Hepimiz yoldayız ama yol nereye gidiyor, fikrimiz yok. Hepimiz yoldayız ama yola nasıl devam edeceğimizi bilmiyoruz. Hepimiz yoldayız ama elimizde ne var emin değiliz. Hepimiz yoldayız ama yol bizi bir yere götürecek mi kuşkuluyuz. Veya bütün bunları hiç düşünmemeyi seçmişiz; kendimizi kervancı başının düşüncesine ve iradesine teslim etmişiz ve sadece yürüyoruz. Bilgimizi, birikimimizi, heyecanımızı, umudumuzu yüklediğimiz binekler, kâh gündüz kâh gece ilerliyor; her yeni tepeyi gördüğümüzde “acaba geldik mi” diyoruz ama bir cevap alamıyoruz. Çünkü bir şeyler sormaktan vazgeçmişiz. Sadece yürüyoruz. Birçoğumuzun ilk gençlik yıllarında yaptığı gibi… Büyük insanlar tanımışız, büyük ağabeyler(!). Sözleri dağları yürütecek, küre-i arzın merkezini patlatacak kadar büyük geliyor bize. Büyülenmişiz. Pek çok meselenin konuşulmadığını, konuşulanların ise sadece “biat” ile anlatıldığını fark edemiyoruz. Üstelik “biat edilenlerin” bizden ne kadar haberdar olduğundan, dertlerimizi dert edip etmediğinden, yürünecek yol için ne kadar kaygılı veya umutlu olduğundan emin değiliz. Yine de bize anlatılan büyük resmin gerçek olduğu / olması umudu içimizde derin bir yer kaplıyor. Öyle ya genciz, heyecanlıyız, umutluyuz; tabiri caizse “duvarlara kafa atacak” bir coşku içindeyiz. Zaman geçiyor, büyüyoruz. Sorular zihnimizde dönmeye başlıyor. Sordukça makas açılıyor, makas açılınca sorular artıyor. Bunları dile getirmeye başlıyoruz. Ve önceki etiketlerimizin üstüne, başka ve kocaman etiketler ekleniyor. Bu etiket bazen sakıncalı, bazen muhalif, bazen hain, bazen de başka bir şey oluyor. Fakat bu ne bizim soruları sormamıza engel teşkil ediyor ne de bize aradığımız cevapları veriyor. İlk gençlik heyecanı ile hiçbir yere koyamadığımız insanların ne kadar küçüldüğünü, nasıl masa masa gezdiğini, az önce birlikte güldüğü insanları iki dakika sonra nasıl ok yağmuruna tuttuğunu görüyoruz. Evet, siyaset… Siyaseti tanıyoruz. Biz, bu yolları geçtik genç kardeşim. Muhtemelen sen de geçiyorsun veya geçeceksin. Temennim, inancını ve hayallerini yıkacak şeylerle hiç karşılaşmaman, kendi umutlarını ve yarınlarını kendi elinle inşa etmen. Yine de eğer aksi bir durum olursa ve sen de bu yollardan geçmek durumunda kalırsan, bazı şeyleri bilmenin faydalı olacağı kanaatindeyim. Bizim kendimizi yalnız hissettiğimiz, güçsüz hissettiğimiz, omzumuzdaki yükün bizi aşağıya çektiğine inandığımız zamanlar oldu. Öyle anlar oldu ki gittiğimiz bir kapıdan daha büyük bir hayal kırıklığı içerisinde ve inancımızı daha da yitirmiş olarak döndük. Şarkılarını haykırarak söylediğimiz insanların şarkılarındaki o delikanlılar olmadıklarını gördük. Bir destanlar büyürken, bir yanda dedikodunun daha muteber kılındığına şahit olduk. Söz vermenin büyüklüğüne inanmıştık ama bize verilen sözlerin sadece söz olarak kaldığı zamanlar oldu. Üstelik bu sözler ne inkâr edildi ne de yerine getirildi. Değişen “konjonktür”… Evet, konjonktür ile birlikte insanlar da değişti. Yine de yolda kalmaya çaba gösterdik. Bu konuda acemiliklerimiz oldu ama bildiğimiz yollardan gitmeye