Şu sıralar aklımda iki söz dönüp duruyor. Biri “Tatava yapma bas geç” ve diğeri “Tıpış tıpış sandığa gideceksiniz.” İlki 2014 Yerel Seçimlerinde Sarıgül’e itiraz eden (daha çok HDP-BDP seçmeni) kitleye yönelikti, ikincisi de heyecan uyandırmayan aday İhsanoğlu’nun yaz dönemi tatilcileri sandık başına getiremeyeceği endişesinden kaynaklanıyordu. İkisinin de seçmeni koyun gören ve “ben bilirim, sen bir halttan anlamazsın” diyen bir zihnin ürünü olduğu aşikar.
Bugünlerde yine aynı rüzgar esiyor. Kerameti kendinden menkul siyasiler ve partilerin arkasında birleşmemiz bekleniyor – gerekçe de “yoksa AKP’li olursun.” AKP’nin herhangi bir politikaya itiraz eden herkesi HDP’li ilan etmesi gibi, HDP eksenli muhalefet de peşine takılıp kuyrukçuluk yapmayan herkesi AKP’li ilan etmenin konforunu sevdi.
Oysa birkaç sorunumuz var. İlki, yöntem ve politika değiştirmeden aynı “şey”i denemenin anlamsızlığı. CHP’de Genel Başkan değişti, fakat bir politika ve yöntem değişikliği görmüyoruz, aksine Kılıçdaroğlu’nun kurnaz ve örtülü dayatmacılığı, henüz tecrübesiz bir ekip elinde beceriksiz, nobran bir tahakküm arayışına dönüştü. Politika değiştiren tek parti İYİ Parti – genel başkan değiştirmese de politika değiştirerek “mevcut düzeni değiştirmek”teki kararlılığını gösterdi. Bunu yaptığında istifalar olacağının farkındaydı, kaldı ki bizler birçok isme tam olarak bunu yapacakları için itiraz ediyor partiyi eleştiriyorduk.
Bu tahakküm arayışının birçok argümanı anlamsız – “bize vermezsen AKP’li olursun” argümanı gibi. Fakat bir argüman belki ciddiye alınabilir: “Belediyelerin muhalefette olması bir mevzi sağlıyor.” Fakat bu mevzi kime sağlanıyor sorusu da önemlidir. Mesela Ankara’da Alparslan Türkeş Vakfı’na MHP’liler eliyle, il başkanını da içeren bir ekiple saldırı olmuş ve saldırının akabinde Devlet Bahçeli ve diğer MHP’liler doğrudan Mansur Yavaş’ı ve bürokratlarını tehdit etmişlerdi. Mansur Yavaş buna “ben siyaset yapmıyorum, cevap vermeyeceğim” demekle yetinmiş ve akabinde MHP’nin itiraz ettiği “muhalif ülkücü” bürokratlarını büyükten küçüğe bir bir görevden almak gibi şahane bir çözüm bulmuştu. İmamoğlu ise daha çok Kürt kardeşlerine mevzi sağlıyor gibi, Özgür Özel’in de aynı trene binmesiyle CHP’nin elde ettiği belediyeler, kendisini ana akım olarak takdim etmek isteyen Kürt “aktivist”lerinin mevzilerine dönüştü.
Oysa milliyetçi dayanışma iktidara karşı en dayanıklı mevzidir. O dayanışma, mesela, şimdiye kadar yapılamayanı başarmıştı: AKP’ye rağmen sağ seçmenden oy alabilecek bir parti kurmak. Erkan Mumcu, HAS Parti gibi aktörlerin başına gelenleri hatırlayın. Kah AKP müdahalesi ve baskısıyla bu hareketler başlamadan bitirildi, kah rakibi satın alan büyük firmaların yöntemleri kullanıldı ve AKP bunları bünyesine kattı. AKP kuruldu kurulalı Türk seçmenin ekserisini teşkil eden sağı tanzim ediyor, MHP’nin bir süre “ülkücü olmayan” kitlelerden oy alabilmesinin nedeni sağda buna direniş göstermek isteyen aktör ve kitlelerin ancak milliyetçi mevzide bu direnci geliştirebilmeleriydi. Nihayet MHP de satın alınınca ortaya İYİ Parti çıktı: Yalnız bu partiyi kuran Türk milliyetçileri baskıya, tehdide, şantaja boyun eğmeden fedakarca rüzgara karşı yürüyebiliyorlardı. Yalnız milliyetçilik AKP’nin çerçevele-tecrit et-linç et stratejisine karşı koyabilen bir enstrümandı.
