Belirli bir standart belirleme çabasında en son çifte standart, standart olarak belirlendi. Bu da muhtemelen büyük resmin ufak bir parçası. Tabii ki benim gözlerim biraz bozuk olduğu için büyük resmi şöyle böyle ancak görebiliyorum. Bazen de bir öyle bir böyle görüyorum. Hatta göremediğim dahi oluyor, inanır mısınız. Doktora gittim ama hemen geçmez dedi. Yılların birikimi, öyle ha deyince kolay mı bu işler, biz onca sene boşa mı okuduk diye de ufak bir sitem etti. Bakış aşısı olmam gerekiyormuş ama henüz ilk dozu olmadım. Üstelik kaç doz sonra yeni bir bakış kazanılıyor ona da emin değilim. Yine de deneyeceğim. Büyük resmi göremesem de en azından eşi dostu görürüm. Heyhat, onlar da gelip gidemiyor, herkes kaldı evde ama olsun. Hep bize değil ya geceler.
Evde biz bizeyiz malum ama geçenlerde bir arkadaşla oturduk, tam kapanmadan hemen önce. “Abi ben vejetaryen oldum”, dedi. “Hayırlı olsun, nasıl oldu” diye sordum. “Abi zaruretten”, dedi. “Hanımı da yaptık mı bu iş tamam”. “Nasıl yahu” dedim. “Abi kendisi biraz direniyor bu konuda ama ikna turlarıma hız verdim. Her akşam ceylanları, antilopları izletiyorum. Ne güzel canlılar diyorum, hep ot yiyorlar. Toprağın verdiği ile yetinen güzel insanlar diyorum. Sonra aslan geliyor. Bak diyorum, görüyor musun sinsiyi. Şimdi kendi halinde otlayan, çoluk çocuk annesi ceylanlara, antiloplara saldıracak, ocaklara od düşürecek. Kaç yavrucak annesiz kalacak”. “İyi misin kardeşim” dedim. “İyiyim abi, sen nasılsın” dedi. “İyiyim” dedim. “Eyvallah abi” dedi, “Allah iyilik versin”. “Ha”, dedi. “Söylemiş miydim, ben vejetaryen oldum”. “Olsun kardeşim” dedim. “Oldu abi dedi, hem neden olmasın. Et gördüğümüz mü var”.
Hep duyuyorum televizyonda, bazen de konuşuyor insanlar. Liyakat, ehliyet. Bende var mesela ehliyet, B sınıfı. Bir ara motora heves ettim, A2 de alacaktım ama olmadı. Şu pandemi bitsin onu da alırım belki. Yani bu ehliyet meselesi neden bu kadar konuşuluyor anlamıyorum. Kursa yazılıyorsun, sınav, sonra uygulama, alıyorsun. Tabii duyuyoruz, paralel parkta olsun, yokuş kalkışta olsun zorlananlar, arabayı “istop edenler” vs oluyormuş ama bunlar da büyük mesele değil. Neticede, yıllarca ehliyetsiz araç kullananlara da şahit olduk. Çevirmeye takılmadıkları sürece sorun yaşamadılar. Yaşamalıydılar ama yaşamadılar. Sol şeritten “Allah ne verdiyse” kaptırdılar.
Misalen, bazen düşünüyorum. Tavana bakarken. Tavan da lambri ha, masraftan kaçınmadık. Bazen insanı içine çekiyor uzun uzun bakınca ama olsun. Hep düz tavan izleyecek değiliz ya. O kadar da kam alalım dünyadan. Efendim ne diyordum, evet tavan. Muhteşem bir düşünme metodu ama belirli bir zaman dilimini aşmamak lazım tabii. Yoksa tuhaf bir algıyla mekandan kopuyor insan. Tahtanın beşinci element olması bu yüzden çok mümkün. Yani denize, havaya, suya ve ateşe bakarken yaşanan etkinin bir benzeri tavana bakarken oluyor. Fakat lambri olacak. O kadar da masraf edin. Sosyal hayatın böyle masraflı olduğu bir dönemde, böylesi bir zihin açıcı faaliyeti kolay kolay bulamazsınız. Sonra düşersiniz bir yaşam koçuna, üter sizi. Benden demesi. Neyse, konu dağılmasın, düşünüyorum demiştim. Hakikaten ilginç bir faaliyet bu. Düşünmek yani. Bazen yapıyorum bu sporu ama yoruluyorum. Sonra diyorum ki şöyle düz vites, kara direksiyon daha güzel değil mi. Bilmiyorum. Belki de daha az düşünmek, otoban da olsa çok sürat yapmamak daha iyi. Hayatı, sahil yolunda 40 km ile giderken, “yan cehennem yan” diye müziğin sesini açıp, kolonlardan gelen sesi sırtında hissedenler yaşıyor. Hele bir de “airli” bir araç olursa. Hop yerdesin, hop yükselmişsin. Yola sıfır gidiyor, kasise yan giriyorsun. Airli insanlar da var böyle, hem de çok. Bazen görüyorum ama onların “air” kimsede yok. Küçük dağlar onların eseri hatta mucizesi.
Yine öyle bir gün, bir maden suyu içiyoruz arkadaşlarla. Yerelde meşhur bir marka (Hayır Beypazarı değil). Arkadaş dedi ki bunun tadı eskiden daha güzeldi. “Belki halen güzeldir” dedim. “Yok yahu bozmuşlar” dedi. “Belki de bizim ağzımızın tadı bozulmuştur” dedim. Yediğimiz, gördüğümüz, yaşadığımız şeylerin kaçı doğal. Yiyoruz, içiyoruz ama ne. İşlenmiş şekerden içimiz çürüyecek. Bir tek çayın tadı pek değişmedi gibi ama onu da hızlı içiyorum. Daha soğumadan yani. “Ağzına teneke var senin” diyor babam. Olsa, nasıl olurdu diye düşünüyorum bazen. Hem yalnız benim ağzımın tadı kaçmış olamaz ya. Hepimizin biraz kaçmış olmalı. Belki fark etmedik, belki de ettik ve suçu fabrikaya attık. Çare Drogba mı? Sanmam. Altyapıya yönelmek lazım ama orada da antrenman usulleri yanlış, beslenme yetersiz, uyku eksik. Hasbelkader birkaç yetenek yakalıyoruz ama onların da hepsinin vizyonu bir değil. İdare-i maslahatı başarı görenler var. Takımdan ayrı düz koşu yapanlar var. Her pası kendine bekleyenler var. Olduğu yere kazık çakıp, arkadaşlarına yardıma gitmeyenler var. Bütün sezonu yatarak geçirenler var. Karpuz bile o kadar yatmıyor mesela.
Öyle işte, sevgili diary!
İngilizlerin dediği gibi “If you were in my shoes”.
Yani “aşkı çekene derdi bilene sor”.
Sevgi ve muhabbetle
*Bu, Zihni’nin zihninde dönenlerin neşridir.
Veysel Çıtlak