çabaladık. Yaşadığımız yıllarda çok fazla yol da yoktu önümüzde. Öne çıkmış birkaç internet sitesi, birkaç dergi, birkaç gazete. Bugünkü durumu hayal edebilirdik belki ama bulamazdık. Bizde mesela dergi çıkardık, yeri geldi üç isimle yazdık, hem muhabir hem editör olduk. Cebimizdeki öğrenci harçlıklarımızla insanları misafir ettik, onlarla konuştuk. Çoğu yere yürüyerek gittik, bazen günü tek öğünle geçirdik. Elimizin yettiği internet sitelerinde yazdık. Yerel de olsa bazı gazetelere yazılarımızı gönderdik. Hepsi tam bir başarı sağladı diyemem ama denemekten vazgeçmedik. Tek amacımız vardı: Yürümek. Çünkü gençliğimiz bizi yürümeye teşvik ediyordu, sorular çoğalıyordu ve cevapların çoğu yakında değildi. Bugün görüyorum ki sizin elinizdeki imkânlar çok daha fazla. Birbirinize ulaşmanız, konuşmanız, hakikati aramak için bir yol belirlemeniz, yolu farklı yönlerden ama aynı istikamete doğru yürütmek için çaba göstermeniz daha muhtemel. Bu sebeple size olan bakışlar da daha farklı olacak. Hem destekleyen hem de sorgulayan pek çok bakışla karşılaşacaksınız. Yine “biat et rahat et” diyenler olabileceği gibi, kendinizi yeterince iyi ifade edemediğiniz için eleştirenler veya sizden menfaat devşirmek isteyenler de olacaktır. Bunların farkında olarak yolunuza devam etmelisiniz. Bazen taşlar sizi yaralayacaktır, hatta köşenize çekilmeniz için sizi motive edecektir. Buna, kesinlikle direnin. Çünkü taşı atanın, attığı taşla yaratmak istediği etki budur. Bunun dışındaki sözleri ise dinleyin ama hepsini mutlak doğru kabul etmeyin. Mutlak doğrular sizin sorularınızdır. Soru sormaya ve o soruların peşine gitmeye devam edin. Bu yolda sizin için ne yapabileceğimiz konusunda kesin bir fikrim yok ama sizi desteklememiz ve bizim inşa etmeye muktedir olamadığımız “Büyük Türkiye” ülküsünün Türk Milliyetçisi, inanmış, hakikatin peşinde ve ehliyet sahibi kadrolarını yetiştirmek için size omuz vermemiz gerektiği kanaatindeyim. Öyle ki bu yolda bizler önden giderek sizin için zorluklar ile çatışmak, tuzakları belirlemek ve daha güvenli yollar açmak için kendimizi öne atabiliriz. Vatanın genç erkek ve kız evlatları için bir yol açma çabasında iken yediğimiz her taş yahut üstümüze yapışan her etiket, yolda birer işaret levhası olacaktır. Bazen keskin bir dönemeç, bazen daralan ve sırayla geçilmesi gereken bir yol ve nihayet umudum odur ki geniş ve müreffeh bir alan. Vatan için de böyle ölür zaten insan. Yoksa elimize silah alıp, “can almadan can vermeyiz düşmana” demek, o gelmesini arzulamadığımız zor günlerde elbette söyleyebileceğimiz bir sözdür. Fakat “Varlığımızı Türk varlığına armağan etmek”, bayrağa kanımızı dökmeden önce, bayrağı fikir, edebiyat, sanat, teknoloji gibi alanlarda en yüksekte dalgalandırmakla mümkündür. Sözü çok uzatmak istemiyorum. Sizlere tavsiye vermek değil de sizinle bir hasbıhal etmek gibi değerlendirmenizi istediğim bu yazının sonuna gelirken diyeceğim odur ki; yolda kalın. Yol, siz bir yere gitmeye gerçekten azmetmişseniz, sizi oraya doğru götürmeye devam edecektir. Baki selam ve muhabbetlerimle…
Veysel Çıtlak