Adnan Menderes’in Demokrat Parti’yi “iki parmak solda” tarif ettiği günden beri, zannediyorum, kafamız politik konumlandırma konusunda karışıktır. Öyle ya, toprak ağalarından geleneksel destek aldığı aşikar olan Demokrat Parti, nasıl soldadır? Niye soldadır?
Sağ ve solun çeşitli tarifleri var ve hepsi doğrudur; hem de -dolayısıyla- hepsi yanlış. Hangi tarifi öncelediğinize göre doğru ve yanlış değişecektir. Mevcut düzene itiraz eden siyasi akımlar sol addedilebilir, yüksek vergi – yaygın sosyal hizmet anlayışını önceleyen akımlar da – doğrudan sosyalizmi savunan ve memlekette yaşayan herkesi kolektif mülk sahipliğinin işçi arılarına dönüştüreceğini söyleyen akımlar ha keza. Demokrat Parti herhalde mevcut düzene itiraz ettiği için sol kabul edilmiştir, zira bildiğim kadarıyla Demokrat Parti zamanında sosyal devlet adına yasama ve kurum ihdası açısından pek atılım yoktur. Aksine, bugün bile devam eden birçok uygulama ve kurumun temelleri, Demokrat Parti’ye karşı gelişen ihtilalin kadroları tarafından atılmıştır. Adında sosyalist geçse de sağ parti kabul edilebilecek Alman Nasyonal Sosyalist Partisi ise, öte yandan, sosyal devlete dair en erken çağlarda en sıradışı adımları atmış yapılardan biridir.
Tanımların kendisinin kafa karıştırıcılığının yanında, “merkez” kavramının mutlak bir koordinat sisteminin merkezi olarak anlaşılması da sağı ve solu Türkiye’de olduğu gibi tuhaf hallere sokuyor. X ekseninde en uç solun sosyalist sol, en uç sağın faşist olduğu kabulüyle (ya da Y eksenine otoriterlik-hürriyetçilik skalası koyup dörtlü de değerlendirebiliriz) orijin noktasına hayali bir konumlandırma yerleştirip buna merkez deniyor. Halbuki, mesela, Almanya’nın Zentrum’u bu manada merkez parti değildi. Fakat “bütün Katoliklerin partisi” olduğu için adını Zentrum (Merkez) koyabilmişti. Halbuki basbayağı muhafazakar hatta dinci sağ bir partiydi. Hitap ettiği kitlede piyasacı liberallerden feodal dayanışmacı muhafazakarlara birçok akım vardı ama ortak noktaları Katoliklik ve bir dereceye kadar dini taassuptu, bu yüzden “Merkez” konumlandırmasına itiraz gelmedi. Koordinat düzleminde Zentrum 1’den 5’e puan verirsek X ekseninde 2 puan “sağ”da, Y ekseninde 3 puan otoriterlikteydi.
Demek, “merkez” mutlak bir referans çerçevesinin merkezi değildir. Toplumun siyasi ağırlık merkezidir. Dönemin Almanya’sında bu sağ-otoriter bir alanda yoğunlaştığından Zentrum burada gerçekleşmişti.
Merkez siyaset esasen çok kalabalık, çok geniş, çok parçalı toplumların ilacıdır. Söz gelimi ABD gibi birçok eyalet, iklim tipi, hatta ekonomi tipinin bir arada bulunduğu ve hepsini kapsama/hepsine hitap etme zaruretinin siyaseti belirlediği ülkelerde siyaset merkezde yapılır; en büyük kırılma “merkeziyetçilik / adem-i merkeziyetçilik” üzerinden yaşanır. Aşırı ve radikal akımların felakete sürüklediği Avrupa, savaşlar sonrasında çareyi merkez siyasette bulmuştur. Merkez-sağ ve merkez-sol partiler arasında, Türkiye’de fark dahi edilmeyecek küçük politika aykırılıklarından başka fark yoktur bile denebilir.
Fakat merkez bozulursa ne olur? En kamil örneğini yine Avrupa’da gözlemliyoruz: Toplumun sorunlarına kulak tıkayan ve ideolojik marjinallerin tesirinde kalan merkez, merkez olma özelliğini yitiriyor. Esasen suç oranlarının artmasına, Woke zırvalarının adaletsizlikler ve hukuksuzluk alanları yaratmasına, kaçak göçmenlerin derin sosyal tehditler barındırmasına ilk reaksiyon verecek olan “merkez”dir, zira merkez bu olguların siyaseti etkileyerek yeni marjinaller yahut ekstremler yaratıp merkezin pozisyonunu sağa sola çekiştirmesinden rahatsız olur. Fakat Avrupa’da “merkez” bu vasfını yitirdiğinden kulak tıkadı, hatta bu sorunları sürekli üreten politikaların müellifi oldu. Ülkeye daha fazla kaçak doldurdu, Woke zırvalarının daha çok temsil edilmesini sağladı, rahatsızlığı artırdı. Sonuç, “radikal popülist sağ”ın yükselmesi oldu. Merkezi temsil iddiasındaki partiler artık merkezde değiller; birçok seçmen radikal sağ partilerin başka politikalarından yahut söylemlerinden rahatsız olsa bile, merkezde kendisine kulak bulamadığı için bu partilere oy veriyor. Merkezi -mesela Macaristan’da olduğu gibi- sağ/muhafazakar partiler temsil ediyor.