İYİ Parti elbette hatalar yaptı; bu hataları eleştirerek partiden istifa etmiş ve epey süredir partiyi yerden yere vurmuş biri olarak tekrara düşmek istemiyorum. Özetlersek, İYİ Parti kendisini var edebilen gücün ne olduğunu unuttu, yatay genişlemeyle geniş kitlelere ulaşabileceğini sandı ve mevziini kaybetti. Şimdi acı bir dersle o gücün kaynağına dönmek ve yeniden mevzilenmek kararını aldı.
Bir diğer sorun, MHP’nin AKP elinde bir “alet”e dönüşmesinin -maalesef belki de haklı olarak- “milliyetçiler aletten ibarettir” fikrini pekiştirmesi. CHP de İYİ Parti’nin milliyetçilerine böyle muamele ediyor. MHP nasıl AKP için kullanışlı bir aparatsa, CHP’yi zamanı geldiğinde meşrulaştıracak, hizasından çıkmayacak ve “ikon ticareti” dediğim argümansız siyaset yönteminde ikon değeriyle katkı sağlayacak bir aparat olmasını istiyor. O yüzden, mesela, milliyetçileri ikna etmeye bile çalışmıyor. Milliyetçi aktörlere belediye ve siyaset rantı vaat edip, bu AKP tarz-ı siyasetine boyun eğmeyenleri de AKP’li olmakla itham ediyor. Milliyetçilerin oyuna talipken milliyetçiliğin gereklerine dair hiçbir argüman yahut vaat yok. Milliyetçileri ikna edilecek bir seçmen kitlesi olarak görmüyorlar. Böyle muamele edilen bir seçmen grubunun öfkeli tepkiler vermesi gayet normaldir. “Milliyetçilere hitap etmek” kerameti kendinden menkul aktörlere makam, rant yahut temsil vaat ederek onları havzanda tutarak hiçbir ideolojik çerçeveye uymayan politikalar üretmek değildir. Milliyetçilerin aradığı müstakil ve “önceki milliyetçiliğin” dışarıda bıraktıklarını da ihata eden yeni ve kapsayıcı bir dil ve yöntem – bunun CHP’nin gündelikçi ve belediye rantı odaklı siyasetiyle elde edilmeyeceği aşikar.
Yine bir sorun, CHP’yi muhalefetin şampiyonu görmek. Oysa CHP muhalefetin “dış iskeleti”dir. Nasıl kabuklu canlılarda dış iskelet büyümeyi engeller ve kırılıp atılması gerekirse, CHP muhalefetin büyümesini engelliyor. Bu bakımdan, belediyelerin CHP’de olmasının bir “korunaklı mevzi” sağlayacağı fikri, kabuklu hayvanı koruyan dış iskeletin korumasını benimsemek demek. Evet, dış etkenlerden korur fakat aynı zamanda büyümeyi de engeller. Oysa yapılması gereken muhalefete bir iç iskelet kazandırmaktır: Dik durmayı, hayati organları korumayı beceren ama gelişmeye, büyümeye engel olmayan. Bu iskeletin solculuk yahut Kürtçülük değil de milliyetçilik olduğu aşikar. Aksini iddia eden hayal görüyor, yahut “50+1”i yakalamayı değil, ait olduğu solcu kimliğin “bir tık daha” genişlemesi için CHP’nin cüssesini bir aparat olarak kullanıyordur.
Son günlerde İlker Aytürk Hoca’nın (ki birçok görüşünü, tespitini epey sever sık sık referans veririm) tepki toplayan bir dizi tespiti oldu. Birçok yerine başka başka itirazım olmakla beraber bir kısmı özellikle dikkatimi çekti:
Yeni İYİP, Erdoğan’ın on yıllık hayalini gerçekleştirmiş olacak. Parti sistemi ikiye bölünecek: Bir tarafta Cumhur İttifakı ile komşuları makbul ve saygın muhalefet, diğer tarafta ise CHP, uç sol ve Kürt Hareketi, yani itilip kakılabilir “marjinal muhalefet.”
