TamgaTürk YouTube kanalında Türk kültürü ve kimliğinin tarihi seyrini anlattığım bir video yayımladık. Video şimdilik yalnız ücretli üyelere özel. Türklerin menşei konusunda, “bu konuda görüşler birlik değil, ben okuduklarımdan çıkardığımı anlatacağım” girişiyle, Türklerin Güney Sibirya kökenli olduğu kanaatimi belirttim. Şöyle bir yorum geldi, imla hataları yazarına aittir:
Ön Türklerin Altay'lı olma Sibiryanın doğusundan gelmesi, bu bir kuram. Bunu kesin doğruymuş gibi anlatmanız yanlış olmuş. Ön Türkleri sarışın açık tenli olarak tanımlayan başka, güçlü kurumlar da var. Ama sizin bunları görmezden gelip de Türkü mağara adamı olarak gösteren kuramı kanıtlanmış bir gerçek gibi anlatmanız yanlışxyanlış.
İlgimi çeken, Türklerin “açık tenli” yahut sarışın olmayan insanlar olarak betimlendiğinde, bunun Türkleri mağara adamı ilan etmekle eşdeğer görülmesiydi. Bir zamanların yaygın “Medeniyet Hint-Avrupa’dır” fikrinin içselleştirildiğini gösteriyor ki, erken dönem cumhuriyetin siyaset ve bilim insanları da bu hataya düşmüşlerdi. Onların düşmesi anlaşılır gibi – zamanın ruhu ve çağdaş “bilim” böyle görüyordu. “Bilimin gereği” olanı yapmak takıntısı bilimin en baştaki koşulu olan şüpheciliği bile bastırıyordu demek.
Bu latent Batılı – Aryan hayranlığı birçok alanda kendisini gösteriyor, en çok da Batı karşıtlarında. Batı’nın mevcut değerlerine ve sistemlerine söver, Türkiye’ye diktatörlüklerle işbirliği yapmayı salık verirken, bilimsel olarak hiçbir temeli yahut ciddiye alınırlığı olmayan savlarını zaman zaman “bakın Batılılar bile böyle diyor” demek için Batı’nın en zavallı, en ciddiye alınmaz isimlerine dayandırarak veriyorlar.
“Gizlenen tarih”, “bilinmeyen Türkler” gibi zırvalar tuhaf ve kolektif saplantılara işaret ediyor. Herhalde en meşhuru Dukalardır: “Kayıp Türkler bulundu” diye atılan bir başlık, hiç de kayıp olmayan, gayet oralarda bir yerde yaşamaya devam eden Türkleri “hiç bozulmamış, eski Türklerin korunmuş hali” olarak takdim etti ve epey ilgi gördü. Bunun altında yatan nedenlere Seküler Milliyetçilik – 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi kitabımda değinmiştim: Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren mevcut kokuşmuşluğa çare arayanlar için “Dış Türkler” bir imge yahut ikon olarak “Eski Türkler”le eşitlenmiş, onlar da “Altın çağı yaşayan bozulmamış Türkler” olarak kodlanmıştı. Çare o “bozulmamış” Türklerin irfanından beslenmekti – Cumhuriyet Anadoluculuğunda da “bozulmamış köylü” vurguları yer yer bu nedenle görülür.
Türk tarihini olduğu gibi anlamak ve benimsemek hiç de zor olmadığı halde, kolektif bilinçaltındaki takıntılar ve marazlar bunu engelliyor – Türklere muhakkak epey sıradışı ve bugünün meselelerini kolayca açıklayacak yeni hikayeler yaratmak lazım geliyor. Üstelik bunu yaparken epey cahil olmanızın, iki satır literatür karıştırmamanızın hiç önemi yok; karıştırdığınızı ispat etmek için en önemsiz Batılıyı bulup “bakın bu da böyle diyor” demeniz yeterli. İskandinav Rünleri ile Orhun tamgaları arasındaki benzerliği açıklayan gayet yeterli ve bilimsel bir teori olduğu halde, mesela, ahir ömründe Viking rünlerini ilk defa gören bir profesör “Bakın işte Vikingler de Türk, alın kanıtı!” diyebiliyor. Hele, sagalar ve rün taşları çağının kapanmasından çok sonra bunları kayda geçiren bir İzlandalı bilgin o zamanki kısıtlı bilgisiyle Doğu’yu ifade etmek için “Türk diyarı” gibi bir ifade kullandıysa tamam – bundan şüphe edenler Türk tarihini gizlemeye çalışan vatan hainleridir.
