"Ev sahibi misin?" diye sordum.
"Evet."
"Bir oda istiyorum."
"İşin var mı?"
"Yazarım."
"Yazara benzemiyorsun."
"Neye benzer yazarlar?"
C.Bukowski
“Ben Göçmenin Ulen”
Daha kapıdan girerken yan tarafına sıkı bir omuz darbesi bindirdi. Zil zurna yaftası bile çelik çomak türünden basit kalırdı halini tarif etmeye. Nihayet dükkânın ortasına kadar gelebildi. Göz teması ara ki bulasın.
"Göçmenim ben ulen!" demez mi üstene.
"Ben de Sivaslıyım abi, ne yapacaz şimdi?" dedim ayağa kalkarak ama sakin sesle.
İşim gereği sarhoşları idare etme sanatını öğrenmişim, ama ayarı kaçırmamak gerek. Gerekirse sert olabilmeli, yoksa önüne gelen senden bir şeyler koparabileceği hissine kapılır.
"Şimdi ben burada ölsem, Gebze'nin yarısını haritadan silerler!" dedi bu sefer sallanarak. Senin ölmeni bilmem ama Gebze'nin yarısının haritadan silinmesi fikri hiç de fena bir fikir sayılmaz diye içimden geçmedi değil.
Dünya dönüyor kabul, ama sadece bu abimiz farkında bunun, biz haybeye yaşıyoruz, o da dönüyor, üstelik dünyanın dönüş hızından biraz daha fazla.
Ben de dükkânın ortasındayım şimdi, konuşa konuşa, ikna ederek dışarı çıkartmam gerek artık.
"Niye ölesin abim! Gel şöyle dışarı çıkalım biraz nefeslen..." Bana yaslanıyor hafiften, dışarı çıkıyoruz birlikte.
Daha kapıdan adımını atar atmaz, sardırıyor yine "Ben göçmenim uleyn!" hayda bir yara var bu göçmenlikle ilgili ama ne? Fakat uzatmamam gerek.
"Abi yükü almışın sen, evine git istersen!" Bir yandan da yönlendirmem gerek. "Ev nerede abi?" Eliyle karşılarda bir yerleri gösteriyor ama isabet ne mümkün.
İndiriyorum merdivenlerden aşağı, "Tamam, ben giderim artık" der gibi elimi itiyor, bırakıyorum, sallana sallana gidiyor öyle. İçeri girip kapıyı kapatıyorum ve o an uzaklardan tanıdık bir ses yükseliyor gecenin sessizliğine isyan eder gibi.
"Ben göçmenim ulen."
Dükkanı kapatıp eve geldim kapıyı açtım, hanım uyumamış, odadan seslendi: "Ben göçmenim uleyn!" Bismillahirrahmanirrahim! Ama kendisi Gebze'dekiler gibi olmasa da Atatürk zamanında gelen ve İstanbul'a yerleşmiş göçmenlerden, uyandım hemen. "Ben de göçmenseverim ne yapacaz şimdi!" deyiverdim. Küçük hikayemizi internet üzerinden okumuş elbette. Hoş geldin öpücüğü kondurdu yanaklarıma, dedim ki "O olay dükkanda geçmedi yalnız" Şaşırma sırası ondaydı bu sefer. İzah ettim hemen.
Ben bir akşam gece yarısı dükkanı kapadım, dolmuş zaten olmaz da taksi de bulamadım, yürüyerek eve geliyordum. Bir de kokoreç yaptırdım Avrupa Birliği'ne inat, yiye yiye gidiyorum. Gebze hareketli yer, servisler gece gündüz işçi taşıyor fabrikalara. Köşeyi döndüm biraz ilerledim ki, hikayemize konu olan göçmen ağabeyimizin sallana sallana yürüyerek yanıma geldiğimi gördüm. "Ateş var mı birader!" dedi bu yine döne döne. Ben alışkınım sarhoş muhabbetine, söylemesi ayıp, yarısına ben satış yapmışım gün boyu. Yaktım çakmağı, tutturamıyor sigarayı, neredeyse kafasını tutacağım hizalamak için, ben sigaraya hamle ettim, bir iki sefer daha denedikten sonra ancak yakabildik. Ardından o meşhur cümle geldi; "Ben göçmenim uleyn". Ben de aynen üstteki cümleyi kurdum ardından, biraz yürüyerek muhabbet ettik beraber ve ikinci cümlesi geldi "Ben ölsem var ya yarın Gebze'nin yarısını haritadan silerler!" Beni tehdit olarak algıladı da gözdağı mı veriyor yoksa arkası olduğuna dair kendi kendine mi yalan söylüyor anlayamadım. Zaten gün boyu sarhoş muhabbetinden buruşmuş beynim sıkıldı bir süre sonra ve ucuz yollu bir bahaneyle ve biraz da hızlı yürüyerek ayrıldım bu gecenin bir vakti yolunu şaşırmış göçmen abimizden. Ama yüz metre uzaklaşmadan sesini duyurdu yine de. "Ben göçmenim uleyn!" Sonra eve gittim, geri kalan her şeyi unutarak. Aradan on, onbeş gün geçmedi aklıma geldi, ama sadece söz olarak. Sonra harmanladım hepsini ve üstteki gibi bir şey çıktı ortaya, dükkandan çıkardığım ama sözü olmayan sarhoşlarla, sözü olan ama dükkanıma uğramayan birini birleştirdim sadece.
Hayat akıp gidiyor, biz de korkunç yalnızlığın izini sürüyoruz, gerisi canının sağlığı ciğerim...