Aytürk’ün “Erdoğan’ın hayali” üzerine yaptığı tespit doğru fakat bunun kimin eliyle gerçekleştirildiği meselesi tartışmalıdır. Kampanyasını Demirtaş, Kavala üzerine kuran, toplumda uyanan ekonomi-toplumsal gerginlik-kurumsal çöküş eksenli muhalif dalgaya, dışarlıklı ve beceriksiz danışman kadrosunun küçük gündemlerini eklemlemeye çalışarak bu “gündem bile olmayan gündem”leri asıl gündem üzerinden kitlelere benimsetmeye çalışan, bu yolla da ne benimsetmeyi, ne halihazırda uyanmış dalganın enerjisini hasat etmeyi beceren CHP, HDP ile uzlaşmayı Türk Milliyetçilerinin talepleriyle uzlaşmaktan daha kolay gören CHP, tam olarak Hoca’nın bahsettiği marjinal muhalefeti inşa ediyor. HDP gittiği yeri (Gezi’yi bile) çökerten, marjinalleştiren, radikalleştiren, gözden düşüren bir tür ajan gibi. Özgür Özel’in Kılıçdaroğlu’nu devirirken epey sol bir dille konuşması dikkatlerden kaçmadı, pratikte de çok daha Avrupa solu tandanslı bir politika yürüteceğinin sinyallerini veriyor. Türkiye’de bu marjinal muhalefet inşa etmek demektir ve kafamıza yatmadığı için bunun peşine takılmamamız AKP’lilik değildir. Aksine, AKP’nin her istediğinde seçimi kazanması için %30’luk bir konfor alanı yaratıp, bu alanın, dış iskeletin içine tıktığı yığınlara da “bakın burada görece güvenlisiniz” diye teselli verip, %30’un “ağası” olarak küçük rantı bölüşme projesine itiraz, AKP’ye itirazdır. 30’u 35 yapmak bir şey ifade etmiyor.
Her şeyin ötesinde, milliyetçilerin sırf “marka”ya yahut kabile sadakatine oy vermesinin mahzurlarını MHP’de görüyoruz. Önümüze aday diye konan birisi milliyetçiyim dedi diye ona oy vereceksek, AKP’li olup milliyetçiyim diyenlere oy vermeyi de meşrulaştırırız. Mesele milliyetçilik değil de toplumsal mevzi ise, bize değil de Kürtçülere mevzi kazandıran yapıyı ayakta tutmamızın beklenmesi abes değil mi? Hem aynı güruhun Ankara ve özellikle İstanbul’u “Kürtçü oylarıyla kazandık” kanaati var. Bize ihtiyaçlarının olmadığını kendileri beyan ediyorlar – sürekli yanlış yapan, sürekli zırvalayan ve itiraz edene tepeden bakan bu güruhla kopmak AKP’yi desteklemek midir? Bence asgari akıl ve ahlak sahibi herkesin yapması gerekendir.
Burada İYİ Parti’deki istifalara dönmek gerekiyor. Bu istifalar kişisel ve çıkar odaklı istifalardır. Siyaset yapıcılar seçilmek için, yükselmek için bir “yatırım” yapıyorlar. Fırsat bulduklarında bu yatırımın küçük de olsa karlı bir dönüşünü görmek istiyorlar – kısa vadede bu gerçekleştiğinde uzun vadeli kar beklentisini gözleri görmüyor bile. İYİ Parti özellikle böyle, partinin “açılım” döneminde partiye gelenler İYİ Parti’ye bir hisse senedi muamelesi yaptılar. Yükselirken girip, tavan olarak gördükleri yerde satmak istediler ve sattılar. Bunda şüphesiz Akşener’in ve parti yönetiminin hatalarının payı vardır. Fakat son tahlilde bir yanlış varsa, o yanlışın aktörü esas sorumluluk sahibidir. Seçmenine kazık atan, seçmenine maraba muamelesi yapan bir parti ve politik network uğruna bu hamleyi yapanlardan çok, onların hamle yaptığında zarar verebilir hale gelmesinde pay sahibi olanlara eleştiri yöneltmek abes. Herkesi hakkı kadar eleştirmek lazım – en büyük eleştiriyi gidenler hak ediyor.
