Türkiye’de 80’lerden itibaren doğanlar ciddi sosyolojik dönüşümler geçirdiler. Yeni sosyoloji yeni insan ve yeni siyaset yaratıyor. Gecekonduda doğanla sitede doğan, çiftçi çocuğu olanla memur çocuğu olan, 1000 kişilik yerleşimde büyüyenle 1 milyon kişilik şehirde büyüyen aynı davranmıyor ve düşünmüyor.
Pozitif bilimlerin aksine, beşeri bilimlerde teori hakikati takip eder. Seküler Milliyetçilik – 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi kitabımda da değindiğim, vermeyi en sevdiğim örnek, Neptün’ün keşfidir. Pozitif bilimler Neptün’ün var olduğunu gözlemden bile önce ortaya koymuşlardı. Hakikat, yani somut sağlama, teoriden sonra geldi: Teleskop teknolojisi gelişti ve masa başında kütle çekim kuvvetinin etkileri nedeniyle varlığı tespit edilmiş olan gezegen, gözle görüldü. Fakat beşeri bilimler öncelikle hakikati görmek ve bunu tarif etmeye soyunmak zorundadır. Ekonomi dahi istatistiklerin yorumlanmasıyla geleceğe dair isabet oranını artıran tahminler yürütse de Neptün’ün keşfinde gördüğümüz netlikte bir “tahmin” ortaya koyamaz. Fakat gerçekleşmiş olana dair çalışmaya, onda örüntüler aramaya ve gelecekte nasıl bir şekil alacağını “eğitimli tahmin”lerle kestirmeye devam ederiz.
Mevcut Seküler Milliyetçilik vakası da böyle. Söz gelimi, önceki paragrafta bahsettiğim kitap henüz ön siparişteyken tükendi ve yılı dolmamışken 3 baskı yaptı. Üstelik yaygın dağıtıma verilmedi, geliri TamgaTürk’e fayda sağlasın diye doğrudan satış bağlantılarıyla, sınırlı bir ağ üzerinden satıldı – maalesef milyonları bulan nüfusumuz ölçeğinde iyi tanıtılamadı bile. Yazarı unvan sahibi değildi, şöhretli biri de değildi. Fakat bu olumsuzluklara rağmen, en azından kendi sınıfında, “iyi sattı.” Bütün bunlar göz önüne alınınca, her ne kadar kendi kitabımdan -haliyle- memnun olsam ve iyi bir kitap olduğunu düşünsem de söylemeliyim ki zatıma ait bir başarı değildir. Kendiliğinden gelişen, sosyolojik itkilerle mayalanan bir fenomen var ortada. Bu fenomenin ben en başından beri bileşenlerinden biriyim – mimarı değil. Belki en büyük katkım, adının “Seküler Milliyetçilik” olmasını pekiştirmek olmuştur – daha evvel olumsuz anlamda yahut “ulusalcılık”ı tarif etmek için kullanılan bu terkibi, 2010 yılından beri çıkardığımız dergi ve kitaplarda, yazdığımız dijital mecralarda gözlemlediğimiz ve mensubu olduğumuz yeni milliyetçiliğin adı olarak ben kullanmış ve ısrar etmiştim. Nihayet oldu ve hakikat, tarifini ararken benim kitabıma bir şans verdi, satın aldı. Okudu, eleştirdi.
Bu eleştirilerden biri bizim taraftan değil, karşı cenahtan, Fatih Yaşlı’dan geldi. Elbette eleştirilmez değilim ve hatta eleştirilmekten memnun olurum. Fakat eleştirisinde bir husus var ki, kabul etmek mümkün değil. Entelektüel kapasitesi hayli güçlü olmakla ve alışılagelmiş milliyetçi teorisyenlerden farklı olmakla birlikte, gönderme yaptığı Batı literatürüne ait kitap ve isimlerle “eksantrik bir ahir zaman filozofu” imajı çizen Bahadır(sic) Dinçaslan deniyor ve bir dipnot şöyle bir açıklama içeriyor:
Seküler milliyetçilik üzerine yapılmış bir çalışmada aynı adlı tek çalışmaya sadece bir dipnot olarak yer verilmesi tuhaf görünebilir ama bunu yapacağım. Çünkü tam da seküler milliyetçiliğin “hayalet” niteliğine uygun bir şekilde bu kitap da seküler milliyetçiliğin ne olduğunu ortaya koymaktan uzaktır. Dinçaslan çalışmasında esas olarak özgürlükçü, bireyci, liberal, demokrat, serbest piyasacı bir milliyetçiliği teorize etmeye çalışmıştır ve sekülarizmi de bu milliyetçiliğin özelliklerinden biri olarak görmektedir. Kitapta Türk milliyetçiliği ile din/İslamcılık arasındaki ilişkiye, AKP’nin inşa ettiği rejime, siyasal İslam’a dair herhangi bir tartışma yapılmamaktadır. Dinçaslan “Türk milliyetçiliğinin dinle girdiği çoğu zaman zorunlu ve hastalıklı etkileşimin, bu alanda görüş belirten zihinlerin doğru tespitler yapmasını engellediğine dikkat çekmek ve metafizik vurgulardan, temellerden arındırılmış bir milliyetçi doktrin inşa etmek”ten söz eder (2023: 38) ama kitapta buna dair somut öneriler, bir politik program vs. yer almaz. Bunun yerine “milliyetçiliğin dine bakışı, bireysel özgürlük çerçevesinden olmalıdır. Bireylerin dininin olmasını engellemeye kalkmak beyhude olduğu kadar yanlıştır; fakat bir topluma dini düşünce tarzının ve otoritenin hâkim olması o topluma kesinlikle zarar verecektir, milliyetçilik bunun karşısına dikilmek zorundadır” demekle yetinir. 196 sayfalık kitapta “Seküler Milliyetçilik: Dini Bireyin Vicdanına Hapsetmek” adlı kısmın sadece yedi sayfadan ibaret olması ve bu kısımda yukarıdaki tartışmaların hiçbirinin yer almaması kitabın seküler milliyetçilik tartışmaları açısından bir referans metin olarak görülmesinin sınırlarını ortaya koyar. Tam da bu nedenle bu çalışmada seküler milliyetçilik tartışmasına Dinçaslan’ı aynı adlı kitabı üzerinden değil, sığınmacı/göçmen meselesine dair yazıları üzerinden dâhil edeceğim.
Bu eleştiriye birinci itirazım özel çerçeveden. Kitap bir teori kitabı – güncel meseleler teorinin tespitlerine bir vaka analizi yahut metafor olarak destek olacaksa ele alınıyor ve bırakılıyor. Kitapta söz gelimi MHP tahlili de yok. AKP’ye dair bir tartışma haliyle yok; epey AKP eleştirisi olsa da. Zannediyorum Yaşlı salt AKP eleştirisi olarak kaleme alınmamış hiçbir çalışmayı muteber bulmuyor. Oysa hayat AKP’yi eleştirmekten başka meşgaleleri de zorunlu kılıyor; AKP’nin yerine ne koyacağımızı aramak gibi. Yeni milliyetçiliğin biyolojiden başlayarak bilim dallarında ve felsefi düzlemde “akaidi”ni tespit etme, en azından önerme iddiasındaki kitabın münhasıran AKP ile uğraşmasını beklemek yanlış. Üstelik kitap, milliyetçiliğin “her şeyiyle” seküler olabilmesi için bilimsel tarif ve temellere ihtiyaç duyduğunu söyleyip bu ihtiyaca cevap veriyor. Yani rejim alanında sekülarizme dair 7 sayfalık bir müstakil bölümü varsa da, tamamı bir seküler manifesto. (Ki, kitapta dayanamayıp teorik tutumu bıraktığım ve AKP eleştirisine girdiğim yerler haklı olarak eleştirildi, zamansız ve mekansız kalınmalıydı dendi.)
Genel çerçeveden itirazım ise daha önemli ve Yaşlı’yı da aşıyor. Seküler milliyetçiliğin kitleleri, evet, henüz organize olmuş, kurmay merkezini yaratmış, şekillenmiş ve kimlik sahibi olmuş değildir. Bu, radikal sapmalar tehdidini de beraberinde getiriyor. Kitle el yordamıyla ararken sapabilir, girişteki paragraflar bunu göstermek içindi. Söz gelimi, Atsız ile seküler milliyetçilik hem muarızlar, hem de bizzat bu kitle nezdinde ilişkilendirilebiliyor. Halbuki Atsız seküler bir tavır takınmıyordu; kişisel hayatı başka olmak üzere, görüşlerinde çokça dini/mistik atıf görüyoruz. İslami söylemin siyasete girmesine karşı olmak ile, esas anlamıyla seküler olmak başka şeylerdir. Atsız’ın birtakım görüşleri faydalı, birtakım görüşleri yanlıştır ve Türk milliyetçiliğinde sağlam bir yeri vardır – fakat seküler milliyetçiliğin bir figürü değildir.
Yine fakat, kitleler hazır sembolleri, ikonları olmayan bir “trend”e girdiklerinde, eldeki malzemeden faydalanıyorlar. Bazı akımlar nezdinde İttihat ve Terakki’nin aldığı hal de böyle. İTC ile alakası olmayan, birtakım gençlerin zihninde yaşayan bir konsept; bir tür sosyal medya role-play’i. Atsız’ı da kendince dönüştürmeye ve kullanmaya kalkan birileri var; bir zamanların tuhaf, CHP’li (ve FETÖ’nün Türk milliyetçiliğini kafesleme planıyla ilişkili olduğunu düşündüğüm), ırkçı, ağzı bozuk, seciyesiz internet forumlarında olduğu gibi.
