Sekiz Mart Dünya Kadınlar Günü'nü idrak ettik geçen hafta itibariyle. Epeydir alıştığımız görüntülerden bahsetmeyeceğim, artık her yer Taksim her yer direniş değil bir kere. Sadece kendi kadınlarının ya da kendi partililerinin toplandığı, toplanabildiği, olur olmaz abuk sabuk sloganlar atabildiği, (bunların her konuşmanın arkasına, konuşmayı bitiren kişinin yanındaki elamanın sağ işaret parmağını yukarı kaldırarak “Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber” sloganını eklemesi, ardından diğer hırtların hep bir arada bunu tekrarlaması bana acayip komik geliyor mesala. Çalışıyorlar önceden bunu bence, prova falan yapıyorlardır kendi aralarında. Neyse, dağılmayalım biz.) biz muhaliflere ise güvenlik nedeniyle her gösteri ve yürüyüş hakkının yasaklandığı bir ülkede yaşıyoruz. Direnişi bile uysal olsun istiyor bunlar, istedikleri yerde, istedikleri kadar dozda, istedikleri şeyleri söylememizi istiyorlar ve artık bu ülkede kadınlardan başka sesini çıkaracak kimse de kalmadı toplanıp slogan atmak açısından. Eski zamanlardaki garabetlerden de bahsetmeyeceğim, yazılan dövizlerdeki kadın hareketini sulandıran aşırılıklardan, LGBT-İ üyelerinin ya da Kürt hareketinin her eyleme bir şekilde dahil olmasından falan filan. Ancak bir yerlerde trans bireylerin kadınları başka bir yerlerden kovduğuna dair bir başlık olarak okudum ama içeriğine bakmadım. Ben toplumsal eylemlerden bir tek Gezi'yi sevdim, gerisi yalan…
Bu kadar girizgahtan sonra konunun tarihsel, sosyal sorunları benim ilgi alanım ya da uzmanlığım değil. Benim de anam, bacım, karım var gibi bir tür sığlığa ise asla girişmeyeceğim ancak şu bir gerçek ki, bu ülke erkek bireylerine verdiği her özgürlüğü kadın bireylerine yasaklamakla meşhur artık. Git gide kaybedilen bir mevziler savaşında durum çok kötü sevgili kardeşlerim. Hükümet ya da kanunlarla korunamayan haklardan geldiğimiz daha feci bir durum var ortalıkta. Toplumsal sindirilme, bastırılma, ezilme ve yok edilme. Dincileri ve söylemlerini geçelim, dindar kadınların, dinleri nedeniyle bunlara ses çıkaramamalarını da bir yana koyalım. Celladına aşık olmuş ya da kasabının bıçağını yalayan koyunlarla aynı düşünce evreninde asla buluşamayacağız. Benim derdim ülkenin artık kadınları yarı açık bir hapishaneye mahkum etmeye çalışması ve git gide dönüşmesi üzerine olacak.
Massive Attack "Angel" klibini yıllardır dinler, seyrederim. Klip çok iyidir. Bir yeraltı otoparkına arabasını park eden gencimiz, otopark çıkışına yürür. Bir adam arkasına takılır, gencimiz fark eder ancak tınlamaz. Sonra biri daha arkadan gelen arkadaşın yanına gelir ve beraber gencimizi izlerler, genç hafiften kıllanır ama yine takılmaz. Bu arada sayısı artmaya başlar takip edenlerin. Genç adam pirelenmeye başlar artık, çıkışa yönelir ve korkuyordur bir yandan, adımlarını hızlandırır, gerideki grup da hızlanır. En son çıkışa doğru koşmaya başlar, arkadaki gruba hem yeni üyeler katılır hem onlar da koşmaktadır gencin arkasından. Bu böyle dozaj dozaj artarak devam eder, genç için artık durum ölüm kalım savaşına dönmüştür, son hızla koşmaktadır, arkasındakilerin ise hem sayıları artmakta hem de aynı hızla kendisini kovalamaya devam etmektedirler. Zombi filmi anasını satayım, en sonunda gencimiz yorulur ya da kaçmaktan bıkar. Hatırla, hatırla Rosa Parks’ ı hatırla. Dur hele klibimizi bitirelim önce. Genç adam durur ve arkasına döner, neredeyse bir kasaba sayısında insan toplanmıştır ve onlar da dururlar. Uzun bir bakışmanın ardından genç adam yüzünü yana eğer, toplulukta bulunan bazıları da yüzünü yana eğer. Genç adam bir adım atar topluluğa doğru ve kalabalık geri adım atar anında. Genç adam yürüdükçe geri geri gitmektedirler, en sonunda genç adam topluluğa doğru koşmaya başlar ve hepsi geri dönüp kaçmaya başlarlar. Klip de müzik de burada son bulur. Harika müzik ve bir o kadar da muhteşem klip geçen hafta ben de aydınlanma yaşattı. Şimdiye kadar hep müziği kaale almıştım ancak klip farklı bir şey anlatıyormuş ve şimdiye kadar fark edememişim. La bu kovalayan güruh aslında genç adamın kafasında oluşturduğu toplum baskılarının hepsi. Genç adam onlara izin verdiği sürece varlar, o izin verdiği ya da kabullendiği için arkasından geliyorlar, o farkına varmadığı için korkutuyorlar ve kişi kendi aydınlanmasını yaşamadığı sürece ölümüne kadar kaçacak bunlardan. Sadece toplumsal olması da gerekmez, aile, anne, baba, kardeş, çocuk bile olabilir. Hatta bazıları senin kendisine sevgini bile sana karşı kullanabilir.
Biz erkekler için de var böyle bir durum ancak neresinden bakarsak bakalım kadınların durumu bizden beş beter.
Gelelim Rosa Parks ablamıza, mücadelesini uzun uzadıya anlatacak değilim. Kendi aydınlamasını kırk iki yaşında bir belediye otobüsü içerisinde keşfeden ablamız, sırf bıktığı için, yorulduğu için, saçma bulduğu ve inanmadığı için o gün elli beş yıldır uygulanan bir yasaya karşı geldi. Ve o güne kadar siyahi Amerikalı vatandaşlarca uysalca kabullenilen yasa birden bire fark edildi ve siyahi insanlarca protesto edilmeye başlandı. Duruşmasına binlerce protestocu katıldı ve on dört dolar para cezasına çarptırıldı. Eylemler bir sene kadar sürdü ve yine elli altı yılının Aralık ayında kaldırıldı. Parks ablamız bedellerini ödedi ancak bir insanın, sadece tek bir insanın aslında ne kadar önemli olabileceğini de bizim gibi sümsük ölümlüler dahil herkese öğretti.
Geçmiş Sekiz Mart Kadınlar gününüz kutlu olsun lan tüm ölümlüler, karım çiçek satıyor genelde böyle günlerde, sevgiliniz olsa da olmasa da çiçek almayı ihmal etmeyin gelecek yıl.