Bu, herkesin içtiği sudan içmeyi reddeden bir avuç muhalif milliyetçiyle dertleşme yazısıdır.
Mevcut siyaset bana zımnen diyor ki, “Biz senin oyunu istemiyoruz. Senin kaygıların, taleplerin, dileklerin, prensiplerin ve çizgilerin umurumuzda değil. Seni tatmin ve temsil edecek bir aday çıkarmadık, çıkarmayacağız.” Şu halde neden ben siyasete yaranmak için uğraşayım? Çok uzun süredir böyle davranmadık mı? Bizi umursamayan siyasileri biz umursamadık mı? Bize hitap etmeyenler sesimizi duysunlar diye uğraşmadık mı?
Her şeyden evvel kendisini ve özsaygısını önemseyen bir insan olarak etrafım korkunç bir kakofoniyle dolu. Her kafadan bir ses çıkıyor ve çıkan seslerin anlattıkları kesinlikle içime sinmiyor. Tehditler, vaatler, analizler… Hiçbirisi kafama yatmıyor. Deli olan ben miyim? Yanlış olan ben miyim? Bakıyorum: Taleplerim gayet makul, çizgilerim gayet makul. Kakofoniye kulak tıkayıp kendimi kesip biçtiğimde bir hata göremiyorum. Fakat sürekli hata yaptığım anlatılıyor: Bizim partiye/adaya oy vermezsen ya şöylesindir, ya böyle. Ya şunlardansındır, ya bunlardan.
Pekala ben kimim? Tayyip Erdoğan’ın yarattığı Türkiye’ye ahlakım ve ideolojim gereği düşmanım ve tiksintiyle doluyum. Bir değişim ve dönüşüm talebim var; bu hem zarfı hem mazrufu içeriyor. Tayyip Erdoğan gitse de, mesela, Mayyip Ardoğan gelse mutlu mu olacağım? Dertlerim çözülecek mi? Taleplerim yerine gelecek mi? Hayır. Öyleyse kimi istediğimi, kimi onayladığımı bulmam lazım.
Ararken, fakat, sürekli bir ithamla karşı karşıyayım: “Bizi beğenmiyorsan, aslında şunu beğeniyorsundur.” Hayır desem de sesim o kadar gür çıkmıyor çünkü yoruldum. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın yarattığı Türkiye’de ahlaklı ve ideolojik davranmaya çalışan biriyim. Tam bu satırları yazarken “biriyim” ifadesi yerine “bir gencim” ifadesini kullanacaktım mesela. Alışkanlık olmuş, yıllardır Erdoğan eleştiren bir gençtim zira. Fakat fark ettim ki artık genç değilim. “Epey bilge ve kudretli bir ozan / Olurdu o başka yerde doğsaydı” dizeleri ağzıma gelen acı su gibi boğazımı dağlıyor. Art arda yaktığım sigaralar ciğerime eziyet ederken en azından zihnime işkence eden Tayyipçiliğin stresini birkaç dakika unutuyorum diye avunuyorum. Suratım asık dolaşmaktan vaktinden çok önce kalıcı çizgiler yerleşti göz çevreme, dudaklarıma. En güzel yıllarımı “belki yarından da yakın” bir zamanda geleceğini umduğum zafer için çalışarak geçirdim. Gelmedi – gelmemesi belki bu kadar koymazdı. Fakat ben az çalıştım yahut liyakatim eksikti diye değil de, zar atan bir avuç siyaset simsarı eliyle sonuna kadar hak ettiğim zafer başkalarına hediye edildi diye çok koyuyor.
Şu halde ben siyaseten görünmezim. Kimse beni görmüyor, duymuyor, dinlemiyor – kimse bana bakmıyor. Belediye rantı için herkese ve her şeye kazık atmaya hazır olduğunu ispatlamış tipler, mesela, hala alkış alıyor. Üç kuruş harçlık için kalemini, zihnini, vicdanını satanlar hala piyasada. Ki yalnız kendilerini satmış olsalar gördüğümüzde solumuza tükürür yolumuza devam ederdik – bizim namusumuzu da sattılar. Bütün bunların birlik olup üzerimde vesayet kurmaya kalktığı şu günlerde ben neden şu veya bunu tercih edeyim? İkisine de içim akmadığı halde sırf iki talibim var diye birini seçip evlenmek ne kadar saçma olurdu değil mi?