Bu Ulusalcı-Avrasyacı anlatıyı şöyle bir tarayın, referanslar James Churchward, Sven Lagerbring (kendisi Türkçeye geçmiş Farsça sözcükleri ana Türkçe zannedip buradan bir benzeşim kurmuştu. Dil aileleri teorisini bilmediği için affedilebilir ama onu referans gösterip Vikingleri Türk yapanlar aptal değil midir?), Gene D. Matlock gibi basbayağı deliler yahut cahilleredir. Öyle ki, bugün lise eğitimini -MEB’in beklentilerinin aksine- hakkıyla alan bir genç çok basit bir şekilde bütün iddialarını çürütebilir.
Son zamanlarda hakkında bilimin ve ciddi okurun gayet net bilgi sahibi olduğu konularda keşif yapmış gibi konuşan figürlerden birisi Muazzez İlmiye Çığ. Gençken benden ihtiyarların yaşımı kullanarak argüman üretmesinden nefret ettiğim için, ben de “belki de yaşlanmıştır, zihin melekeleri zayıflamıştır, o yüzden böyle yapıyor” demeyeceğim. Üstelik kendisinden çok, o ve Oktay Sinanoğlu gibi tipleri (ki kendisinin gerçekten hiçbir bilgi sahibi olmadığı konularda bol keseden yalan söylediğini tek tek ispatlamıştım) kahramanlaştırarak ideoloji yaratan kitlesini hedef aldığımdan şöyle bir irdeleyeceğim.
Efendim kendisi müthiş bir Sümerolog imiş, ulu çınarmış, cumhuriyetin en önemli kadın bilginlerindenmiş. Sümeroloji alanında bunu tartabilecek kadar bilgim yok, diyelim ki öyle olsun. Fakat alanı dışında konuştuğunda (ki alanı dışında konuşmasında beis yok. Hatta, bir alanda derinleşip uzmanlaşan kişinin başka alanlara taşması çok güzeldir, yaratıcılığın anahtarıdır.) ciddi sorunlar görüyorum. En meşhuru ve bu yazıyı yazmama neden olan zırvası, “Nardugan” başlığında Noel adetlerinin Türklerden Hıristiyanlara geçtiğini iddia etmesi. Azıcık tarih ve kültür bilen herkes vakıftır ki bütün pagan topluluklarda ağaç motifi ve bu veçhile ağaç süsleme vardır. Diyelim ki Türklerde görülen bir motifi uzaktan andıran bir başka motif gördüğümüzde, bu muhakkak Türk orijinli demek değildir, hem Türklerin “onlardan almadığı” ne malum (mesela Tepegöz?), hem de yüzeysel benzerliği kadar derinlemesine farklılığı olan motifleri Türk orijinli olmaya delil sayarsak Türklerden motif almayan kim vardır? Avustralya yerlilerini bile bu şekilde Türk yapabilir yahut onların adetlerini Türklerden alıntı sayabilirsiniz.
Muazzez Hanım’ın mezkur konuşmasında referansı, Azerbaycanlı birinin yazdığı mektup. Hanımefendinin Sinanoğlu’ndan farklı olarak heyecanlı ve samimi bir Türkçü olduğunu hissediyorum, öyle bir mektup alınca Türkçülüğü bilimciliğine baskın çıkmış – hepsi bu. Fakat fikirlerine şüphe ve temkinle bakmamızı gerektiren husus bu, kendisinin sık sık bu tür referanslar kullanması. Mesela, Sümerce ile Türk dilinin benzemesi hususunda vaktiyle birlikte çalıştığı büyük Sümerolog Samuel Noah Kramer’i referans gösteriyor. 2007 tarihli “Sümer Dili ve Türk Dili Karşılaştırması” makalesinde geçen ifade şu:
Herhangi geniş bir çalışma yapmadan Sümer dilini Türk diline benzetenler A.Falkenstein, Hartmut Schmökel, ve S.N. Kramer’dir.
Cümle bitiminde bir referans var ve Kramer’in Cradle of Civilization (Medeniyetin Beşiği) kitabının 33. Sayfası işaret edilmiş. Mezkur kitabın 33. Sayfasında böyle bir ifade yok, Sümerlerin “Orta Asya’dan” İran yoluyla gelmiş olabileceğine dair bir argüman var sadece. Diğer iki ismi araştırmayı okura bırakıyorum. Bununla kalmıyor, cümlenin devamı şöyle:
Kramer hemen ekseri yazısında yeri geldikçe bunu tekrarlamıştır. Ölümünden iki ay önce çevirisini yaptığım ve Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan "Tarih Sümer'de Başlar" kitabını eline aldığı 28 Eylül 1990'da bana şöyle yazmıştı: “Ne de olsa bu kitap büyük bir olasılıkla Türkçe gibi bitişken bir dil konuşan ve Güney Mezopotamya'ya 6-7 bin yıl önce Orta Asya'nın herhangi bir yerinden göçmüş olan Sümer halkı hakkında. Sümerlilerin Türklerle ilgili bir halk olduğu fikri Atatürk zamanında geçerli idi. Böyle olabileceği hakikatten hiç de uzak değildir.”
