Bugüne kadar hepiniz bir şeylerin bağımlısı olmuş onu vazgeçilmeziniz yapmışsınızdır. Âşık olduğunuz kişiyi başınızın üzerinde taşımaktan tutun desteklediğiniz partinin zannettiğinizden yüksek oy almasına sevinip camı çerçeveyi indirmiş olabilirsiniz. Tüm bunlar dozunda yapılması koşuluyla hobi olarak değerlendirilir. Ancak kendinizi kaptırır ve bununla yatıp kalkarsanız bunun adı takıntıdır. Takıntılar ise alışkanlığa dönüştüğü zaman korkunç bir hâl alır. İşte biz bu tuhaf durumu anlatacağız.
Fanatizm, fikirlere, hareketlere veya bir topluluğa karşı coşkulu bir bağlılık duymaktır. Bununla birlikte fanatizm ile holiganlığı birbirine karıştırmamak lazım. Fanatizm takıntılı bir coşku hâli iken holiganlık saldırganlığı da içeren kabul edilemez bir durumdur. Bizde spor ve siyaset alanında, kimi zaman da din konusundaki fanatizm yer yer holiganlığı da barındırır. Futbol kavgası yüzünden birbirini vuran, siyasi parti meselesi yüzünden insan katleden, din adına tartışayım derken kavga edip yıllarca küs kalan ve konuşmayan aileler vardır. Bilindiği üzere fanatizmin çeşitleri var. Dini fanatizm, futbol fanatizmi, politik fanatizm ya da başka fanatizmler. Hepsi bulunduğu alan içinde aşırıya kaçma sonucu oluşuyor. Dini fanatizm ise bunların hepsinden farklı. Diğerlerine nazaran çoğunlukla bilgisizlikten kaynaklanır. Bundan sonra da politik fanatizm gelir. Çoğu insan desteklediği siyasi partinin tüzüğü, programı ve hayata bakışından çok yalnızca söylemlerle ilgilenir. Zamanla duyduklarını tekrar eder ve asla karşısındaki insanı dinlemez. Aynı şey dini fanatizmde de geçerli. Örneğin bir Müslüman Kur’an-ı Kerim’de geçen bir ifadenin tam tersini savunup bunu da din adına yapabilir. Yahut bir Hristiyan dünyanın yuvarlak olduğunu canhıraş biçimde savunup kendi kitabında geçen dünyanın düz olduğu tezinden habersizdir.
Dini fanatizm savaşların önemli bir bölümünü oluşturan duyguyu doğurur. Aynı dinden insanlar temel ya da füru emirler sebebiyle uzmanı olmadığı konularda birbirlerine girerler. İslam’da kader, iman, ibadet kısımlarında tartışmalar yoğunlaşır. Hristiyanlıkta ise İsa’nın tanrı-insan mı yoksa insanlığı absorplamış tanrı mı olduğu yahut kutsal ruhun kaynağının kim olduğu tartışmaları sayısız mezhep çıkarmıştır. Sonradan mevcut mezheplerin dar kalıplara sıkıştığını iddia eden Protestanlar veya bir anda kendisine gelen azizlikle yeni bir yol açan Mormonlar mezhep kurdular. Dini duyguya kapılanlar önce kendinden olanları sonra da farklı dine mensup olanları katlederler. Örneğin IŞİD, Selefilik üzerinden birtakım politikalar türeterek adeta kanla ve yıkımla yayılmayı başardı. İslam’ın ilk 200-300 yılına hâkim olan Selef zamanı ve sonrasında ortaya çıkan Halef’le alakası olmayan IŞİD’le mücadele konusunda en büyük bedeli yine Müslümanlar ödedi. Tarihi eser tahribinden tutun kamera önünde insan katline kadar türlü suçlar işlendi. Hristiyanlar feodal yönetim sebebiyle birbirlerini öldürdüler. Yahudiler ise yalnızca kendilerinin kutsal olduğu düşüncesine sarılarak Tevrat hükmüne göre başkalarını katletti, tarlalarını yaktı.
Futbol fanatizmi ise dine nazaran daha az tehlikeli olan ama adam yaralama vak’alarının yaygın olduğu bir tür. Belirli bir spor kulübüne karşı sempati duyan taraftarın maçları kaçırmaması normaldir. Ama maç esnasında televizyona kumanda fırlatan, yanındaki insanlara rahatsızlık veren ya da sahaya giderken takımın renklerine kendisini boyayan insan fanatiktir. Dozu aşmadığı sürece fanatikliği bir dönem idare edilebilir. Bununla birlikte sahaya elindeki şişeyi savuruyor, oturduğu koltukları futbolcuların kafasına geçiriyorsa artık fanatizm holiganlığa dönüşmüştür.