Türkiye’nin dönüm noktası olabilecek seçimlerde risk alamayan, “genel başkanımın emrindeyim” açıklamalarını peş peşe yapan, cesaret gösteremeyen iki belediye başkanı ve kukla pozisyonunun dışına çıkamayan bir parti başkanının konforlu alanı kaybetmemek kaygısıyla yaptıkları siyasetin Türkiye’ye vereceği bir şey yok. Şayet bu aktörler ödüllendirilirlerse, bir sonraki seçimlerde yine saç baş yolacağız. Yine dayatmalarla karşılaşacağız. Yine bu toplumu zerre anlamayan danışmanların saçma fikirleri itibar görecek, biz de yine “aman AKP’ye yaramasın” diyerek ahlaksızlık görmemize rağmen belki oy vereceğiz. Oysa milletin karşısına hata yapmadan çıkmış olmak da siyasi bir değerdir. AKP işlediği her ahlaksız fiili gündemden düşürebiliyor çünkü elinde iktidar imkanları var – muhalefetin böyle bir lüksü yok zira yegane üstünlüğü moral düzlemde. Bu zeminin muhaliflerin altından çekilmesi Kılıçdaroğlu ile başladı ve devam ediyor, İYİ Parti’nin hür ve müstakil çıkışı bu zemini kaybetmemizi engelleyecek bir çıkıştır ve bu yüzden destek veriyorum.
Gelelim esasta destek verdiğim bu eylemin usulüne dair eleştirilere. İYİ Parti hala yaptığı “doğru”nun doğruluğunu ve gerekçelerini insanlara anlatamıyor. Bu yüzden kan kaybeden, partisine hakim olamayan bir görüntü arz ediyor. Ne yaptığınız kadar neden yaptığınız önemlidir ve İYİ Parti eğer konforlu alanın dışına çıkıp yeni muhalif alanlar yaratacaksa bu nedeni anlatmalıdır. Şimdiye dek yapılan çıkışlar haklı bile olsalar hep parti içi dinamikler ve hukukla ilgiliydi. Fakat bunlar seçmenin pek umurunda değildir. Seçmene anlatılması gereken esas gerekçedir, Türkiye’nin “o olmasın ben olayım” diyen değil, yeni bir vizyon ve ayakları yere basan plan öneren bir muhalefet ihtiyacıdır. O vizyon ve planın inşasına aktarılması gereken enerji boşa harcanıyor.
Muhalefet AKP’yi devirecekse bunu yalnız kimlikte değil, içerikte de “AKP olmayarak” başaracaktır. İnsanlar ikna edici bir kadro, Türkiye’nin gerçek sorunlarına dair çözümler ve enerjik bir ruh hali istiyorlar. Bunu bulamadıklarında yalnız tepkiselliğe yöneliyorlar ki Zafer Partisi de kadrosuzluğunu bu tepkiselliğin nicel getirisiyle ikame ediyor. Her şeyin ötesinde, ortada “muhalif milliyetçi” bir sosyoloji var ve bu sosyolojinin CHP-AKP-MHP eliyle orasından burasından çekiştirilip nihayet dağılması Türkiye açısından oldukça talihsiz olacaktır. “Lise dö Sen Benuğa”lı çocuklar iyidir ama, AKP’nin hakkından kafası kadar bileği de çalışan Çeliktepe Cengizhan liseli çocuklar gelecektir.
Başlığa dönersek, CHP şimdi de “düşünme / arzu et sade / bak böcekler de öyle yapıyor” diyor. Biz böcek değiliz, düşüneceğiz ve arzu etmeyeceğiz: Plan yapacağız.
Bahadırhan Dinçaslan
Zafer Partisine kadrosuzluk yakıştırmasının yanlış olduğunu düşünüyorum. Çok güçlü isimler var. Fakat maalesef aslında milyonların duygu ve düşüncesi olan bir sesi yeteri kadar savunacak, o sesi duyuracak cesareti gösteremediğiniz için o ses Türk düşmanlarının saldırılarıyla marjinalleştiriliyor ve bu da insanların yaklaşımını olumsuz etkiliyor. Bu durum kadronun genişlemesini ve partinin kendine alan açmasını da zorlaştırıyor. Kısacası kabahatin önemli bir kısmı da ‘ürkek Atatürkçü’ ve ‘ılımlı milliyetçi’lerde.