Evet, yine bir mektuba referans. Öncelikle ilginç bir bilgi vereyim, Çığ çevirisi şu sıralar pek bulunmuyor, bunun yerine Hamide Koyukan çevirisi daha yaygın. Bir “otorite”nin çevirisi yerine bir başka çevirmenin versiyonunun daha yaygın olmasının nedeni ticari değilse, ilginçtir. Devam edecek olursak, Kramer’in mektubunda Sümer-Türk bağlantısı hakkında hakikatten hiç uzak değildir ifadesi varmış ve daha önemlisi, Kramer ekseri yazılarında Sümer-Türk bağlantısını tekrarlıyormuş. Mektubu göremedik tabii, ama Çığ’ın referans verdiği kitapta böyle bir ifade yok, bu alandaki en önemli kitabı olan The Sumerians: Their History, Culture and Character kitabında ise geçen tek ifade, Sümercenin aynı Türkçe gibi eklemeli bir dil olduğu ve bu bakımdan yapısal olarak benzediği ancak kelime haznesi, gramer ve söz dizimi açısından hiç alakasının bulunmadığı ve muhtemelen izole bir dil olduğu iddiası. Yani Çığ “ekseri yazılarında bunu tekrarlamıştır” diyerek ya yalan söylüyor, ya da yalnız yapısal benzerliğe dikkat çeken tek tük ifadeyi çarpıtarak sunuyor ki, eğer yapısal benzerlik dil akrabalığı için yeterli olsaydı Kızılderili dilleri ile Latinceyi akraba kabul etmemiz gerekirdi.
Elbette sorunlu kısımlar bunlarla sınırlı değil. Makalesinin devamında Çığ, Osman Nedim Tuna’nın olasılık argümanını alıntılıyor: “En ideal şartlarda Sümerce ve Türkçede hem fonetik hem de anlam bakımından benzer bir çift kelimenin bulunması 25 milyonda birdir." Bakınız dilbilim ve etimoloji ilginçtir. Mesela İngilizce ile Farsça akraba dillerdir. İngilizce kötü anlamında bad ile, Farsça bed sözcüklerinin akraba olmasını bekleriz. Akraba iki dilde benzer telaffuzu ve anlamı olan iki kelimenin aynı kökten geliyor olma ihtimali %99.999999’dur. Ama değiller. Zira diller olasılık kaidelerine göre çalışmazlar.
Çığ’ın akla zarar makalelerinden bir diğeri, Piri Reis Haritası Üzerinde Amerika’da Yapılan Geniş ve Derin Çalışmaları İçeren The Maps of the Ancient Sea Kings Kitabının Türkçe Özeti makalesi. Belleten’de yayımlanan bu makalenin ilk sorunu, konu edindiği kitabın Charles Hapgood isimli deli tarafından yazılmış olması. Piri Reis haritasının taşıdığı hiçbir gizem yok, ama bizde bir süre popüler olan “uzaylılar yaptı”, “eşsiz isabetli bir harita”, “o dönem yapılabilmesinin imkanı yok” gibi zırvaların bir kısmının kaynağı ve ilhamı Charles Hapgood. Kendisi binlerce yıl önce çok yüksek ve güçlü bir medeniyetin yaşadığına ve kutuplar yer değiştirince ortadan kalktığına da inanıyor. Fakat Çığ delileri seviyor gibi, bu işe ilgisinin Daniken’in meşhur zırvası “Tanrıların Arabaları” ile uyandığını söyledikten sonra Amerikan Yerlilerine dair referans verdiği kaynak, Vincent Gaddis’in American Indian Myths and Mysteries kitabı. Kitabı okuyan herhangi bir lise öğrencisi adamın zırvaladığını fark eder (ki Gaddis insanların durduk yere alev alabileceğine de inanıyordu) ancak Çığ fark edememiş ve hatta muteber bulmuş.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, fakat göstermek istediğim için bu kadar iştikak yeterli diye düşünüyorum: Bu insanlarda latent bir Batı hayranlığı var. Zira akla zarar argümanlarını kendi işkembelerine dayandırdıklarında kimse ciddiye almıyor, bu yüzden “çöp” de olsa Batılı Batılıdır diyerek, Batılı Kadir Mısıroğlu muadillerine referans vererek kendilerini ciddi gösteriyorlar. Yabancı dil bilenin az, yabancı kaynağa ulaşıp tetkik etmenin zor olduğu yıllarda bunların fırtına gibi esmeleri ve bunları ikon olarak kullanan Avrasyacıların tuhaf tarih tezleri yazmaları bu yüzden anlaşılır.