Politika ise ülkemizde muhtemelen en yüksek hararetle tartışılan konuların başında gelir. Elbette bu sebeple fanatiği de çoktur. Ak Partili CHP’liye, Hedep’li İYİ Partiliye, MHP’li başka birine derken herkes bir diğerine dünya kadar laf sayar. Herkes kendi bulunduğu konumu, politik rezervini ve ideolojisini sonsuz bir hırçınlıkla savunur. Halbuki siyasi partilerin amacı ülkeyi en iyi yönetebilecek kişilerden oluşan kadroyu tanıtmak ve bu yolda mücadele etmektir. Bu sebeple tüzükler yazılır, programlar oluşturulur. Lakin ülkemizde fanatizm korkunç boyutlara ulaştığı için siyaset ciddi bir kavga alanına dönüşmüştür. Kimse mensup olduğu ya da desteklediği partinin neyi savunduğunu bilmez, kadrodan ve tüzükten bihaberdir. Yalnızca siyasi partinin lideri ve onun dar kadrosunun ifadelerini bilir. Örneğin rahmetli Süleyman Demirel’i çok iyi tanıyan insanlar yıllarca onun yanında bakanlık yapmış hem fiziksel hem de duygusal yapı bakımından çok renkli siyasetçilerden biri olan Esat Kıratlıoğlu’nu tanımaz. Yahut Turgut Özal’ı beğenen ve sonsuz destek veren kişilerden Ankaralı olmayanlar başbakanın yanı başındaki Mehmet Altunsoy’u sokakta görse başkası sanır. Siyasi partiler gelip geçicidir, aslolan millettir sözü işte bu sebeple çok önemlidir.
Tarihe dair fanatizm ise çoğunlukla bilgisizlikten kaynaklanır. Ülkemizde son yıllarda Mustafa Kemal Atatürk ve Sultan II. Abdülhamid üzerinden bir tartışma almış başını gidiyor. Tarihe dair bilgisi olan ve objektif davranan bir insan için oldukça manasız gelecek bu tartışma seksenli yıllardan sonra daha açık konuşulur oldu. 1980 darbesiyle gelen baskıcı askeri rejimin dayatmaları, halkı yönetimden çok birbirine karşı öfkelenen bir topluluk haline getirdi. Zamanla fanatizm oluştu ve fanatizme uygun tanımla; Mavi Gözlü Kemalistler ile Cennetmekan Abdülhamidciler karşı karşıya geldiler. Halbuki her ikisinin de devlet yönettiği, insan oldukları ve hata yapabilecekleri biliniyordu. Örneğin Atatürk’ün Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi’nin bilimle bağdaşmadığını söylediğinizde bir kesimden sopa yersiniz. Sultan Abdülhamid’in çekingen biri olduğunu, saraydan dışarı adım atmadığını, baskıcı bir hükümdar olup özellikle yenilik, adalet, çağdaşlaşma isteyen gençlere ve erkeklere kan kusturduğunu söylediğinizde diğer kesim hop oturup hop kalkar. Ancak şunu bilmek gerekiyor. Atatürk zeki, yıllar sonrasını öngörebilecek kabiliyette ve reformist bir liderdi. Nerede hangi tavrı alacağını bilen, yeri geldiğinde sert kararlar almaktan çekinmeyen ve daima halkını önceleyen ilk cumhurbaşkanımızdı. Sultan II. Abdülhamid ise son derece akıllı ve kurnaz, yaşlı kadınların "Bize ucuz ekmek yediren padişahımız" diye arkasından ağıtlar yaktığı, halk üzerindeki etkisi yadsınamaz bir imparatordu. Burada temel yaklaşım kişileri birbiriyle kıyas etmekten çok bireysel olarak değerlendirmekten geçer. Lakin bizim gibi ifrat ve tefrite teslim olmuş toplumlarda bu ne yazık ki çok zordur.