Usta yine etkisiz eleman gibiyiz, İmamoğlu ve Özel defalarca HDP kapısı aşındırdı, son derece nazik ve kibar idi. Ama İyi Parti, ki ben de eleştiriyorum, karşısında çok çirkin siyasi operasyonlar yaptılar, hiç nazik ve usule dikkat eden tavır takınmadılar. Şundan çok rahatsızım, biz Türkçü-Turancı davaya gönül vermiş insanlara HDP kadar kıymet verilmiyor. Dış kapının mandalı muamelesi görmek zoruma gidiyor!
Bomboş bir yazı, Cumhuriyet Halk Partisi ve gerçek Atatürkçüler bu ülkenin dün olduğu gibi, bugün de umududur. Sizin gibi Atsız hayranlarının yeri ise dün olduğu gibi bugün de marjinal köşelerdir. Genel Başkanımız Özgür Özel liderliğinde ve Onursal Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu rehberliğindeki gerçek Atatürkçüler ve Cumhuriyet Halk Partisi kazanacak, siz ise kaybedeceksiniz. Eğer dürüst iseniz sizi eleştiren yorumları da yayınlarsınız. Buradaki bütün yorumlar sizi övenlerin yorumları.
Abi müthiş sinirliyim, önce bize seçim kaybettirdiler, şimdi de pişkin pişkin ortalarda dolaşıyorlar. İmamoğlusu da, Özel'i de... hiçbir şey olmaz bunlardan. Gerçekten inanmış çekirdek bir Türkçü-Turancı beyin takımı çok büyük şeyler yapar, sana inancım çok büyük Bahadırhan abim.
Muhteşem bir yazı.
Bu 'dağılma süreci', partiyi merkez sağa çekeceğini söylerken bu yeni yapının kolonlarını parçalayan Akşener'in partiyi tekrar ayağa dikecek kadar beceri ve birikim sahibi olmadığını bize gösterdi. Milli demokratik bir parti inşa etmek yerine İYİP kurulurken sağlanmış olan 'muhalif milliyetçi uzlaşıyı' bozarak partiyi feodal ailelerin konu edildiği kalitesiz Türk dizisi seti haline getirdi. Akşener CHP'nin sırtına binerek seçime girdiğini, teşkilatlarının çalışmadığını, 'Ömer'in Yolu'yla tecessüm eden politika yokluğunu gördük. Dişlerini CHP'li belediyelerin imkanlarına geçirenlerle kadrolaşma yolunu seçen saçı boyalı ihtiyar kadının artık istifa etmesi, oğlunu da alıp partiden gitmesi gerekmektedir, zira kendisi bu işi kotaramayacak.
Müthiş bir yazı üstadım, kalemine sağlık. Ama ben yine kendime güvenemiyorum, o kadar hür ve bağımsız hareket edeceğiz, kendimiz olacağız diyoruz. Sonra son dakikada "ama kanzi, CHP yani, yoksa AKP..." kıskacında buluyorum kendimi. Oktroller var, CHP'ye yakın medya da var. Bizim sesimiz çok kısık çıkıyor ağabey...
Sondaki umut sarikaya göndermesi cok iyiydi :)
Tüm gündem depremken ortalığı yakıp yıkarak masadan kalkmak yerine Kılıçdaroğlu'nun arkasında olunsa ve çaba gösterilseydi , bugün AKP'den kurtulmuştuk. Ya da en baştan denilecekti, biz Kılıçdaroğlu'nun adaylığına karşıyız, İmamoğlu veya Yavaş olursa ortak adaya varız, yoksa kendi adayımızımı çıkaracağız. Bence bunlar boş laf. Muhalif enerjiyi yok eden Özdağ, ince ve son olarak da Akşener oldu. Fedakarlık yapmadılar bizler için. Yapmak zorunda da değiller tabii. Ama onca güzel düzenleme önerisi vardı halk adına. Canlı yayınlı TBMM'den, eskisi gibi medyadaki tarafsızlık yasalarına kadar onca güzel şey vardı. Bürokrasi nefes alacaktı. Nolurdu Akşener bu kadar sorun çıkarmasa, İnce ve Özdağ 2019 gibi partilerinde kalsaydı. Demek ki CHP olacağına AKP olsun denildi.
Salim enserioglu gibi birini İstanbul'dan milletvekili yapan akşener de çıkıp bir seçmeninden özür dilemeli bence. Çünkü o adamın İstanbul'dan milletvekili yapılması resmen kör göze parmakti