Türkiye’ye gelirsek, Türkiye’de de merkezin temsil edilmemesi sorunu kronikleşmiş halde. Zira AKP yükselen popülist radikal olarak iktidar fırsatı yakaladı ve akabinde mühendisliğe başladı, kitleler git gide İslami sağa çekiyor. Türkiye’nin merkezini değil, zihinlerindeki mutlak koordinatın merkezini işgal etmeye çalışan partilerin sonu hüsran oluyor. Türkiye’nin merkezinde ise, nüfusun toplam ortalamasını gayet iyi temsil eden AKP-MHP ittifakı var. Bu ittifak yığınları tatmin edebiliyor; edemediği sınırlı alanlarda ise yeni yükselen değer Zafer Partisi, popülist radikal sağ partimiz olarak boşluğu dolduruyor. İktidarın böyle sürmesi halinde AKP mühendisliğiyle sağa çeken yığınlar orada kalıcı hale gelecekler ve merkez büsbütün Cumhur İttifakı olacak.
Gelecek Partisi, Deva Partisi gibi siyaset simsarlığı için kurulmuş ve gündemden düşmüş aktörlerin şartlar elverişli olduğunda bir süre daha siyasi ticareti devam ettirmesinden başka işe yaramayan partilere dair uzun analizlere gerek dahi yoktur. Fakat İYİ Parti analizi ve ağır eleştirileri hak ediyor. Çünkü bir oyuncağa yahut abur cubura takıntı geliştirmiş beş yaşındaki çocuk gibi tutturduğu merkez, merkez değil. Avrupa’da olduğu gibi merkez pozisyonun tatmin edilememesinde rol oynuyor ve yine Avrupa’da olduğu gibi radikal popülizmin yükselmesine neden oluyor.
Türkiye’nin merkezi milliyetçiliktir. İYİ Parti, “çevresine sempatizan toplayabilen” ve bu sayede merkez konumlandırmasını etkin kullanabilen bir parti olarak doğmuştu. Onu doğuran sosyolojik talep bu yöndeydi. Parti “Akşener’in Partisi” haline geldiği için kimse bunu söylemiyor ancak söylemek lazım: Liderinden bağımsız biçimde var olan ilk partimiz olabilir. (Belki Demokrat Parti vardır bir de.) Akşener yeni kurulacak bir partinin başına yakışan ve oraya şahsi karizmasıyla milyonlar devşirecek bir aktör olduğu için değil, MHP’de başkanlık tartışmasında üzerinde uzlaşılabilecek bir figür olduğu için öne çıkmıştı. (Bu bakımdan da Devlet Bahçeli’ye benzer.) Mevcut haliyle İYİ Parti liderine duyulan yoğun sevgi yahut lider kültü nedeniyle oy almıyor, bu sosyolojik talepten ötürü oy alıyor. Ancak merkezi dolduramadığı, daha da vahimi yanlış konumlandırmaları merkez zannettiği için bu sosyolojik hareketlenmeyi git gide soğutuyor ve başka kanallara yönlendiriyor. Zafer Partisi’ne özellikle genç kuşakta duyulan ilgi bununla alakalıdır. Bütün bunlara son seçimdeki yenilgi de eklenince, Avrupa’da olduğu gibi esasen merkezde olan seçmenin sorunlarına ve temsil talebine kulak tıkayan aktörler yerine popülist aktörlere git gide daha fazla oy vermesi kaçınılmazdır.
Tabii bu iyi bir şey değil. Fakat İYİ Parti genel başkanını ve uygulamalarını tartışmaya açabilecek bir parti olmayı başaramadı. Yerel seçimlerden sonra parti içinden yükselen “3. Yol” talebine kulak verebilirse, kalıcı bir parti olur. Yoksa, “bana göre yar mı yok / isterim sen olaydın” türküleri eşliğinde yad edilecek bir macera olarak silinip gidecektir.
Bahadırhan Dinçaslan
Yine şayan-ı dikkat bir konuya parmak basmışsınız. Ancak son yazılarınız, eski yazılarınıza göre daha basit (sade değil, basit) oluyor. Şahsen, size özgü o yoğun ama berrak anlatımı son yazılarınızda bulamıyorum. Eskiden, tarihi ve farklı alanlardan örnekler eşliğinde ya önceden aklımıza gelmeyen bir konuyu bize keşfettirir, veya sıradan bir konuya sıradışı bir bakış açısı sunardınız. Yeni yazılarınız bu konuda zayıf kalıyor.
Teşekkür ederim emeğiniz için, kaleminize sağlık. 2022’nin son aylarında Almanya’da öldürülen bir genç kızın faili sabıka kaydı olmayan bir mülteci çıkınca kamuoyunda tartışma olmuştu. AfDli arkadaşım bana “Yeşiller vakanın sebebi olarak ‘toksik erkekliği’ gösteriyor, ne diyorsun?” diye sormuştu. Ona bu argümanın çok saçma olduğunu, genelleme ve önyargı hem pozitif hem negatif yönden yanlış olduğunu söyledim, yani fail sırf yabancı kökenli diye de bir pozitif ayrımcılığa uğramamalı. Vatandaş ise ağır cezalandırılır idi, değilse ülkesine geri gönderilmeli, demiştim. O gün arkadaşın yüzünde olan aydınlanmayı hatırlıyorum. Thor diye Nordik Pagan inançta olan bu arkadaş bana bir defa “sol cehennem gibi” demişti, ahiret inancı olmamasına rağmen. Bu sözü söylediğinde Frankfurt’ta bir enstitünün anne baba yerine ebeveyn 1 ve 2 demeyi tekli ettiğini söylemişti. Bu tip ideolojik sol saplantılar, ekonomiden dışişlerine dek somut bir politikasına bakılmadan popülist aşırı sağı güçlendiriyor.