Çocukken köyümüzde yaşayan herkesin çok iyi insanlar olduklarını, “şehir”de insanın bozulduğunu düşünürdüm. Yine bütün askerler kesinlikle ülkücüydü ve bütün ülkücüler kesinlikle iyi insanlardı. Büyüyüp “kavga”ya girişeceğim günlerin hayalini kurarken, bu şeksiz şüphesiz “iyi” olan insanların, “diğer”lerine nasıl hakim olabileceğini düşünür dururdum işte.
Bunun böyle olmadığını görmem bir on yıl kadar sürdü. Fakat vaktiyle “ülkücü hareketin uzun çocukluğu”ndan bahsetmiştim, Türk milliyetçilerinin tamamında bu tür çocukluk hastalıklarından izler görmek mümkün.
Bu bir İngiliz’in, Michael Erdman’ın dikkatini çekmiş, Central Asians as the Good Other to the Corrupted Ottomans: An Examination of the Portrayal of Pre-Islamic Central Asia in the Turkish History Thesis (Yozlaşmış Osmanlılara karşı ‘Öteki İyi’ Olarak Orta Asyalılar: Türk Tarih Tezi’nde İslam Öncesi Orta Asya’nın Tasvirine Dair Bir İnceleme) başlıklı bir uzunca makale yazmış. Makalede eksik ve yanlış çok cihet bulunduğunu düşünsem de, el-hak, tespit doğrudur: Cumhuriyet dönemi, Orta Asya’yı ve sonraları bir fantastik kurgudan ibaret olan “Kadim Anadolu Türklüğü”nü yüceltmiş, idealize etmiştir.
Bu yalnızca erken Cumhuriyet dönemine yahut devletin kurucu kadrolarına has değil elbette. Gökalp’la birlikte Orta Asyalının bir tür “altın insan” olarak sunumu başlar. Atsız’ın Kömen ülkesi, “eski Orta Asyalı”nın altın çağını anlatır. Göktürkler Çağı ne güzeldir, ah şu Çinli prensesler olmasa… Batılının “Soylu Vahşi”si gibi, eski Türkleri kafamızda yiğit, gözüpek, mükemmel mertebede erdemli ancak hemen oyuna gelen, hafif salak adamlar olarak görürüz. Tevekkeli değil, bizim kültürümüzün kodlarında “yiğit” böyle olmalıdır zira, Dadaloğlu boşuna “Hilebaz olamaz yiğit bön gerek” dememiş. Bu bönlük, aslında bilinçaltımızın oynadığı sinsi bir operasyonla yakıştırılır; bu kadar muhteşem adamların nasıl yenildiğini, nasıl çöktüğünü, nasıl kötü sonla karşılaştığını bir şekilde anlatmamız lazımdır. Saflık atfı, bu işi bizim için çözebilir; çok soylu, çok yüce oldukları için, “basit” insanların entrikalarına kafaları basmaz. Oyuna gelirler, kaybederler; hem tekil olarak, hem millet olarak.
Bu devam ediyor tabii. Bugün bir AKP seçmeni için Osmanlı Padişahları ve “ecdad” böyledir. Muhteşem insanlardır, yeryüzünde yürüyen yarı-tanrılardır. Bu müthiş insanların nasıl olup da darağacı kaçkını dört balkan eşkıyası tarafından madara edildiğini açıklayabilmek için de, Yahudilerin oyunları, içimizdeki İngilizler, masonlar gibi motiflere ihtiyaçları vardır. “Muhteşem İmparatorluğu Yıkanlar” bunlardır işte, yoksa 2. Abdülhamid gibi muhteşem bir insanın hata yapması mümkün değildir. (2. Abdülhamid her geçtiğinde Baykuş demek Türkçülüğün secde ayeti gibidir, o yüzden Baykuş diyelim.)
Bu tür zırvalar elbette insanın “Altın Çağ” arayışından kaynaklanıyor. Pindaros’u okuduğunuzda “yitirilen Altın Çağ”a ağıt yakıyor. Hesiodos yine böyle. Orhun’da eskiden daha iyi olduğumuzu, sonra çok bozduğumuzu anlatıyoruz. Ne kadar eskiye gidersek, oradan kalma bir metinde, “daha eskinin daha iyi olduğu” ifadesi var. Bu belki insanın bilinçaltının, ekmek elden su gölden beslendiği bebeklik çağlarına dönüş arayışının bir yansımasıdır; Freudyen okumaları çok bilimsel bulmadığımdan kesin konuşmaktan kaçınıyorum. Ama bir “Altın Çağ” bulmak şart gibi; Marxizm’de de var bu; ilkel insanın nasıl olduğuna dair Marxist nazariyeler bir tür pre-sosyalist ütopya tasvir eder.
