Tolkien okuyanlar Tom Bombadil karakterini bilirler. Tolkien evreninde birçok “güç” sahibinin gücü kendisindedir. Bir araca ihtiyaç duymaz yahut sınırlanamaz – kendi istekleriyle gücü bir nesneye yahut yere aktardıkları vakalar hariç. Fakat Tom Bombadil öyle değildir. Çok güçlüdür, öyle ki başka hiçbir güç onun üzerinde tesir sahibi değildir. Fakat bu özelliği Yaşlı Orman ve çevresi ile sınırlıdır: O ormanın efendisidir. Ormanın vücut bulmuş halidir. Hükümranlığının ötesinde bir varlığı yahut anlamı yoktur.
Mitolojide bu tür varlıklara Genius Loci deniyor. Bir bölgenin “sahip cini”, bizim mitolojimizdeki iyesi. Bölgenin koruyucusu, temsilcisi, “avatar”ı kabul edilen bu varlıklar pagan dinlerde çok önemlidir. Muhtemelen bu inancın Keltik düzlemdeki iz düşümü, bütün İrlanda’nın sahip-tanrıçası olarak Eire (yahut Eriu) karakterine dönüşmüş. Eire, aynı zamanda İrlanda’nın adıdır.
Keltik mitoloji ve diğer pagan geleneklerin tesiriyle, birçok kültürde vatan kadındır. “…Annendir, göğün yüzünde maveradan bu yana / Kırpışır belli belirsiz uzaktan Türkistan'a / Yıldızların arasından gülümseyen bir kadın” dizelerimde ben de Türkistan’ı bir kadın olarak işlemiştim. Gökyüzündeki bir tanrıçanın kızıydı Türkistan, ruhu tarihle yaşıt fakat bedeni kırılgan bir kız çocuğuydu.
İrlanda’nın personifikasyonu, istiklalinin kaynağı olarak karşımıza çıkan Eire, fakat, ilginç bir şekilde yalnızca güzel, yüce, haşmetli, alımlı (…) bir çehre takınmaz. Aksine, Eire çoğu zaman yaşlı, çirkin fakat şehvetli bir kadındır. Bu “menfur hanım”, sürekli insan kanına ihtiyaç duyar; genç erkeklerin kanına. İrlanda toprağının bereketli olması için, Eire “kral”la evlenmelidir. Fakat kralsızlık hallerinde Eire yaşlanır, verimsizleşir. Onu yenilemek için genç erkek bedenleri lazımdır. Bu aynı zamanda, krala layık bir eş olabilmesi için diğer erkeklerin feda edilmesi anlamına geliyor.
İrlanda mitolojisi, hatta tarihi ve arkeolojisi, Eire’yi gençleştirmek için kurban edilen yahut kurban olmaktan kaçan genç erkeklerle doludur. Vatan kadındır, millet de erkek. Vatanı temsilen Eire, milleti temsilen Kral izdivaç etmelidir. Öyle ki, İrlandalılar için işgal sorun değildir. Eire, hatta, zaman zaman bir fahişe gibi resmedilir. G. F. Dalton, The Tradition of Blood Sacrifice to the Goddess Éire makalesinde İrlandalıların “ülkenin bereketli olması için bir kralın mutlaka Eire ile birleşmesi gerektiği” inancının, “kral olsun da nasıl olursa olsun, yeter ki bu kuralı yerine getirsin” anlayışına yol açtığını söylüyor. Bu yüzden, belki de, uzun yıllarca kolay işgal edilebildiler.
Türkiye’de de durum çok farklı değil. Namık Kemal “Vatan bir bi-vefa nazende-i tannaza dönmüş kim / Ayırmaz sadıkan-ı aşkını alam-ı gurbetten” derken belki de bunu kastediyordu. Evet, Türk vatanı bir dönem vefasız ve alaycı bir sevgiliye dönmüş, en sadık aşıklarını durmadan sürgüne gönderen bir naza bürünmüştü. Bugünse bir kadın olarak Türk vatanı, Eire’ye benziyor. Vatanın “bereketlenmesi” için genç erkeklere ihtiyaç var, genç erkeklerin kurban edilmesine. Seçilen kurbanlar, vatanın “kral baba” için genç ve verimli tutulmasını sağlıyor. Fakat, acıdır ki, o verimden faydalanan kurbanların akrabaları değil. Suriye’den, Afganistan’dan ithal edilen sürüler. Verim dediğimiz de zaten ancak ölmeyecek kadar ekmek, ölmeyecek kadar su. Bunu gören diğer gençler, haliyle, İrlanda efsanelerindeki genç kahramanlar gibi ikrahla dolup, bu menfur kurbanperest tanrıçaya boyun eğmek istemiyorlar.
Bunun sürdürülebilir olmadığı aşikar. Bir ülke, gençlerini Türk milliyetçisidir diyerek tutuklayarak nasıl ayakta kalabilir? Bir ülke, kendi eliyle koyduğu hukuku, kendi gençlerine göz dağı vermek için nasıl rafa kaldırabilir? Bir ülke, azıcık hasadından pay istemek için sınırlarından içeri dolanları bağrına basıp, onun uğrunda her türlü belaya karşı durmaya hazır evlatlarını nasıl kurban edebilir? Azerbaycanlı şair Ramiz Rövşen, ülkesinin mutsuz olmasını petrol zengini olmasına bağlayarak “Neftle gitti bereketin bereket kaçtı senden / Neftle gitti bekaretin, borular geçti senden” diyordu. Bizim de lanetimiz bu kokuşmuş coğrafyanın tek stabil ülkesi olmak mıdır? Sevgili Türkiyemiz, gelin almaya gider gibi kınayla, davulla zurnayla gönderdiğimiz erkeklerin kanından beslenen Eire’ye dönüşmemeli. Yarattığımız kıymeti, zira, bedenlerimizi bir üvey annenin iştihasına kurban eden bir baba-krala değil, bedenini bayrağa sarıp kendi kanını nazlı hilale içirmeye namzet olmuş bir Atatürk’e borçluyuz. Atalarımızdan tevarüs ettiğimiz vatandaşlık, bize haklar ve yükümlülükler getirdi. Yükümlülüklerimizi benimsedik, borcumuzu ödedik. Haklarımız ve şerefimizi kimseyle paylaşmaya niyetimiz yok. Türkiye, 100 yıldan bu yana insan kanıyla beslenen bir ihtiyar cadı değil, bembeyaz elinden şehadet parmağını yed-i beyza gibi ufka yöneltmiş bir rehber kadındır, dişi kurttur.
Umay’ın bu en sevgili kızını, Peştun yahut Arap sürülerine cariye etmeyeceğiz.
Bahadırhan Dinçaslan
"Peştun, Tacik yahut Arap" deseydin keşke. Afganistan'da Peştunlardan sonraki en kalabalık etnik grup Tacikler yani doğu Farsları. Türkiye'ye gelen Afganlar arasında da çok fazla Tacik var.