Tarih: 1 Aralık 1948
Yer: Somerton Park Plajı
Avustralya’nın Adelaide kenti temiz havası ve yeşil doğası ile insanları büyüleyen bir yerdi. Büyük Buhran ve 1930’lu yıllarda başlayan kuraklık sebebiyle biraz sarsılmış olsa da hâlen çok güzeldi. Hem çok iyi bir tarım merkezi hem de sanayileşmenin yeni yeni başladığı ticaret merkeziydi. Büyümekte olan ve ismini usulca duyuran şehrin adı hiç istenmeyecek bir olaya karışmak üzereydi. Güney yarım kürede yaz günüydü, sahil hiç olmadığı kadar sıcaktı. Meteoroloji o gün sıcaklıkların 35 °C’yi bulabileceğini söylemişti. Serin geçen kasım ayının ardından güneşli havayı gören iki adam sabah altı buçukta deniz kenarına indi. Jokey adayı olan bu iki genç atlarını çalıştırmadan önce biraz nefes açmak istemişlerdi. Yürürken sağ taraflarına baktıklarında yatmakta olan iyi giyimli birini gördüler. Bir bacağını diğerinin üzerine atmış kafasını da beton duvara yaslamış adeta uyuyor gibiydi. Lakin nefes aldığına dair emare göremediler. Yanına yaklaştılar, uzun uzadıya baktılar. Hayır, adam yaşamıyordu. Hemen polisi aradılar. Ekipler geldiğinde adamın öldüğünü anladılar. Gerçekten uyuyor gibiydi ve uzaktan gören biri öldüğüne ihtimal dahi vermezdi. Somerton Parkı’nda bulunduğu ve üzerinden kimlik çıkmadığı için ölü bulunan şahsa Somerton Adamı denildi.
Polis olay yerini çevirmişti lakin ortam kumlu olduğu ve çok sayıda kişi girip çıktığı için herhangi bir delile ulaşmak mümkün değildi. Kıyafetindeki tüm etiketler sökülmüştü. Üzerinden kimlik, ehliyet ya da pasaport çıkmadığından kimliğini tespit edemediler. Ölüm sertliği başlamış olan cenazeyi hastaneye götürdüler. Başta zehir içerek intihar ettiğine dair ciddi şüpheler vardı. Kıyafetleri çıkarılıp polise verildi ve cenaze otopsi yapılmak üzere morga götürüldü. Dedektifler olayı aydınlatmak için devreye girdiler. Tüm kıyafetleri adeta didik didik ettiler. Önce bir tren bileti buldular. Bilet sayesinde trene ulaşıp adamın verdiği bavulu ele geçirdiler. Eşyalar ABD vatandaşlarının kullandıklarına çok benziyordu. Adamın parmak izleri alınarak olası suçlu ve kayıp vak’aları ile karşılaştırılmak üzere İngilizce konuşulan tüm ülkelere gönderildi. ABD’den gelen raporda parmak izi ile uyum yakalanmadığı yazıyordu.
Dedektifler bu haberler karşısında yılmadılar. Ölen adamın kıyafetinin gizli bölmesinde bir kâğıt buldular. Kâğıdın üzerinde Tamám Shud (Far: Tamam Shud, Son kelimesi ya da "Bitmiş" anlamında bir cümle) yazıyordu. Bu söz yabancı değildi. Ömer Hayyam’ın meşhur Rübailer’inin içinde böyle bir yazı vardı. Lakin o dönemin polisi bu bilginin epey uzağındaydı. Cenazeye dair ilginç detaylar şehirde duyulmaya başlanınca bir adam koşturarak emniyete geldi. Arabasının arkasına bir kitap konduğunu, bu kitaptan bir sayfa yırtıldığını ve o kâğıdın bu kitaba ait olabileceğini söyledi. Gerçekten de uyuyordu. Kitap ve kâğıdı incelediklerinde şifreli başka bir kâğıda ulaştılar. Anlamsız harfler barındıran kâğıdın şifrelerini çözmek için uğraştılar. Hatta gazetelere ilan verdiler, donanmayı da devreye soktular.
Şekil 1. Kâğıdın yırtıldığı sayfada yazan şifre
Kitabın arka kapağında bir telefon numarası yazılıydı. Aradıklarında Glenelg şehrinde yaşayan bir kadına ulaştılar. Polis merkezine getirdikleri güzel kadın adamı kesinlikle tanımadığını söyledi. Lakin cenaze her kimse muhakkak Glenelg ile bir alakası vardı. O sıralarda 1947 yılında başlayan Soğuk Savaş ve cenazenin kuvvetli fiziği nedeniyle adamın casus olabileceği senaryosu kulaktan kulağa yayılmaya başlamıştı. İlk öne sürülen komplo teorisi adamın İran ile yakın olan Rusya üzerinden buraya gelen bir ajan olduğuydu. Hatta iddiaya göre bir İngiliz’di ve adı da H. C. Reynolds’tı. Ortaya atılan bu iddia hiçbir zaman doğrulanmadı.