Ömer Seyfettin’in Herkesin İçtiği Su öyküsü ikide bir zihnimi işgal ediyor. Bugün o su siyasetin rant çarkı. Bu suyu içip ilk delirenler AKP’lilerdi. Bize deli dediler – kalabalıktılar. Bizimkilerden bazısı da artık ikna oldu, o suyu içti. Biz reddettikçe o deliren güruh “asıl deli onlardır” diye bizimle dalga geçmeye devam edecek. Öyleyse o suyu biz de içelim mi? Yoksa kulak tıkayıp yolumuza mı bakalım?
Yolumuza bakmayı tercih ediyorum. Karşıma çıkan parti ya da aday, benim doğrularımdan, görüşlerimden, çizgilerimden kıl kadar uzaksa, oy vermeyeceğim. Verdiğimde ne olacak, ne olmuştu? AKP gelmesin, bu gelsin dediklerimden ne fayda gördüm? Onlar ağa oldular, paşa oldular – gördüğüm muamele AKP’den gördüğüm muameleden farksız. Şu halde ben kavganın bittiği, tozun çöktüğü günü bekliyorum. O zaman bu milletin karşısına üç kuruş için eğilip bükülmemiş, inandığından başkasını söylememiş, çözüm aramış ve çözmeye layık olmak için çabalamış dostlarımla çıkabilirim. O zaman, bu millet bile -evet, bile!- benim hakkımı teslim edecektir. Zira uçurumun kenarında yıkık bir ülkede kendini bulan Türkler, ancak o zaman aklı başında ve pespayeliklerle meşgul olmayan birilerine bakıp onu dinlemeye başlıyorlar.
Bu belki de hiç gerçekleşmez. Bizim de soyumuz kurur, yok olur gideriz. Fakat ben yenileceksem de kendim olarak yenilmek istiyorum. Yok olacaksam da kendim olayım: Ölüp giderken hem yenik hem de kendinden vazgeçmiş, kendi olmayı başaramamış bir zavallı olarak iki kere acı çekmek istemem. Kendisi olabilen başkasının olmasın diyor – kendim olmak istiyorum. Kendim için, çevrem için, milletim için bir vizyonum, bir hayalim var. O hayali paylaşan yoksa, bana düşen başkalarının hayallerine tutunmak değildir. Kimse başkasının rüyasını göremez. Er ya da geç, doğru yolda durur ve kendimizi harcatmazsak vaktimizin geleceğine inanıyor, görenlerden olmasam bile bu yol üzere ölürsem boğazımdan çıkan canımın ukdeli budaklarının gırtlağımı acıtmayacağını biliyorum.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Çok duygulandım. Kaleminize sağlık
Bu ülke namuslu insan öğütme makinesi gibidir. Sende o makineden geçen senden önce geçmiş sayısız samimi, dürüst, bilgi odaklı, vatanseverden birisin. Kronikleşmiş namussuz üretim makinesi parçalanmadan hiç bir şey bugünden veya eskisinden farklı olmayacağı gibi acı ama gerçek şu ki yok oluşun kapısın da sıra bekleyen bir toplum söz konusu... Toplumsal hareket noktasından komin mücadele rotasına yönelmek çok daha gerçekçi ve geri dönüşü yüksek bir strateji haline bürünecektir. Sen ve senin gibi bütün arkadaşlara bunu tavsiye ederim. Birbirinden haberdar ortak değerler manzumesine bağlı hareket hali zamanla siyaset üstü toplumsal bir devinim haline dönüşecektir. Gerisi zaten kar topu misali gelecektir.
Ben de yazarla aynı ruh halindeyim ve bu ruh haline vakıf bir yazarı görünce de kendimi iyi hissettim. "Hislere" tercüman olmak dedikleri bu olsa gerek.
