Seçim sonuçları kesinleşti, yeminler edildi, kabine açıklandı… Milyonlarca muhalif – ihale beklemeyen, atama beklemeyen, harçlık peşinde koşmayan ve ancak hukuk devleti, eşitlik, adalet gibi rasyonel, hasletlerle örülmüş siyasi talepleri için duruş gösteren “temiz Türkler” ortada kaldılar. Gerçekten ortada kaldılar, çıkıp dertlerini paylaşan olmadı. Teselli eden olmadı. Sorumluluk üstlenip hesap veren olmadı – yeni planlar yapan da.
Şu halde önce ne olduğunun özetle hatırlanması gerekiyor ki, ne yapmak gerektiğine dair isabetli tespitler yapabilelim.
CHP, evvela beceriksiz ve ışıksız bir adamı aday yaptı. Seçim kampanyası boyunca, içerikten bağımsız olarak bütün söylemler, eylemler, vurgular ya acemice, ya oldukça muzırdı. Tasarımların berbatlığından tutun da, içeriğin yanlışlığına, oradan kendi kalesine gol atmaya. Üstelik CHP bunu yaparken oldukça sinsi bir yol izledi. “Masa” konseptini Kılıçdaroğlu adaylığının dayatılacağı bir mekanizmaya dönüştürdü. Karşı çıkanları itham etti, AKP’li yahut Alevi düşmanı ilan etti. Kımıl zararlılarının, işkembeden atarak doktora sahibi olmuşların alkışını aldı, başka kimse tarafından beğenilmedi, onaylanmadı.
İYİ Parti, kendi tarihi misyonuna ihanet etti. Takıntı haline getirdiği merkez sağ siyaseti, dolandırıcılar, idare-i maslahatçılar ve dört kişilik hemşeri derneklerinde nutuk atıp siyaset yaptığını sanan cebi şişkin kafatası sönük tiplerle yapacağını sandı. Tabandan gelen baskıyı Masa’dan kalkma-oturma hamlesiyle söndürdü; ancak oturarak yarattığı kafa karışıklığı iyiden iyiye konumlandırma krizi yaşamasına neden oldu. Meclis çoğunluğunun kaybedilmesini kolaylaştıran bir liste ve etkisiz bir genel başkanla seçime girdi, CHP yenildiği için yenilmiş sayılmadı: Müstakil olarak yenildi.
Ümit Özdağ, sosyal medya üzerinden kurduğu örgütlenmenin slacktivismi ile sınandı – çıkardığı aday az daha imza toplayamıyordu. Milliyetçiler temsil edilsin dedi, çağrılar yaptı. Bu çağrılara kulak veren kanaat önderlerinin açıklamalarıyla imza topladı. Herkesi itham etti, herkese bir kulp taktı ve kendi adayının AKP’li çıkmasıyla zevahirini muhalif saflara geçerek kurtardı. Muhalif saflara yönelttiği ithamların hesabını vermediği gibi, adayının AKP’li çıkmasının hesabını da vermedi. Kronik çözümsüzlükten ötürü radikalleşen yığınların reaksiyonerliğine bel bağladı, gidiyor.
Oyu dahi olmayan küçük partileri (belki çok daha onurlu ve tutarlı olduğundan Saadet Partisi hariç) analiz etmek dahi lüzumsuz. Sıradan bir iş adamını dünyanın en önemli zenginlerinden biri sanacak kadar safdil bir adam olan Kılıçdaroğlu’nu kandırdılar, cürümlerinden büyük bir ateş yakıp meclise girmeyi başardılar. Şu kadar yıldır Türkiye’nin en köklü partisinin başında olup yığınla seçim, kongre görmüş bir adam bu kadar kolay kanabiliyorsa, suç bu siyaset simsarlarının değildir.
Seçimin sosyolojik-ikonik kamplaşmalara oturduğu aşikar. Öyle ki, “boş tencere hükumet düşürür” kehanetini haksız çıkardı. Bunda Tayyip Erdoğan’ın kamplaşma ve HDP’ye verdiği kama işlevinden faydalanarak (yetersiz kaldığı yerde, kaçak göçmenlere vatandaşlık vererek) sosyolojik avantaj sağlama stratejisi kadar, CHP başkanı ve yardakçılarının Kavala, Demirtaş, LGBT vb. ikon ticareti işine hevesle sarılıp karşıyı konsolide etmesi etkili olmuştur. Sorun yaşayan, AKP’den kopma eğilimi olan kesimler tespit edilip onları ikna edecek bir kampanya yaratmak yerine, “nasılsa kazanıyoruz, gündemimizi dayatalım” kurnazlığını tercih ettiler. Hesapları basitti: Kriz olmuştu, deprem olmuştu, hükumet yorulmuştu – Kılıçdaroğlu’nun kazanmaması imkansızdı. Fırsat bu fırsat, FETÖ esintili gündemler araya sıkıştırılabilir, zaferden sonra zaferin mimarı olarak bu kımıl zararlısı türedi tipler vitrine konabilirdi. Hesapları onların ellerinde, biz sıradan muhalif vatandaşlarınsa kaba etlerimizde patladı.
