Normalde bu yazımızın konusu ölüm ve ölümün izlenmesi üzerine olacaktı. Ancak son haftalarda ülkemizde, dünyada oluşan ciddi vandalizm olayları başka bir yazıyı hayata getirdi. Cermenlerden bugüne gelen saldırganlık, giderek yayılan ve artan eylemlere dönüştü. Vandalizm yahut bilinen ismiyle bilinçli saldırı; şahıslara ve mülklerine yapılan, zarar vermeyi amaçlayan davranışlara verilen bir isim. Duvara izinsiz grafiti yazmak kadar masum olabilirken toplu haldeki insanlara taş ve sopayla saldırmak kadar planlı gerçekleşebilir. Vandalların bilinen ilk olayları 455 yılında gerçekleşen Roma’nın Yağmalanmasıdır. Şehirde yer alan heykellere kasıtlı olarak zarar verildiği için halen sanat eserlerine yapılan saldırılar vandalizmle ilişkilendirilir. Bu davranışların temelinde öfke, aşk, fanatizm, hislerini duyurma ihtiyacı ya da akran baskısı gibi kuvvetli duygular bulunabilir. Çoğu insan hislerini belli etme konusunda başarısızdır. Ancak, bu duygularını geri planda tutarak farklı sebeplerle saldırma dürtüsü neredeyse herkeste bulunan bir özelliktir.
Okuduğu sıralara ilk aşkının ismini kazıyan, şaka amacıyla asma kilitlerin ucuna silikon sıkan ya da kış günü yol buz tutsun diye su döken insanlar farkında olarak ya da olmayarak vandalizme hizmet ederler. Yapılan çalışmalarda; vandalizmin yaygın olduğu ülkelerin çoğunlukla mülteci barındıran, şehir dışında gettolar oluşmuş, terör olayları yaşanan ya da kamuya açık mülkü fazla olan yerler olduğu tespit edilmektedir. Claude Monet isimli esere patates püresi fırlatan aktivistleri saymazsanız genel durum buna yakındır. Doğaya sahip çıkma adı altında sanat eserlerine zarar verenleri ayrı tuttuğunuzda genel olarak vandallığın kanlı olduğu bilinmektedir. İlaveten saldırı düzenleyenlerin temel özelliklerinin eğitim düzeyi düşük olması da bir gerçek. Bu nedenle vandalizmin azalmasının anahtarı, ciddi bir eğitim sürecini toplumun tüm kesimlerine ulaştırmaktır. Bu olmadığı sürece ölümle sonuçlanan kitlesel birtakım vak’alara şahit olunabilir.
IŞİD’in (Irak Şam İslam Devleti) selefi akımları baz alarak yol açtığı katliamlar herkesin malumu. Camii, türbe ve diğer dini yapıtlara zarar vermekle kalmamışlar, canlı yayınlar açarak tekfir ettikleri birçok kurbanı infaz etmişlerdir. Bu durum özellikle Türkiye gibi çevre ülkelere nazaran görece refah seviyesi yüksek ülkelerde travmalara sebep oldu. Bölgeye yakın yaşayan nüfusun içinde psikoterapi alan birey sayısının arttığı gözlemlendi. Sadece Ortadoğu’da değil Asya kıtasının birçok bölgesinde bu sorun gözlemleniyor. Doğu Türkistan’daki zulüm nedeniyle insanların yaşadıkları tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleşiyor. Biraz batıya gittiğinizde ise vaziyet daha kanlı. Hindistan’ın eski ismiyle Bombay yeni adıyla Mumbai kentinde zulme uğradığı için intikam almak isteyen azınlıklar D-Company isimli bir organizasyonla tren hattını bombaladı. 257 kişinin öldüğü ve kadınlarla çocuklardan müteşekkil 1400 kişinin yaralı olarak bulunduğu saldırıda maalesef o azınlığa ait insanlar da vardı. Saldırıyı düzenlediği iddia edilen Yakub Memon neredeyse yirmi yıl sonra idam edildi. Olay birçok sanat eserine işlendi ya da filmlere konu oldu. Aamir Khan’ın Peekay isimli filmi bu olaya gönderme yapan ve dini açıdan ciddi eleştiriler getiren bir yapımdır.
Vandallığı sadece duygusal zararla ya da maddi kayıplarla açıklamak eksik bir bakış açısıdır. Momo isimli oyun aracılığı ile ergenlik dönemindeki birçok gencin canını kaybetmesine sebep olan insanlar bunun ölümcül olabileceğini gösterdiler. Birtakım görevler vererek ağına düşürdüğü çocuklardan müstehcen fotoğraflar isteyen uygulama yöneticileri, görüntüleri şantaj aracı olarak kullandı. Paylaşma tehdidi ile birçok koşul öne sürerek ölümlerine giden yolu ördü. Ülkemizde de kurbanlar verdiğimiz oyun benzeri uygulama şu an ulaşılamaz hale getirildi. Siniy Kit olarak bilinen Mavi Balina adlı oyun da tıpkı Momo gibi çok can aldı. Oyun elli bölümden oluşuyor ve her bir bölüm çeşitli görevler içeriyor. Bölümlerde ilerledikçe kendine zarar verme ile şiddet olayları da artıyor. Son görev ise oyuncunun intihar etmesi üzerine. Uygulamanın henüz ne kadar intihara sebep olduğu, kaç ölümle sonuçlandığı konusunda net bir bilgi yok. Yöneticileri ya da geliştiricileri açısından itirafçılar hariç somut bir bilgiye de ulaşılamadı. Şu an birincil sorumlu olarak Philipp Budeikin bulunuyor ve 2016 yılından beri gözetim altında tutuluyor.
Vandallık çoğunlukla siyaset ve futbolda rastlanılan bir yaklaşım. Karşıt görüşlere tahammül edilemeyen bu iki alanda çok fazla saldırıya şahit olundu. 2008 yılında Konya’da gerçekleşen müsabakada yenilen Adana Demirspor taraftarları plastik koltukları yerinden sökerek sahaya fırlatmış ardından da bariyerleri geçerek futbolcuların arasına dalmıştı. Oluşan arbedeye polis ekipleri biber gazı ile müdahale etmek zorunda kaldı. Birçok saha görevlisi emniyetlerini sağlamak maksadıyla tuvalet ve depolara kendilerini kilitledi. Siyasette de buna rastlamak mümkün. Aynı yıl TBMM’de gerçekleşen bir oturumda yumruklar konuşmuş ve meclisin renkli simalarından rahmetli Kamer Genç yaralanmıştı. Yıllar içinde kavgaların dozu giderek arttı, birbirinin bacağını ısıran, merdivenden aşağı fırlatan, kalp pili sebebiyle hastaneye kaldırılan milletvekillerine şahit olundu. Önemli bir çoğunluğu bu olaylardan sonra özür de dilemedi. Zira vandallığın birleştiği fanatizm birçok insanı yaptığının doğru olduğuna ikna etmiş vaziyetteydi. Ülkemizde 1980 darbesi öncesinde gerçekleşen birtakım karşılıklı saldırı konusuna değinmiyoruz bile. Ancak o gün yaşanan kanlı eylemlerin benzerlerinin bugün de yaşanması, toplum olarak bir nebze bile olsa ilerlemediğimizi göstermesi açısından yalnızca üzücü olarak değerlendirilebilir.
Her ne olursa olsun, şiddetin hiçbir türlü hâli kabul edilemez. İnsanları ölüme sürükleyen, yara bere içinde bırakan saldırılar ancak toplumu yek kuvvet haline getirir, getirmelidir…