Pekala sorun ne? Yani Çığ, Sinanoğlu, Mirşan gibi “ihtiyar”ların emeklilik uğraşlarında zırvalamalarını neden önemsiyorum? Evvela hakikate sadakatimden; içinde bilimsel merak uyanan herkes bu hissi tanır. Gerçeği bulmak zatında kıymetlidir, hiçbir işe yaramasa bile. (Matematiği hiçbir işe yaramadığında seven Hardy’ye selam olsun.) Sonra, pratik gerekçeler de var: Evvela, bu zırvalar Türk milliyetçiliği kisvesiyle takdim ediliyor ve yukarıda saydığım kolektif psikolojik sorunlar nedeniyle milliyetçiler tarafından benimseniyor. Bu da muarızlarının Türk milliyetçiliğine saldırması ve çürütmesini kolaylaştırıyor. Seküler Milliyetçilik kitabımda beşeri bilimlerden çok biyolojiye oturmak istememin nedenlerinden biri budur – milliyetçilik şüpheli ve sorunlu temeller üzerinde bina edilemez, bu yolla kalabalıklara ulaşacak olsa bile.
Bir başka sorun, ki bence daha önemli, uluslararası arenada Türk tezlerinin ciddiyet ve itibarının zedelenmesi. Ermeni meselesini düşünün; Türkiye’nin temel savı “tarihçiler tartışsın” şeklinde. Peki Türk akademisinin anlı şanlı profları İskandinavlar Türktür gibi zırvaların peşine düşüyor, Batı’daki her delinin kitabını ciddiye alıyorsa? Böyle insanların tezlerini, alanın dışındaki absürtlüklerini göstererek çürütmek (benim Çığ’a yaptığım gibi) gayet mümkün. Yarın, söz gelimi, Kürtler “bize 50 yıl önce soykırım yapıldı” diye çıktıklarında cevap vermesi beklenen uzmanlar, mesela, Kürtlerin dağ Türk’ü olduğu zırvasına binaen, yahut kasten yanlış okunan “Kürt Elhanı Alp Urungu” saçmalığını kullanarak tez üretirlerse hem rezil olur, hem de diplomatik-siyasi güç kaybederiz.
Oysa Türkiye’de bilime ve bilimsel yönteme sadık kalıp muhteşem tespitler ortaya koyan bilim insanları var. Ahmet Bican Ercilasun, Altay Tayfun Özcan, mesela, bunlardan ikisi. Geçmişte de vardı ve gururla söyleyebiliriz ki çoğu Türk milliyetçisiydi. Bu insanların doğru kaynaklar ve doğru yöntemlerle ortaya koyduğu çalışmalara uluslararası itibar kazandırmak için çalışmak dururken, Batı’nın en itibarsızlarının üfürdüğü zırvaları meşruiyet kaynağı olarak kullanan ve bu sayede Türklerin rezil olmasını, Batı karşısında donanımsız kalmasını temin eden tiplerin peşini bırakmak gerekiyor.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Kusuruma bakmayın, ama sizde bir Ulusalcı-Kemalist alerji görüyorum. Sebebi belki Büyük Önder Atatürk ile kişisel husumeti olan Rıza Nur’un manevi evladı Nihal Atsız’da da yer yer görülen, tamamen kişisel olan bir Ulusalcılığa, Kemalizm’e karşı soğukluk… Ama bu tutumunuz çok haksız ve yersiz. Bu yorumumu silmeyin… Ulusalcılık, Kemalizm bu ülkenin umududur!
Oktay Sinanoğlu hakkında haksızlık yaptığınızı düşünüyorum. Sinanoğlu pragmatik hareket etti, derdi Türk insanına moral ve özgüven aşılamak ve bir hedef kazandırmaktı bunun için de ortalama insana hitap eden bir dil kullandı. Türklük çok girift bir meseledir ve resmi kaynaklara dayanılırsa güdük kalmaya mahkumdur. Örnek: Peter Golden denen zavallı neredeyse Bir uzay gemisi 8.yyda Türkleri Moğolistan'a bıraktı diyecek ama diyemiyor bu sefer de Türkler uzaylı olacak.. Türkler konusunda ezoterik, komplo terorisi konularına girmek kaçınılmaz maalesef, mesela İskitlerin Türklüğü meselesi, bunun resmi söylemde reddedilmesinin politik ve ezoterik sebepleri var, ben mesela ezoterik bir kitapta bu konuda kayda değer bir bilgi sahibi olabildim. Arthur Waite'e ait bir kitap. Sinanoğlu'na dönersek, bir mülakatında Endülüs Emevilerin beyin takımı Türk'tür diye bir ifade kullanmıştı. İlk bakışta deli saçması gibi gelecek bu söz, kasdettiği Türklerin müslüman olmadığını farkedince değişir.