Tarih fanatizmi sadece bununla sınırlı kalmıyor. Okumuş dediğimiz kesimde bile buna rastlamak mümkün. Örneğin tarihimizle ilgili olarak zaferler konusunda epey bilgiliyiz. Pasinler Muharebesi’ni bilmeseniz bile muhakkak duymuşsunuzdur. I. Kosova Savaşı’nda adeta destan yazarız. Mohaç’ta birkaç saat içinde koca bir orduyu yok ederiz. Çirmen Savaşı’nda küçücük bir ordunun koskoca tam teçhizatlı orduyu nasıl bozguna uğrattığını biliriz. Ancak kimse bize hazineyi bile bırakıp padişahı kurtarmak için meydandan kaçtığımız Zenta Savaşı’ndan bahsetmez. İstanbul’un feci şekilde istila edildiği, İtilaf Devletleri’nin topları Yıldız Sarayı’na çevirdiği ve halkın perişan olduğu İstanbul İşgali anlatılmaz. Ankara Savaşı’nda kuvvetlerimizin karşıya geçtiği söylenir ama Timur’un Yıldırım Bayezid’in ordusu perişan olurken satranç oynadığı ve kedi ile fare misali Osmanlı Devleti’ni tarumar ettiği yazmaz. Örneğin Cennetmekan Abdülhamidciler padişahın denge kurup ülkeyi serin sularda yönettiğinden bahseder ama tahta geçtiğinde Yeşilköy’de güç bela durdurabildiğimiz kuvvetlere karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin neredeyse iki katı kadar toprak kaybettiğimizden bahsetmez. İşte tarih bilimi bu fanatiklere teslim edilemeyecek kadar kıymetlidir. Bugün okumuş yazmış insanların tarihe dair yayınlarının da bu yönde şekillenmesi elzemdir.
Bir diğer tuhaf hadiseyle bitirelim; seri katil fanatikleri. İnanamayacaksınız ama seri katillerin, suçluların ya da belalı tiplerin fanatikleri de var. Çoğunlukla evrimsel kökeni de bulunan bu olayı Suçlulara Duyulan İlgi: Hibristofiliya isimli yazımızda anlatmıştık. Suç işleyen insanlara karşı duyulan aşk ya da cinsel saplantıya hibristofili deniyor. Evrimsel açıdan kendisini koruyabilecek belalı insanlara âşık olmak ilkelliğin bir sonucu. Ancak seri katil fanatizmi bambaşka bir hadise. Kimi insanlar seri katillerin hayatını okumaktan ve buna dair filmleri, dizileri ya da farklı yapımları takip etmekten hoşlanır. Bu elbette normal. Fakat geceleri ava çıkıp 8 çifti öldüren Floransa Canavarı’nı "Namussuzluğu bitiriyor" diyerek içten içe tebrik eden muhafazakâr İtalyanlar, 17 erkeği öldürmüş Jeffrey Dahmer’e "Yakışıklı adammış, bu kadar cezaya gerek yoktu" diyenler, 13 eşcinsel erkeği öldürmüş Rainbow Katili’ni kutsayanlar, kurban profilini ayırt edemeyeceğimiz kadar çok insanı katletmiş Richard Ramirez’e âşık olan kadınlar normal değildir. Bu bir fanatizm ve hibristofiliyadır. Acilen tedavi görmesi gereken, asla olağan kabul edilemeyecek bir durumdur.
Görüldüğü üzere fanatizm diğer birçok kavramdan farklıdır. Ekstremite ya da holiganlık ile karıştırılmaması gerekir. Çok zararlı olmadığı sürece insanların kendisini bazı şeylere kaptırması onlara hayatın dert ve sıkıntılarını unutturabilir. Elbette diğer insanların hayatına kötü yönde müdahil olmadığı sürece. Çünkü her fanatik bir holigan adayıdır. Bazı fanatizmler insanları tehlikeli yollara sürükler. Kimi zaman nefret edilecek insanları alıp başlarının üstüne koymalarına yol açar. Eğer yapabiliyorsanız hiçbir şeyin fanatiği olmamalısınız. Zaten bilginiz, görgünüz, okuduklarınız arttıkça, gözlemleriniz kuvvetlendikçe zamanla fanatizmden uzaklaşırsınız. Aklınızda gelebilecek her şeyi gözden geçirin, hiçbirine "En iyisi budur" diyemezsiniz. Zira her zaman en iyiden daha iyi birisi vardır ya da muhakkak ortaya çıkar. İşte tüm bunlar dikkatle değerlendirilmesi gereken hadiselerdir.
Bir sonraki yazımızda Kadir Şeker dosyasını ele alacağız. Sokakta yaşanan olaylara müdahil olmak ne kadar doğru? Kadir Şeker gerçekten masum muydu? Öldürülen adamla ilgili neler biliyoruz? Maktulün yakınları neden bu kadar tepkili? Kadir Şeker niçin bir müddet salıverildi? Covid-19 döneminde salıverilen suçlular tekrar suç işlediler mi? Kader mahkûmu diye bir kavramın gerçekliği var mı? Suçsuz yere hapis yatan mahkumlar kimler?
Görüşmek dileğiyle…