe yapmadı, müttefiklerine hesap sormak yerine karnından konuşmayı seçti. İşte İYİ Parti’nin talip olduğu “merkez sağ”a nasıl da kurulduğu böylece anlaşılmış oldu. Malumunuz, son yıllarda tuhaf bir güzelleme başlamış, adeta kör ölünce badem gözlü olmuş olsa da, 90’lı yıllar boyunca merkez sağ, siyasetteki kokuşmanın bayraktarıydı. Anlaşılan İYİ Parti de merkez sağa kurulur kurulmaz bu kokuşmadan payını almış.
Belli ki “merkez sağa yerleşmiş” olan İYİ Parti’nin yöneticileri sadece hesap vermeme geleneğini değil, kirli ayak oyunlarını da devralmışlar. Yoksa bu zevatın, zaten “birlik ve beraberliği” tehdit edecek gücü olmayan, son derece cılız olan parti içi muhalefet hesap sormaya kalkarsa sesi çıkmasın diye hep bir ağızdan “birlik ve kenetlenme” mesajları vermeleri için bir sebep olmazdı. Öyle ya, ortada bir yenilgi yokmuş gibi davranan İYİ Parti için birlik mesajlarına ne hacet var ki?
Oysa seçimden bu yana İYİ Parti’liler tarafından yapılan açıklamaların ortak paydası Sayın Meral AKŞENER oldu. Tüm parti yöneticilerinin ağzında varsa yoksa “sayın genel başkanımız”. Anlaşılan parti kurmayları AKŞENER’in karizmasının arkasına saklanarak konumlarını koruyabileceklerini görmüşler. Her ne kadar seçim yenilgisinden sonra derhal kongre kararı alındıysa da, parti yöneticilerinin birbiri ardına yaptıkları açıklamalardan da anlaşıldığı kadarıyla bu kongre hesap vermek için değil, “sayın genel başkanımız”ın parti içindeki hegemonyasını kuvvetlendirmek için tertip ediliyor. Zira hepsi “sayın genel başkanımız”ın vazgeçilmezliğini anlatmaya çalışıyor bizlere. O kadar ki “Meral AKŞENER’siz olmaz” tespitinin “tartışmasız siyasal gerçeklik” olduğu bile iddia ediliyor ki bunu tartışmaya açmak isteyenler çenesini kapasın. Mezkur hanımlar ve beyler “sayın genel başkanımız”ın vazgeçilmezliğine inandıklarına göre ya partilerini AKŞENER’in ölümünden sonra tasfiye etmeye şimdiden niyetliler ya da AKŞENER bir yudum içebilsin diye ab-ı hayatı arayıp buldular. Yoksa bunlardan birisi söz konusu olmasaydı bu partinin neden kurumsallaşmadığını ve şahsa bağlı kaldığını tartışıyor olmaları gerekirdi, değil mi?
Tamam, anladık. Bahse konu hanımlar ve beyler eski siyaset geleneklerini devam ettirecekler. Bir tanesi müstesna hiçbirisi girdikleri ön seçimlerden birinci çıkamadıklarına göre parti yönetimindeki ve/veya meclisteki pozisyonlarını da “sayın genel başkanımız”a borçlular. Diyetini sadakatle ödüyorlar. Fakat bizim için artık yeter! Bizler 20 yıllık iktidara bir şekilde yamanabilecekken bunu yapmayan, ihaleler alıp servet sahibi olabilecekken, itibarlı memuriyetlere atanabilecekken bunların hepsini elinin tersiyle itenler için, DİNÇASLAN’ın pek güzel ifadesiyle “temiz Türkler” için bıçak kemiğe dayandı. Bizim oyumuzla aşiret ağalarına, borsa manipülatörlerine mecliste birer koltuk “ikram etmelerine” oy vermek zorunda olmadığımızı, size verdiğimiz oyların o simsarlara birer koltuk ikram etmelerinden başka bir işe yaramadığını biliyoruz. 7 yıldır partisini kurumsallaştıramamış, (Allah uzun ömür versin) kendi ömrüyle sınırlı bir parti olmaktan kurtaramamış bir genel başkana sadakatimizi sunmak zorunda olmadığımızı biliyoruz. Kurumsal siyasetin, partili siyasetin mevcut aktörlerinin daima bir kariyer yolculuğunda olduklarını, ağızlarına pelesenk ettikleri gibi vatan hizmetiyle meşgul olmadıklarını görüyoruz.
Artık şüphe etmiyoruz ki, Mahmut Şevket Paşa’nın yüz yıl önce sorduğu şu soruya cevap vermek bize düşüyor: “Vatan gidiyor, millet mahvoluyor. Ne duruyoruz? Bizde cesaret, bizde hamiyyet yok mu?”. Tartışmasız bir siyasal gerçeklik varsa o da şudur ki cevabı hep birlikte, burada vereceğiz.