Tanıl Bora bir soru sorduğundan beri üzerinde düşünüp duruyorum, henüz tam manasıyla bir cevaba ulaştım da sayılmaz: “İslamcılarda mizah pek yok, fakat Ülkücüler/Ülkücü kökenliler mizah yapabiliyorlar, daha meyyaller, sebebi ne ola ki?” Ülkücü babanın benim babama benzer hayallerle büyüttüğü Yavuz Günal’ın babasının pek de onaylamadığı bir adama dönüşmesini konu eden gösterilerini izledikçe (ve epey güldükçe) düşünme sıklığım arttı. Evet, hakikaten bizim mizaha meylimiz daha fazla; en azından diğer “sağcı”larla karşılaştırınca. Her ne kadar dışarıya karşı ketum bir tavır takınmakta ısrarcı olsalar da mavracı çok Ülkücü (kökenli) tanıdım. Tanıdıklarımın ekseriyetinin aynı camiadan olması bunda şüphesiz rol oynamıştır, yine de bu subjektif tespitin objektif hakikatten izler taşıdığı hususunda ısrarcıyım. “Seküler milliyetçiler” ise mavraya çok daha düşkün – mizah onlara ulaşmak için en önemli araçlardan biri.
Bu olgunun nedenlerine dair düşünürken, Türklerin bir millet olarak mizahla ilişkisi aklıma geldi. İslamcıların “yerli ve milli”lik anlatısı Türk kültürünün asıl ve kadim versiyonu zannedilse de, pek alakasızdır. İçki güzelleyen ozana atıf yaparak Bayburt’un içki şişelerinden korunması gerektiğini söyleyen İslamcı, her şeyden evvel Türk kültürünün cahilidir. Bunun gibi, o sıkıcı hatta bunaltıcı, neşesiz, sessiz, tumturaklı İslamcı tavır Türk kültürüne epey uzaktır. Söz gelimi ben, 1800 küsur civarındaki rakımlarda yaşayan, boy adını yaşatmasını ve günlük hayatta önemsemesini bu tecride borçlu olan Avşarları tanımakla şanslıyım – zira köy ziyaretlerimde akrabalarım başta olmak üzere Avşar yaşayışının en belirgin özelliğini sorsanız “mizah” derim. Dağ hayatının ağırlığı ve özellikle kış aylarındaki sıkıcılığı ile ancak böyle başa çıkılıyor demek ki.
Bu durum, mesela, Türk eliti ve köylüsü üzerine incelemeler yazan Charles Eliot’un da ilgisini çekmiş. Halk edebiyatını incelerken şunları söylüyor:
“…Türk halk edebiyatının belki de en özgün niteliği, mizahıdır. Ortalama Türk belirgin şekilde neşeli bir adamdır ve şakayı, hele ki el şakasını çok sever. İnce zekası azdır, inceliği daha da az, fakat saçmalığa dair hakiki bir anlayış ve absürtlüğe dair özel bir düşkünlük, görebildiğim kadarıyla, İrlandalılar ve Türklere mahsustur.”
Eliot kitabında Türklere dair epey isabetli ve incelikli (olumlu ve olumsuz) tespitler yapıyor ve kanaatimce burada da hedefi vurmuş. Zira, bu defa benim görebildiğim kadarıyla, “destan”ında mizah olan ender milletlerden birisi Türklerdir. Hayır, elbette Greko-Romen mitolojideki mizah tanrılarından haberdarım, hiciv mitolojide kendine epey yer bulmuştur. Fakat mitolojik metinler ve destanların, bir nevi “türün özellikleri ve işlevleri gereği” tumturaklı ve yüce olması gereken kahramanları arasında, Salur Kazan’ın gayet mizah yapması (üstelik Dede Korkut kahramanları arasında hiyerarşik olarak en üstün iken) ilginçtir.
Salur Kazan uykusunda esir alındığında uyanır, dikilir, elini eline vurur ve kah kah güler: “Arabayı beşiğim, sizi de yamru yumru bakıcılarım sandım.” Kazan’ın kendisini esir alanlara cevabı meydan okuyucu, aşağılayıcı olduğu kadar komiktir de. Dede Korkut’ta bir başka yerde “Kara Hindu kullarım” ifadesinden anlaşıldığı üzere, Oğuzlarda esmer Hindu hizmetçilerin kullanımı yaygındır – çok sonralarının “Arap bacı”sı gibi, çirkin ve yaşlı kadın bakıcılar da kullandıklarını tahmin edebiliriz. Kazan, kendisini esir alanları onlara benzetip dalga geçmekte ve gülmektedir. Yine aynı eserde Kazan, kafir melikinin karısıyla doğrudan dalga geçer. Yeraltına kapatılan Kazan’ı yoklayan kadına cevabı mizahın en güzel örneklerindendir: “Ölülerine yemek verdiğin vakit ellerinden alıyorum, hem ölülerinizin yorgasına biniyorum, yaşlılarını yedekte çekiyorum.” Kadın vaktiyle ölen kızını düşünerek Kazan’ın elinde oyuncak olmasından korkar ve bunu dile getirince Kazan alayını devam ettirir: “Ölülerinizde ondan yorga yoktur, hep ona biniyorum.”