İkon ihtiyacının ve ikonları birbiriyle ve amaçla uyumlu hale getirecek kurmay merkez eksikliğinin sapmalar yaratması gibi, reaksiyon verilmesi gereken olgular da kitlenin serüvenini etkiliyor. Bunlardan en önemlisi, evet, kaçak göçmen meselesidir. Fakat Yaşlı’nın kaçırdığı bir şey var; bugünün çok daha somutlaşmış ve kendinden söz ettirmeye başlamış seküler milliyetçiliğinin kökleri kaçak göçmen meselesinde değildir. Gezi olaylarında MHP’nin tutumuna rağmen yer almış (bizim Şaman Torunları İsyanda sloganımız epey ilgi görmüştü mesela, hala paylaşılır.) milliyetçilerdedir. Bütün araştırmalarda daha Atatürkçü, daha “laikçi”, daha şehirli çıkan İYİ Parti’yi kuran kitlelerdedir. Kaçak göçmen meselesi şu an Türkiye’nin en acil ve enfekte sorunlarından biri olduğundan, kendisine siyasi temsil ve hikaye arayan bu kitlenin öncelikli vurgusuna dönüşmüştür. Fakat bu kitlenin talep ve arayışları bundan ibaret olmadığı gibi, buna hapsedilemez.
Yaşlı’nın Seküler Milliyetçilik’i tarif eden ve kitle tarafından kabul gördüğünü hiç değilse bir dereceye kadar söyleyebileceğimiz kitabı reddedip, yazarın yalnız kaçak göçmen yazılarına odaklanması, bu hapsetme tehlikesinden bendenizin “milliyetçiliğin geleceği” açısından endişe duyması gibi, memnuniyet duyacağını gösteriyor diyebilirim. Elbette bu bir niyet okumasıdır, haksız olabilirim ancak hem içeriden, hem dışarıdan söylem ve hamleler bu gettoya bizi sıkıştırmak istiyor. Yaşlı’nın deyimiyle özgürlükçü, bireyci, liberal, demokrat, serbest piyasacı bir milliyetçiliğin teorisi yazılmışsa, bu teoriyi yazan cemiyetin yıllardır faaliyetine devam eden bir yayın organı varsa, bu cemiyetin mensupları hem İYİ Parti’nin politikalarına tesir etmiş, hem Hudut Namustur gibi ses getiren eylemlere imza atmış, hem Milliyetçi Kongre gibi nicel varlıklarının da azımsanamayacak olduğunu ispatlayan projelere girişmişlerse, “maalesef” Seküler Milliyetçilik amorf değildir, yalnız kaçak göçmenlerle alakalı reaksiyoner bir saman alevi de değildir.
Son birkaç yıldır “Seküler Milliyetçilik”e dair kitaplar, tezler, makaleler yazıldı, gazeteler dosya yaptı, televizyonlar belgesel çekti. Bunun git gide artacağını, hakikati gördükten sonra yaptığımız tahlille söyleyebiliriz. Artarken Seküler Milliyetçiliğin kaçak göçmen karşıtlığına (ki bu konuda Yaşlı’nın alıntıladığı ve alıntılamadığı bütün argümanlarım haklıdır, kendisinin de en ciddi karşı çıkışı yıkım süreçlerinde kaçak göçmenlerin etkisini daha baskın gösterdiğimi söylemek olmuştur) indirgenmesi yalnız Türk milliyetçiliğinin geleceği için değil, ülkenin geleceği için tehlike arz eder. Zira Erdoğan ve AKP’nin sekülarizmi yalnız CHP’nin şampiyonluğuyla tahdit edip gettoya hapsetmesi, görüldüğü gibi, demokrasi, insan hakları, mutluluk ve refah seviyesi gibi alanlarda siyasi görüşümüz ne olursa olsun kaybetmemize neden oluyor. Seküler milliyetçiliğin siyasete, rejime, ekonomiye, sanata (…) dair talepleri var ve kaçak göçmen karşıtlığı, kaçak göçmenler dünyanın her yerinde medeni insanların medeni yaşamasını engelleyen bir tehdit ve hem büyük sermaye sahipleri, hem devletler elinde sıradan vatandaşa, bireye karşı bir silah olduğu içindir. Sekülarizmi ve cumhuriyet kazanımlarını benimsemiş bir milliyetçilik, bu iki konseptin asıl garantörü olacak, kitlelerce benimsenmesini sağlayabilecek yegane aktör olarak basbayağı komünistlere dahi fayda sağlayacaktır.
Bahadırhan Dinçaslan
yine güçlü analizlerle sağlamlaştırılmış iyi bir yazı. teşekkürler.
Merhaba. Yazılarınızı mail üzerinden takip edebilmemiz mümkün mü?