Peki bu nasıl mümkün olabildi? Muhalifler üzerinde kurulan vesayet sayesinde. Türkiye’de laiklik kaygıları nedeniyle CHP’ye oy veren milyonlar var. Bu milyonların siyasi okur yazarlığı çok yüksek değil – yüksek olması şart da değil zaten. Öncelikleri yaşam tarzı ve ilke kaygıları tarafından belirleniyor. CHP politika yapamasa bile oy veriyorlar, bir nevi vermek zorundalar. Aynısı İYİ Parti için de geçerli: Milliyetçi olup diktatör yardakçılığını sindiremeyen insanların gidebilecekleri çok yer yok. Bir zamanlar MHP seçmeni olan bendeniz bu hissi çok iyi hatırlıyorum: Sürekli eleştirir ama MHP’ye oy verirdik. Bendeniz dahil, bu yolun yol olmadığını düşünenler bile vicdan azabı yaşamamak için “son defa” sürüye uyduk – netice belli.
Bu vesayet nedeniyle tabanla hiçbir alakası olmayan, kaygıları, çıkarları asla paralel olmayan insanlar, bu tabanın yarattığı “kıymet”i istedikleri gibi pazarlayabiliyor, maddi çıkar ve nüfuz elde edebiliyorlar. En önemli meselelerden birisi bu: AKP tabanının birebir temsilcisi, hatta mide bulandıracak kadar: AKP’de yükselmek yeteneğe, zekaya, birikime değil, tabanını temsil etme kabiliyetine bağlı. CHP ve İYİ Parti’de ise tam tersi, bir kere marka olunmuş ve kerhen oy veren milyonlar yakalanmış, yükselme cebinin ne kadar dolu olduğuna, ne kadar kurnaz olduğuna ve merkez oligarşileri falanca seçmen grubu nezdinde ikonik değerinin varlığına ikna etme kabiliyetine bağlı.
Bu vesayet var olduğu sürece muhaliflerin seçim kazanması imkansızdır. Şöyle bir bakınız: İnsanlara, “Tayyip Erdoğan olmadığı için” oy veriyoruz. (Küçük ölçekte başka isimler de devreye giriyor, mesela Melih Gökçek olmadığı için Belediye Başkanı olabilen Yavaş.) Soruyorum: Seçmen sosyolojik kamplara ayrıldıysa ve 50+1 lazımsa, yalnız küçük ve peşinen muhalif bir kitlenin hoşuna gidebilecek söylemler karşı taraftan grupları ikna eder mi?
Bu “karşı tarafı ikna” zaruretini karşılayabilmemiz için iki yol var ve aynı anda kullanılmalı. Birincisi, yetkinlikte ayrışmak. Muhalif partiler madem AKP’yi taklit etmeye bu kadar meraklılar, AKP’nin yerel yönetimlerdeki -hiç değilse seçmen algısında- başarı hikayesi sayesinde iktidara gelebildiğini hatırlamalılar. Oy verdiğimiz insanın tek özelliği Tayyip Erdoğan olmamaksa, onunla bu tür bir “beka sorunu” kaygısı üzerinden ilişki kurmamış insanlar nezdinde etkisi nedir? İyi bir hatip mi? Teknokrat mı? Teşkilatçılık yeteneğiyle mi meşhur? Siyasi analizleri mi doğru çıkıyor? Münazara kabiliyeti göz mü dolduruyor? Hayır, basbayağı eşşeklere (Fatih Altaylı Merzifon üzerinden tarif etmeye çalıştı ama ben hala köylüyüm, o yüzden çift ş ile) muhalif diye oy veriyoruz. Sonra o eşşeğe böyle bir itibar vermesi için hiçbir neden olmayan yığınlar neden oy vermedi diye ağlıyor, kızıyor, dalga geçiyor yahut sövüyoruz. İnsanlar ahlaksız, kötü, art niyetli olabilirler ama salak değiller. Öyleyse muhalifler artık iyi iş yapamayan, iyi seçim yönetemeyen, iyi liste hazırlayamayan, iyi aday seçemeyen insanların peşine düşmekten vazgeçmeliler. Yerel seçim kapıda olsa da, AKP zulmü artmış olsa da, tepemize atom bombası düşecek olsa da vazgeçmeliler. Zira görüyoruz ki bu bahaneler, AKP’nin beka goygoyu gibi, din elden gidiyor çığırtkanlığı gibi, muhaliflerde eşşeklere oy vermek için rıza üretmenin aletlerinden ibaret.