Ağabey, düş önümüze, çıkar bizi bu AKP&MHP ve CHP&DEM sarmalından!..
Neden bir kişi hariç diğer tüm yorumlar destekleyici yönde? Sansür mü uyguluyorsunuz, yoksa doğal seleksiyon böyle mi? Sizi çok kötü kalpli ve kötü niyetli buluyorum. Tek yaptığınız ırkçılık, vegan, feminizm, LGBTİQ ile alay etmek, Kürt ırkından Türkiyeli vatandaşları sürekli aşağılamak... Kötüsünüz
Siz ancak AKP'nin limanına şu taşıyan tatlı su muhaliflerisiniz. CHP, Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu 21. yüzyıl boyutunda güncelleme yapılmış, çağa ve ihtiyaca çevrilerek üst boyuta aktarılmış Atatürkçülük ve Kemalizm ile iktidara ve Türkiye'yi tekrar dünya lideri ülke yapmaya koşuyorlar. Siz ise AKPli gözükmeden çelme takmaya çalışıyorsunuz hiç durmadan, usanmadan. Bütün yorumlar sizi destekleyen cinste, hiçmi sizi eleştiren yok? İzin vermiyor ve sansürleyorsunuz. Antidemokrasisiniz, 21. Yüzyılın güncellemesi ve Atatürkçülüğü anlamamışsınız. Çok dar ufkunuz...
Bence Kemalizm için en büyük kayıp ve yenilgi, Türkçe'yi kullanmayı bilmeyen, hayatın gerçeklerinden kopuk, sadece teşkilattaki büyüklerine dalkavukluk üzerinden köşe ve koltuk kapmaya çalışan siz muhteris kifayetsizlerin mirasyedilik yapmasıdır... Türk milleti büyük bir millettir, asırlar boyu birçok kahraman isim çıkarmıştır. Yeni isimler de çıkaracak, nostalji ve kifayetsiz muhterislik arasında kalmayacaktır. Umudumuz diridir, başka kapıya sizi tatlı su Kemalistleri...
Bahadırhan Bey, yazı için teşekkür ederim. En önemli şey ilkeler ve değerleri savunmak diye düşünüyorum. Seneca, Stoacı düşünür Genç Cato'yu eleştirir, "senin ne işin vardı Pompeius ile Julius Ceasar arasındaki dövüşte" der. Kanaatimce bu eleştiri şu bağlamda doğru olabilir: Pompeius da nihayetinde Ceasar benzeri bir kimse idi, onunla gizli üçlü yönetim de geçmişte kurmuştu. İlkelilik üzerinden değil, mecburen ehven olarak onu seçtin, bu sefer hem ilkeli davranmadın, hem de kaybettin... Aklıma Cicero geldi, Julius Ceasar'ın tüm katillerini gereksiz yere Res Publica'yı savundukları için böyle yaptı yorumları vardır. Ancak içlerinde bazıları cinayete beraber katıldıkları Brutus'e verilen kendilerine verilmediği için de kinlenmiş, bazısı Ceasar'ın onları affetmesini hazmedememiş, ama ilkeli değillerdi... Cicero büyük bir isimdi, belki gerçeği bilip kasten hayali ideal bir diskur kurdu geriye dönük tarihi hikaye ederken, kim bilir... Ama en önemli şey Erdem, Dürüst ve Yükümlü Vatandaşlık!
Hislere tercüman bir yazı olmuş. Kalemine sağlık abi.
Geçmiş olsun. Böyle dönemlerde ben genelde kendimi Tevfik Fikret'e veriyorum, Han-ı Yağma ile başlıyor, Sis ile bu şehre sövüyor, en son Balıkçılar şiiriyle çocuklarımızın geleceğine üzülüyor, Sabah Olursa şiiriyle de tekrar ümitlenerek bu evreyi tamamlıyorum: "Evet, sabah olacaktır, sabah olur, geceler Tulû-i haşre kadar sürmez; âkıbet bu semâ, Bu mâi gök size bir gün acır; melûl olma, Hayâta neş´e güneştir, melâl içinde beşer Çürür bizim gibi.."