İnsanların hayata bakışı yetiştiği topluma ve eğitim durumuna göre değişir. Temel olarak toplumlar dünya üzerinde ikiye ayrılıyor. Bunların önemli kısmı inançlarını ve değerlerini korumaktan yana. Diğer kesim ise yeniliklerin geleneklere baskın gelmesini savunuyor. Her ikisi de sonsuz şekilde haklı olduğuna inandığı için tüm ülkelerde iki tarafı da eleştiren yüzde 10 civarında bir kitle oluşur. İşte buna Prekarya denir. Her geçen gün büyüdüğü de gerçek. Fakat bugün yaşadığımız dünya düzeninde iki kutuplu sistem mevcut. Gelişmiş toplumlarda Cumhuriyetçiler ve Demokratlar şeklinde sınıflar oluşurken; gelişmekte olan ülkelerde Muhafazakârlar ve Sekülerler biçiminde ayrımlar var. Hatta devletler bile kendi aralarında bir kutup oluşturmuş vaziyette.
Bu kutba kendisini fazla kaptıran SSCB sosyalist kimliğini öne çıkarmış ve bu sebeple suç işlenmeyeceğine inanmış "Sosyalist ülkelerde kimse kimseyi öldürmez ve seri katil çıkmaz" gibi tuhaf bir teze sarılmıştı. Bu yüzden polis teşkilatı yıllarca birçok suçu örtbas etmek zorunda kalmıştı. SSCB dağıldıktan sonra tüm dosyalar sırasıyla raftan inmişti. Bunlardan birisi Anatoly Moskvin’in suçlarıydı. 150 mezar dolaşıp 26 kız çocuğunu çıkarıp mumyalayan ve oyuncak bebeklere benzetip evine dizen bir paranoid şizofrendi. İddiasına göre 13 dil bilen bir tarihçiydi. Evine girip çıkanlar da durumu fark etmemiş, içerideki çocuk cesetlerini oyuncak bebek sanmışlardı. Yalnızca bu da değil. 48 kişiyi öldüren ve sayıyı 64’e ulaştıramadığı için kahrolan Satranç Katili ortaya çıkınca işler sarpa sarmış, saklayacak durum kalmamıştı. Satranç Katili ya da bilinen adıyla Alexander Pichushkin sosyalist bir toplumda büyümüştü. Dedesiyle şehir meydanına gelip büyük satrançların başında insanları seyrettiği akşam alkolik bir adam yanlarına gelip sataşmıştı. Ardından elindeki şişeyi yaşlı adamın başına vurarak öldürmüştü. Piçuşkin’in cinayetlerini bu travmaya bağlayanlar da yok değil. Çünkü kurbanlarını hep alkoliklerden seçmişti. Fakat adli bilimler ve psikoloji ışığında değerlendirirsek alkol alan insanların savunmasız oldukları için daha kolay hedef seçildiği anlaşılabilir.
Büyüdüğümüz toplum ve koşullar yaşamımızı etkileyebilir. Söyleminiz, cinsiyetiniz, giyiminiz, zenginliğiniz ya da kimliğiniz tamamen bu bakış açılarının odağında değerlendirilir. Zengin biriyseniz hatalarınız kabul edilebilir, erkekseniz özgürlük alanınız geniştir. Örneğin bir kadın eşini kaybettiyse; kimilerine göre o artık özgür bireydir, kimilerine göre acilen evlendirilmelidir. Kimileri onun yalnız yaşayamayacağını savunurken kimileri de birey olduğunu düşünür. Bu tamamen hayat görüşünüze göre şekillenir. Bir prekaryanın yorumu ise "Bana ne" şeklindedir. Elbette bu durumda size prekarya birey makul gelebilir. Ancak bu sadece küçük bir örnek için geçerli. Makro boyutta yapılan işlerde tutum alınmadığı zaman ciddi karışıklıklar meydana gelir ve inisiyatif alamamak büyük bedeller ödemeye sebep olur. Tıpkı gümüşün kolayca elde edildiği yöntemi bulan Avrupa’nın sıçrama yaptığı dönemde zaferden zafere koşan Kanuni’nin gelişmelerden epey geri kalması gibi. En ihtişamlı dönem olarak tasvir edilen Kanuni dönemi aslında mali çöküşün başladığı yıllara isabet eder.