İkinci mesele, “karşı sosyoloji”ye hitap eden bir dil yaratmak. Seküler milliyetçilik bu yüzden önemlidir. Son tahlilde şunu kabul etmek lazım, “karşı sosyoloji”nin talepleri, kaygıları, beklentileri ve hayalleri ahlaksızdır. Türkiye’nin din soslu bir diktatörlüğe dönüşmesini, her gün “sakıncalı” insanların sokakta katledilmesini, devlet başkanının ve bakanların hiçbir kanuni ve ahlaki hudut olmadan eylem ve söylemle vatandaşı maraba, kendini ağa gören pozlar takınmasını istiyor ve seviyorlar. Bu yüzden muhalefetin “değerleri”ni kenara bırakıp AKP-MHP seçmeninin hoşuna gidecek şeyler söylemesini önermiyorum. Fakat bu değerlerin söyleme dönüşürken milliyetçiliği bir vasıta, bir taşıyıcı kap olarak görmesi gerektiğini düşünüyorum. Zira karşıdaki anlatı üzerinde tesirli olabilecek yegane güçlü ve büyük anlatı, milliyetçiliktir. Üstelik, CHP’ye oy verenlerin çoğunun sol ile alakası yoktur: Sol bir iktidarda kolhozlarda domuz çobanı yapılacak insanlar, sekülarizmi solculuk sandıklarından sol söyleme aldanıyorlar. CHP’nin gerçekten sosyal demokrat bir partiye dönüşüp, sağ seçmene onun diliyle hitap edebilmesi hayatidir. Aksi takdirde daha uzun yıllar sıkıştığımız kampı gettoya dönüştürecek ve durmadan yenileceğiz.
Bunun mümkün olabilmesi için, muhalif ve temiz insanların siyaset üzerinde baskı kurabilmesi gerekir. CHP ve İYİ Parti başta olmak üzere siyaset üzerinde baskı oluşturmak, vergi veren, askerlik yapan, yasalara uyan ve siyasetten rasyonel-etik beklentileri olan vatandaşların sesi olmak, yeni bir Türk milliyetçiliğinin hem teorisini, hem söylemi ve eylem metodlarını inşa edip uygulamak için kolları sıvadık. Toplamaya hazırlandığımız Milliyetçi Kongre’nin amacı ve işlevi bu olacaktır. Şayet siz de “partiden sıkıldı” iseniz, burayı tıklayarak ön kayıt yaptırabilir, ön görüşmelerimize katılabilir ve süreç olgunlaştıktan sonra yapacağımız davetin muhatabı olabilirsiniz.
Hürriyetçilik, Sekülarizm, Serbest Piyasa, Turancılık değerlerini benimsemiş milliyetçiliği inşa ederken, bunların birer süs yahut düşman diline pelesenk olmuş tuzaklar olmadığını “karşı”ya anlatmak… Meselemiz budur!
M. Bahadırhan Dinçaslan
Abi, bir solukta okudum, yine harikasın. Hayır seçeneğinin olmadığı müzakerede her zaman güçsüz olacağız, yani çok kişi kızdı, ama sonra gitti Kılıçdaroğlu'na oy verdi. Şimdi gündemi soğutmaya çalışıyorlar, hiçbir şey olmamış gibi davranacaklar, benim bir ümidim yok. Çünkü kafalarında, muhalif seçmen başka bir alternatifi olmadığı için kendilerine oy vermek zorunda olan bir güruh, aslında. Bu benim içimi acıtıyor, kendimi kullanılmış hissediyorum...
Bahadırhan abiciğim, kalemine sağlık. En büyük problem de şu: Birçok insan kerhen KK'ya oy verdiği için yüzde 47 bilmem ne oy aldı. Şimdi ise bu kerhen verilen oyları da dahil ederek "muhalefet, CHP tarihinin en yüksek oyunu aldım, gitmem" diye propaganda yapıyor, yaptırıyor. Oyların kerhen verildiğinden bahsedilmiyor. O yüzden ne olursa olsun bir daha bunlara bu koz verilmemeli... Görüşmek üzere ağabey toplantılarda...