Mizah insana mahsus birçok konsept gibi kültürden kültüre farklılık gösteriyor. Daha evvel Cem Yılmaz üzerine yazmış ve mizahın çeşitlerine, işlevlerine değinmiştim. Her işlevin farklı toplumlarda farklı algılandığını görüyoruz. Söz gelimi Amerikalılar Doğu Asyalılara nazaran agresif mizah içeriğinde daha çok gülüyorlar. Yahut yine, Batılı kültürlerden gelenler için mizah zor durumlarla başa çıkma yöntemi. ABD başkanı kendisine ayakkabı fırlatıldığında espriyle cevap verip ayakkabı numarasından bahsederek espri yapıyor – Çinli devlet adamı aynı protestoyla karşılaşınca epey ciddi ve tumturaklı bir açıklama yapıyor. Araplar için aile büyüklerine dair şaka yapmak neredeyse düşünülemez. Güç aralığı endeksi yüksek toplumlarda hiyerarşik büyüğe dair şaka yapmak çok zor; üstelik bu büyüğün şaka yapması da küçülmesi, güç aralığını kapatması ve bu yüzden gücünü kaybetmesi anlamına geliyor. Doğulu toplumların çoğu, özellikle kadınlara güldüklerinde ağızlarını kapatmalarını salık veriyor.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, fakat mizahın yaygınlığı, kabulü ve usulüne bakarak bir kültürün bağrından bilim, hukuk ve modern değerleri yaratıp yaratamayacağını söylemek hemen hemen mümkün gibi. Zira literatür (kaynakçaya bkz.) bir konuda hemfikir gibi: Kolektivist, güç aralığı indeksi yüksek, belirsizlikten kaçınmacı kültürlerde mizah iyi bir şey değil – belki tahammül edilebilir bir şey. Elbette her kültürde bağlam belirleyicidir – mesela Batı kültürlerinde yaşlı erkek ya da kadının, genç karşı cinse çok sulu ve hatta erotik şakalar yapması, aralarındaki romantik ilişki ihtimali düşük olduğundan daha kolay ve sıradan bir durumken, aşağı yukarı aynı yaştaki iki karşı cinsten birinin diğerine benzer şaka yapması pek onaylanmıyor. Ancak en genel haliyle kendiyle dalga geçebilen, mizahı insanın diğer konseptlerle eşit ve saygın bir olgusu olarak gören kültürler ekseriyetle daha bireyci, bireyler arası güç aralığı daha düşük, belirsizliğe toleransları (dolayısıyla bilinmezliği kurcalayabilme arzuları) daha yüksek.
Şu halde, eğer “Türkler Doğulu milletler arasında mizahı yaygın ve baskın bir kültürel motif olarak görmekle ayrışırlar” tezimiz doğruysa; -ki bu tezi ispatlamak için çok daha etraflı bir çalışma gerektiğinin farkındayım- Doğulu milletler arasında kusurlu da olsa işleyen bir demokrasi kurabilmiş, laikliği ihdas edebilmiş, yüksek teknolojinin avantajıyla donanmış işgallere karşı durabilmiş olmalarını gülebilmelerine borçludurlar diyebiliriz. Ülkücülerin İslamcılara nazaran mizaha daha yatkın olmaları belki çelişkilerinden kaynaklanıyordur: Mizah çelişkileri rahatlatır, dolayısıyla bilişsel çelişki senaryolarında bir kaçış reçetesidir. Düşünceyle uygulama çeliştiğinde espri yaparak işin içinden sıyrılabilirsin. Bir yanda Türk milliyetçiliği ederken, diğer tarafta ümmetçi diskurdan alıntılar yapmak zihinleri çelişkiye iter. Bu çelişki dinin kutsallığı nedeniyle sorgulama ve çelişki yaratan motifleri ret ile sonuçlanamıyorsa, mizahla sonuçlanabilir. Fakat ülkücülere mahsus gerekçe her ne olursa olsun, milletimiz güleçliğiyle meşhur. Üstelik Alman destanlarına ilham olurken dahi, mesela, Atilla ve tebaasının neşeli, gürültücü kutlama geleneklerine meçhul Ortaçağ müellifleri değinmek zorunda hissetmişler.
Şu halde yeni nesil Türk milliyetçiliği için gülmek bir zarurettir. Zira mizahın yayıldığı, normalleştiği bir kültürde birçok farklı davranış kodu değişiyor demektir. Milliyetçiler milletlerini yalnız temsil yahut muhafaza etmezler, onu dönüştürürler. Git gide Ortadoğululaştığımız şu yıllarda gülmek ve güldürmek yeteneğini muhafaza eden milliyetçiler hem eski Türk mayasını koruyabilecek, hem de bu davranışla ilişkili diğer kodların yaygınlaşmasını sağlayacaklardır.