Mesela dini kimlik birçok insanın suç işlemesi için edindiği bir kılıf vazifesi görür. Kardeşlerini, çocuklarını öldüren padişahlar bunu fetva ile yaptılar. Ellerinde "Katli münasiptir" yazılı bir kâğıdı idam ipi olarak kurbanlarının boynuna geçirdiler. Öldürülen padişahlar ve şehzadeler bir sonraki yazımızın konusu. Kadınları recmetmeyi (taşlayarak öldürme) savunan din alimleri, kafir saydığı insanların kafalarını keserek şeriata hizmet ettiğini düşünen selefiler vardır. Esasen hukuk üzerinde ayrılmış olan mezheplerde bile bunu görmek mümkün. Çoğumuz kanın abdesti bozup bozmadığı konusundaki ayrımdan mezhep oluştuğunu sanıyoruz. Ancak siyaset mezhepleri kullanmıştır. Birçok insan kürsüdeki imamı indirmiş, birbirlerini kırıp geçirmiştir. Hele hele selefi ve harici yaklaşımların yaptıkları kabul edilemez boyuttadır. Hz. Ali’nin ölümüne sebep olan, bugün dünyada İslamofobiyi hortlatan ve IŞİD’i (Irak Şam İslam Devleti -ISIS) ortaya çıkaran bu yaklaşımdır. Sadece İslam değil, diğer tüm dinlerde öldürme dürtüsü için fetva arayan insanlar var ve toplumsal ilerleme sağlanmadıkça da olacaklar.
Hamile kadınların karnını yaran Yahudiler, demokrasi getirmek için şehir merkezi bombalayan Hristiyanların olduğunu biliyoruz. Dinlerin önemli çoğunluğunda yasaklanan eşcinsellik sebebiyle kardeşini vuranlar vardır. Popüler kültürde Güneşi Gördüm filmi ile gayet gerçekçi işlense de bu sadece olayların görünen yüzüdür. Aslında yaşananlar daha korkunçtur. Babası tarafından takip edilip öldürülen Ahmet Yıldız bu konuda simgedir. Onu vuran babası ise 15 yıldır firari. Fakat hiç tanımadığı insanları sırf cinsel kimlikleri sebebiyle öldürenler daha gariptir. Bunlardan birisi Gökkuşağı Manyağı (Rainbow Maniac) olarak da tanınan seri katildi. Paturis Parkı’nda dolaşan 20’li yaşlarındaki 13 eşcinsel erkeği başlarından tek kurşunla öldürdü. Bir polis memuru suçlu bulundu ve yargılandı. Dörde karşı iki oyla serbest bırakıldı. Bu arada cinayetin işlendiği Sao Paulo kentinin eşcinsellere sonsuz özgürlükler tanıdığını ve dünya genelinde en çok kutlama yapılan yer olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Bu ay LGBT bireylerin Onur Ayı (Pride Month) olarak geçiyor. Bu nedenle sadece Sao Paulo kenti değil Amerika Birleşik Devletleri’nin kimi eyaletleri, Madrid ve Tel Aviv’de de kutlama sırasında ciddi takviye polis ekiplerine ihtiyaç duyuyor.