Otopside vücudun belli bölgelerinde kan biriktiğini tespit ettiler. Bu zaten bekledikleri bir şeydi ama midede oluşan kanama normal değildi. Neredeyse yarısı sindirilmiş macunumsu bir sıvı da buldular. Ölen insanlarda daha büyük olması beklenen göz bebekleri gayet küçüktü. Bu yüzden otopsiyi yapan doktor, Somerton Adamı’nın zehirlenerek öldürülmüş olabileceğini rapora ekledi. En son etli bir hamur işi yemişti. Zehirlenmeye sebep olan etken maddenin barbitürat olabileceği de rapora eklendi. Ölüm sebebi kalp yetmezliğiydi. Ama bunu tetikleyen şeyin zehir olup olmadığını tam olarak anlayamamıştı. Polis cenazeye dair bilgi edinilememesi ve otopsiden net sonuç alınamaması sebebiyle cenazenin tahnit (mumyalama benzeri bir teknik) ve muhafaza edilmesine karar verdi.
Soruşturma başladığında iki kişiye ulaştılar. Bunlar kuyumculuk yapan John Lyons ve eşiydi. Bir gece önce yürüyüş yaparken adamı orada gördüklerini söylediler. Anlattıklarına göre; adam öylece yatıyordu. Başına bir şey mi geldi diye biraz daha yaklaşmışlardı. Ama baktıklarında kolunu hareket ettirdiğini gördüler. Bu yüzden alkol etkisi altında olduğunu ve bu sebeple sızdığını düşündüler. Ertesi gün John Lyons yine oradan geçmişti. Cesedin başında bekleyen iki jokeyi görünce yanlarına gitmiş ve adamın öldüğünü anlayınca polise bildirmişlerdi.
Adamın cenazesi bir anda gündeme oturmuştu. Zira kimliği tespit edilememiş, bulunduğu mevkinin insanlarına pek benzemeyen bu şahıs hele bir de üzerinden kâğıt çıkınca iyice gizemli biri gibi görünmeye başlamıştı. Dönemin teknolojisi sınırlıydı. Bu yüzden robot resim çizmek ya da fotoğraf yayınlamak gibi birtakım tekniklerin işe yaramayacağı düşünülüyordu. Daha doğrusu söylenilen buydu. Ceset neredeyse altı aydır morgda bekletiliyordu. Haziran 1949’da adamın kimliğinin belirlenmesi için yüzünden alçı bir kalıp alınmasına izin verildi. Ünlü tahnit uzmanı ve post-mortem alçı sanatçısı Paul Lawson devreye girdi. Zaten otopsi işlemlerini de o gerçekleştirmişti. Karşılaştığı ilk sorun tahnitle ilgiliydi. Cenaze uzun zaman beklediği ve tahnit edildiği için sıvı kaybına bağlı olarak beden küçülmüş ve yer çekimi etkisiyle bazı bölümleri sarkmıştı. Omuzlara kadar olan bölümü alçıya aldı. Eskiden alçı kalıp almak gayet zordu. Şimdi kullanılan alçı bantları yoktu. Yüze serilen alçının uzun süre donması ve daha sonra kalıbın doldurulması süreci gayet zordu. Neyse ki bir sorun olmadan kalıplar alındı. Yüzden alçı kalıbı alınmasına dair incelikleri aralık ayında, yazmış olduğum kitapta geçen tuhaf bilgileri içeren Maskelerin Ardındaki Sır isimli seride Ölüm Maskeleri adlı yazıda ele alacağız. Dönemin otopsi uzmanları cenazenin beyninden de örnekler alınmasını istedi. Lakin süreç tamamlandığında olayın üzerinden altı ay geçmişti ve defin tarihi de yaklaşmıştı. Bu yüzden cenazeden örnek alınmasına izin verilmedi. Yalnızca cenaze yeniden fiziksel muayeneye tabi tutuldu. Elleri güzel ve tertemizdi. Baldırları kalındı ve bazı kasları oldukça gelişmişti. Ancak bir sanatçının böyle bir vücuda sahip olabileceği ve masada yatan şahsın dansçı çıkmasının olası olduğunu söylediler. Cenaze defnedildi ama zamanla araştırmaların kapsamı genişledi, süreç uzadı yılları buldu.