Bahadırhan Dinçaslan
Kaynakça
Victor Raskin, The Primer of Humor Research
Charles Eliot, Turkey in Europe
Richard Wiseman, LaughLab
Reimann Andrew, Intercultural communication and the essence of humour
Nikita Mehta, Laughing at Different Jokes: Humor Across Cultures
Xiaodong Yue ve diğerleri, To Be or Not To Be Humorous? Cross Cultural Perspectives on Humor
Morris Kalliny ve diğerleri, Differences between American, Egyptian and Lebanese Humor Styles
Tonglin Jiang ve diğerleri, Cultural Differences in Humor Perception, Usage, and Implications
Nokta, Yavuz'un link sayesinde okudum. Ülkücü camiadan değilim fakat bilginize, zekanıza, araştırmanıza bayildim. İyi insanlarin dogruluk ve zekayla ne kadar buyuk kitleleri olumlu etkileyecegine inancim artti. Tesekkur ederim
Affedersiniz, otomatik düzeltme özelliğini unutarak spontane hızlıca yazdım. Belki bazı yerlerde cümleler düşük olabilir, zira otomatik düzeltme ile bazen anlamsız hale getiriyor algoritma. Teşekkür ederim emekleriniz için, en azından ikinci yorumum teşekkürü ifadeye vesile olsun. Sağlıcakla kalınız.
Yazınızı okurken durdum, belki AD(H)D sebebi ile bilmiyorum, ama mutfağa bir su içmeye gittim, belki daydreaming belirtisi, ama aklıma gençliğim, eski ülkücülük, birey olma ve ferdiyyet geldi. Ve baktım siz BİREY bahsine derinden giriş yapmışsınız… Ülkücülük kelime anlamı ile idealist olmak ise, hesapsız kitapsız, bilgi ve tecrübe eksikliğiyle de olsa “hakikatin” peşinde olma potansiyeli olmak önemlidir. Zira her insan lafın gelişi veya bir retorikten güzelleme olarak değil, ontolojik olarak, zaten BİRİCİKtir. Mizah çocukken bazen öğretmen ve akran zorbalığı, mobbinge karşı kendi gerçeklerden kaçmadır belki. Ama bilinemezlik demişsiniz ya, bu cesarettir. Birey olmak, belki de kendi olmak, istidadını tahakkuk ettirmek için irade ortaya koymak, varoluşsal bir cesaret, Ferdiyyet… İnsan gençken onda bu potansiyel yine vardır, hayat okulu ise bilgi ve tecrübe için imkanlar oraya çıkarır… Allah bilgimizi, marifetimizi ve hayretimizi artırsın, şeylerin hakikatini bize göstersin afiyetle…
Sizi keşfetmem ilk, The Raven şiirinin çevirilerine göz gezdirdiğim hengamedeydi. Şimdi de beni kurt işareti ile güldüren, tanımadığım bir stand-up cının linki köşenize attı. Artık teşekkür etmem farz :) Tespitleriniz orijinal. Ülkücü bir camiada yetişmedim. Ancak cahillikle savaşmaya meyyal bir ruhum var :) Yazılarınız o yüzden yabancı gelmiyor. Çalışmalarınızın devamını dilerim. Sağlıcakla kalın
Mizah bir özgüvendir. Gerilmiş sinirleri gevşetir. Birçok kavganın, hatta belki bir savaşın bile önüne geçebilir. Üstün zekalı türkler elbet bu özgüvene sahiptir. Ne yazık ki türklüğümüzü böyle sayfalarda anmak dışında yaşama geçiremiyoruz. Bunun sebebi de orta yerde türkten çok, türk dışı kültürlerin ağırlıkta olmasıdır. Tanrı bize yeniden türklüğümüzü doya doya yaşayacağımız bir ülke nasip etsin. Bunu gerçekleştirmek için, her birimiz önce kendimizi yeniden türk kılmalıyız. Çocuklarımıza koyduğumuz isimlerden başlayıp, kendi kültürümüzü kendi aile ve arkadaş çevremizde yaşatma konusunda kararlı ve ısrarcı olmalıyız. Birbirimize sahip çıkmalıyız.
Agam sen gerçekten bir dahisin. Pes. "Türkler... Doğulu milletler arasında kusurlu da olsa işleyen bir demokrasi kurabilmiş, laikliği ihdas edebilmiş, yüksek teknolojinin avantajıyla donanmış işgallere karşı durabilmiş olmalarını gülebilmelerine borçludurlar diyebiliriz." Bu tez ne kadar doğru bilmiyorum. Senin de buyurduğun gibi deneye muhtaç. Fakat bu tez eğer doğruysa güle güle milletimizi adam edebileceğimiz düşüncesi beni o kadar keyiflendirdi ki günüm gün olacak bugün. Sen çok yaşa.