İnsanların sahip olduğu cinsel kimlikler gibi meslekler de kimi zaman toplum kabulleriyle örtüşmeyebilir. Fakat bunun ne üslupla yapıldığı toplum tepkisi açısından hayati önemdedir. Bugün birçok gece kulübünde rastlanan Drag Queen karakteri, insanların bir bölümü tarafından kabul görmekte iken bir kısmı tarafından ise korkuyla karşılanıyor. Kadın kılığına giren bir erkek sanatçı müstehcen espriler ve şarkılarla kendisini seyretmeye gelenleri eğlendiriyor. Ancak Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun temsil ettiği kodların kullanılması halinde kitlesel de olabiliyor. Rahmetli Seyfi Dursunoğlu’nun canlandırdığı Huysuz Virjin karakteri bunun en önemli örneği. Bu aksi ve azgın kadın profili şu an sahiplenilen Drag Queen tanımından epey uzakta. Zenne karakterini kantoyla harmanlayarak komedi unsurunu kullanan usta sanatçı ortaya hiç alışılmamış, bambaşka bir karakter çıkardı. Bugün kötü taklitlerini de görebildiğimiz bu yöntem maalesef temsilcisi kalmamış bir sanat olarak hatırlanacak. Elbette Huysuz Virjin’in bu kadar sevilmesinde Dursunoğlu’nun heteroseksüel olması, muhafazakâr kimliği ve dikkatli yaşamasının etkisi de büyük. Fakat rahmetli Zeki Müren’in durumu biraz daha farklı. Zira Müren hiçbir zaman cinsel yönelimini saklamadı. Pasif eşcinsel olduğu, askeriyeden rütbeli bir sevgilisinin olduğu arkadaşları tarafından dile getirilen bir iddiadır.
Zeki Müren’in giydiği abartılı ve parlak kıyafetler hiçbir zaman rahatsızlık uyandırmadı. Bundaki en önemli etkenler; Müren’in sanatının ilk yıllarında daha mutaassıp olması, 60’lı yılların meşhur Star Modası’nın dünya üzerindeki etkisi ve ilişkilerini toplum önünde yaşamamasıydı. Fakat seksenli yılların sonu ile doksanlı yılların başında Türkiye’de açılan gey disko barlarda yaşananlar halen magazin hafızasında tutulmaya devam ediyor. Bunlardan insanların ne ölçüde haberdar olduğu ise bugünkü tepkilerden anlaşılabilir. Zeki Müren basınla arasını hep iyi tutmaya gayret etmiştir. Zira bir gece kulübünden alkollü dışarı çıkması sebebiyle "Paşa Sarhoş" başlıklı haberlere konu olması bir dönem onun itibarına zarar vermişti. Bir diğer bilinen sanatçı ise Bülent Ersoy. Kendisi bir transseksüel fakat Ersoy hiçbir zaman bu grubun bayraktarı olmayacağını ifade etmiş durumda. Bu nedenle kimi zaman LGBT bireyler tarafından da kendilerine sahip çıkmadığı gerekçesiyle eleştiriliyor.
Son olarak siyaset üzerindeki kimlik kargaşasını ele alalım. Aslında buna verilebilecek en iyi örnek Macaristan. Genel seçimleri kazanan Viktor Orban bunu iki şey ile başardı. Birincisi karşısında birleşen partilerin gösterdiği dağınık görüntü ve favori kişinin aday gösterilmemesi. İkincisi ise ciddi şekilde LGBT karşıtlığı yaparak muhafazakâr ve dindar Hristiyan seçmeni kendi tarafına çekmek. Dünya üzerinde birçok ülke lideri Orban’ın bu seçim mekanizmasını birebir uygulayarak seçim kazandı. Bunun devam edeceği de görülüyor. Eğer bu ay içinde seçim olacak ülkeler varsa ve muhafazakâr ağırlıklı bir ülke ise; seçimleri kazanmanın anahtarı ne yazık ki bu bireyleri ötekileştirmek.
Tüm bunlardan bağımsız olarak erkek ya da kadın olmanız, zenginliğiniz, dindarlığınız ya da her türlü özelliğiniz sizi siz yapan unsurlardır. Hiçbir şey sizin yaşam hakkınızdan kıymetli değildir…