Zamanla olay çığırından çıktı. Adamın paralel evrenlerden geldiğini, zamanda yolculuk yaptığını söyleyenler bile oldu. Ajan olduğuna dair komplo teorileri havada uçuşuyordu. Mezar taşına Somerton Adamı yazılmıştı ama herkes kendi arasında bilinmeyen erkek cesetlerine verilen isim olan John Doe adıyla onu anıyordu. Herkes onun gerçek adını merak ediyordu. Özellikle 2000’li yıllara gelinip teknoloji iyice yaygınlaşınca tartışmalar daha da arttı. Olay dallanıp budaklanınca polis meseleye tekrar el atılması gerektiğini düşündü. O sıralarda "Ben bu adamın torunu olabilirim" diyen Rachell isimli bir kadının beyanı ortaya çıktı. Yıllardır bu olayın çözülmesi için uğraşan Derek Abbott ve ünlü DNA Doe Projesi’nin kurucusu olan Colleen M. Fitzpatrick ortak bir çalışma yaptılar.
Fitzpatrick ünlü bir adli bilimler uzmanıydı. İki şey talep etti. Birincisi adam öldükten sonra alınan alçı kalıba yapışmış kıllar, ikincisi ise feth-i kabir. Daha önceki yazılarımızda feth-i kabrin ne olduğuna değinmiştik. Çözülemeyen bazı dosyalarda defnedilmiş kişinin bedeni özel izinle mezardan çıkarılır ve çeşitli işlemlerden geçirilir. İstedikleri izin 19 Mayıs 2021 tarihinde çıktı. Mezar sabah vakti açıldı ve cenaze çıkarıldı. Fitzpatrick dünyada nadir olarak uygulanan şecere analizleri sonucunda adamın kimliğine ulaşmayı başardı. 26 Temmuz 2022 tarihinde çalışmanın ilk raporu yayınlandı. 1905 yılında doğduğu tespit edilen adamın ismi Charles Webb olabilirdi. Webb ailesi Avustralya’da faaliyet gösteren ABC Iview kanalında yayınlanan Austrailan Story (Avustralya Hikâyesi) programına bir fotoğraf gönderdi. Zira yıllar önce bir Charles’ı kaybetmişler, bir türlü bulamamışlardı. Aileden birkaç kişi de DNA örneği vermeyi kabul etti. Birebir uyum gözlenmişti. Yıllar önce kaybolan adamın kimliği belirlenmişti. Tamam Shud Olayı artık çözülmüştü.
Olayın iç yüzü ortaya çıkınca görseller ve tanıklar birden çoğalıverdi. Charles Webb Victoria’da fırıncılık yapan bir ailenin üyesiydi. Fırın kapandıktan sonra okumuş ve elektrik mühendisi olmuştu. 1941 yılında Dorothy Robertson ile evlendi ve Glenelg’e taşındı. Yedi yıl sonra adam ortadan kaybolunca kadın 1951 yılında gaiplik sebebiyle boşanma davası açtı. Zaten araları da pek iyi değildi. Pek arkadaş tutmayan adamın düzenli bir hayatı vardı. Son zamanlarda ölmek istiyor, ölüm temalı şiirler yazıyordu. 1946’da eterle intihar etmeye kalkışmış, uzun süre yatağa bağımlı yaşamış ve ona eşi bakmıştı. Sonradan Charles evden ayrıldı. 1948’de ölü bulunmadan bir gece önce muhtemelen intihar ettiği düşünülüyor. Dosya duyulunca Charles’ın Swinburne Teknik Lise’de okurken katıldığı futbol takımından fotoğrafları bulundu. Kitabın arkasında telefon numarası bulunan ve sorguya alınan kadının adının Jessica Thompson olduğu ve 2007 yılında öldüğü gündeme geldi. Kadın evlenmeden önce Charles Webb ile ilişki yaşamış ardından da başka bir adam bulmuştu. Evlenmek üzereydi ve casus iddiaları ortada dolaşırken olan biteni itiraf etmesi durumunda hükumet krizi çıkacağını, adının gündemden düşmeyeceğini bildiğinden sessiz kalmıştı.
Bir sonraki yazımızda ise intihar eden en güzel kadın olarak bilinen Evelyn McHale’i ele alacağız. Neden yaşamına son vermek istedi? Yüksekten düşme vak’alarında ölüm nasıl gerçekleşir? Atlayarak intihar edenler farkında olmadan katil olabilirler mi? McHale’in derdi neydi?
Görüşmek dileğiyle…