Geçmişinde mutlaka bir Altın Çağ görmek isteyip geleceğinde onu yakalamaya çalışan insan, bazen bugününde de Altın emareler bulmak istiyor. Bunun en güzel örneği de, Türk Milliyetçilerinin “Dış Türkler”e bakışıdır. (Evvela Dış Türkler ifadesi sıkıntılıdır) Onları “eski Türkler” sanıyorlar; Kırgızca duyunca, Özbekçe duyunca “işte eski Türkçe!” diyorlar. Halbuki Kırgızca en az Türkiye Türkçesi kadar değişmiş, başkalaşmıştır. Dönüşmüştür. Eski falan değildir, işte adamlar karşımızdalar, yaşıyorlar.
Türk yurtlarında yaşayan Türkleri, kurguladığı Altın Çağ’ın insanları olarak görmek isteyen Türk milliyetçisi, bu şablona uymadıklarını gördü mü, hemen yapıştırıveriyor yaftayı: Bozulmuşlar! Ruslaşmışlar! Tü kaka olmuşlar!
Şunun farkına varmıyor ki, insan her yerde insan, Türk de her yerde Türk. İşte bugün Türkiye’de milyonlar Doğu Türkistan için kılını kıpırdatmıyor da, Filistin denen terörist yuvası için mitingler, eylemler, kampanyalar düzenliyorlar. Bütün Türk ülkelerinde, Turancı reflekslere ve Turan’a dair bilgiye sahip olan kesim hep azınlık; üstelik kendisine Turancı diyenler çoğu zaman bu özellikleri haiz değil. Türkiye’de Türklük yahut “Turancılık” şuuru olan kaç kişi var? Kırgızistan’da da aşağı yukarı o kadar işte.
Bu illüzyon, sonraları bir hayal kırıklığı da yaratıyor, Türkiye içine hapsedilmiş bir Türkçülük bundan doğuyor. Yahut, tarih okuyan, ama gerçekten okuyan birisi, geçmişimizin hiç de öyle “altın insanlar”ın “altın devletleri”nden ibaret olmadığını görünce, topyekun Türkçülükten soğuyor. Kendi söylediğimiz yalanlar, kendi çocuklarımızın hakikatini boğuyor, kendi gerçekliğimizin aynasını parçalıyor. Buna bir de, hiç de komlo teorisinden ibaret olmayıp, akademiyi ve medyayı işgal ettiğini sarih bir şekilde gördüğümüz Türk düşmanlığının sinsi hamlelerini ekleyince, Türkçülük ve Turancılık mevzi kaybediyor.
Kimse ideal değildir, Türk de öyle yüce yaradılışlı, tanrının emmioğlu bir adam değildir. Kendisini üstün, yüce yaradılışlı, yüksek meziyetli görmek isteyen insanların, dünyanın ve hatta Türklerin geri kalanını aşağılayabilmek için saptığı psikolojik çıkmazlar, Türkçülük ve Turancılıkla alakalı olamaz. Biz Türkistan'a gidince hayal kırıklığı yaşamayız; zira gözümüzde Türkistan'ı büyütmeyiz. Oralarda bir sorun varsa ki, TamgaTürk bu sorunları hep haber yapıyor; fakirlik sorunu olan bir Anadolu köyüne, AKP’ye oy verme sorunu olan bir Karadeniz şehrine gittiğimizde yaşadığımız hissi yaşarız: Bunlar bizim insanımız, bu sorunları nasıl çözmeli?
Yazının son kısmını Ercüment “E-Devlet” Devlet Yahnici’ye ithaf ediyorum: Amerikan İç Savaşı’na dek, “Amerika Birleşik Devletleri” ifadesi, çoğul bir terkipti. Bizde olmayan İngiliz gramer özelliği, be fiilinin öznenin çoğul-tekil oluşuna göre çekilmesini emreder, hep “are” olarak, yani çoğul çekilirdi. Fakat Amerikan İç Savaşı’ndan sonra bu çekim yaygın bir şekilde değişti, “is” yani tekil olarak kullanılmaya başladı. Turancılık bundan ibarettir; yerel kültürel farklılıkları, hatta devlet yapılarını lağvetmeyi amaçlamaz. Yalnızca, istiyoruz ki, Türkler dediğimizde 250 milyonluk bir kütle, Çin’den Balkanlara bir coğrafya aklımıza “tekil” olarak gelsin.
Temelleriniz bilimsel olursa, duygularınızın ve psikolojinizin tesirini en aza indirirseniz, “Dış Türklere rağmen” demek zorunda kalmazsınız. Hatta, Dış Türkler demezsiniz. Türkistan'a seyahat edecek arkadaşlarınızı, “aman hayal kırıklığına uğrama” diye ikaz etmez, tarih okuyan çocuğunuzun “baba sen yalan söylemişsin” diyerek karşınıza çıkmasını da engellersiniz.
Altın çağımız yok, altın adamlarımız da. Ama bugünümüz var ve yaşayan Türklerin en iyi şekilde, hürriyet ve istiklalini tam elde etmiş, bireysel düşlerini gerçekleştirmek için uygun zemin bulmuş adamlar olarak yaşamasını sağlayabiliriz, buyrunuz bununla meşgul olalım.
M. Bahadırhan Dinçaslan