Neden güleriz? Literatür bunun cevabını arayan makale ve kitaplarla dolu – gülmemizi sağlayan hormonları, kasları ve diğer biyolojik mekanizmaları hemen hemen tamamıyla anlamış haldeyiz, fakat işin soyut ve sosyal tarafını anlamaya devam ediyoruz. İlk Çağ filozoflarından beri düşünürler mizahın mekanizmalarını açıklamaya ve türlerini tasnif etmeye çalışmışlar, tespitleri çoğu zaman doğru olsa da eksik kalmaya devam etmiş. Kimisi “kendimizi üstün hissettiğimiz için güleriz” demiş, ancak bu “kendimizi ait hissettiğimiz için” güldüğümüz senaryoları açıklamakta yetersiz kalmış mesela.
Türkiye’nin en iyi komedyenlerinden biri Cem Yılmaz. Fakat Cem Yılmaz aynı zamanda belli bir segmentin komedyenidir: Belli bir derece okumuş yazmışlığı olan, onunla ortak bir “bağlam” paylaşan insanları güldürür. Bir insan hem Recep İvedik’e, hem Cem Yılmaz’a gülebilir, fakat Recep İvedik kitlesinin tamamını güldürmeyi beceremez. Zira Recep İvedik çok daha iptidai bir bilişsel seviyeye hitap eder – iptidai olması daha az kıymetli ya da daha “kötü” olması anlamına da gelmez. (Ki Cem Yılmaz da gösterilerinde bir bileşen olarak zaman zaman bu daha iptidai seviyeye hitap eden şakalar kullanır.) Peki Cem Yılmaz “Türkiye’nin tamamını güldüren adam” değilse, neden “en iyilerinden biri”dir? (En iyisi demek mümkün ancak tabii böyle bir tespit sübjektif olacaktır.) Bir ülkenin diyelim ki iyi edebiyatçıları, iyi sanatçıları, iyi düşünürleri okumuş yazmış kesimin beğenilerine göre tespit edilir de ondan – kalabalıklara hitap ediyor olması bu açıdan çok önemli değildir. Kaldı ki, Cem Yılmaz en tepeye hitap ediyor da değil, sadece Türkiye ortalamasının biraz üstünde bir kitleye hitap eder.
Bu “bağlam-kayıtlılık” çok önemli, Cem Yılmaz’ın “ulusal” olmasının nedenlerinden de biri. İskender Öksüz benimle dalga geçtiğinden beri E. T. Hall’a atıf vereceğim zaman iki kere düşünüyorum ama, gerçekten çok isabetli olduğundan onun Yüksek Bağlamlı – Düşük Bağlamlı Kültürler teorisi “cuk oturuyor.” Yüksek bağlamlı kültürlerde bağlam iletişimin içeriği ve anlamını ciddi ölçüde belirler. Andrew Reimann, mesela, Intercultural communication and the essence of humour makalesinde Japon kültüründeki birçok mizahi bileşenin yabancılar için hiçbir anlam ifade etmediğini çok güzel tespit ediyor. Japon kültürü var olan en yüksek bağlamlı kültürlerden biridir, Türk kültürü de onun hemen arkasından gelir. “Muhittin from Kazlıçeşme”deki Muhittin isminin tercihi dahi Cem Yılmaz şakasının alt-katmanlarında mizahi katkı ve işlev taşır; Cem Yılmaz bunu çoğu zaman bilerek dahi yapmaz, içinden geldiği kültürü olduğu gibi yansıttığı için yapar. Tam olarak bu yüzden Cem Yılmaz çoğu zaman çevrilemez, “evrensel” olamaz; okumuş yazmış Türklerin güleceği bir insan olmaya devam eder. Evrensel bir komedyen için ya evrensel kültürün (aslında, süper-medeniyetin) bileşenlerini kullanan biri olmak, yahut kültürden bağımsız olarak her insanın içinde yer alan iptidai dürtülere hitap etmek gerekir ki, Recep İvedik’in evrensel olma ihtimali bu veçhile daha yüksektir.
Literatürü özetleyip mizah türlerini sınıflandırmaya kalkarsak görürüz ki, ilk etapta mizahın en baskın türlerinden biri “üstünlük mizahı”dır: Düşen birine güleriz, çünkü bizim düşmeyişimiz bizi rahatlatmıştır. Çocuğa güleriz, çünkü çocuk olmayışımız, artık hayatta kalmak için lazım yetenek ve bilgilerle donanmış olduğumuz gerçeği bizi rahatlatmaktadır. Antik Yunan’dan beri tespit edilen ve dediğim gibi eksik olsa da isabetli olan bir kategori bu: Kötü duruma düşmediğimizi hatırlatan şeylere güleriz. Recep İvedik, en görgüsüz, en akılsız, en cahil adamı bile bu yüzden güldürür: Hiçbirisi kendini Recep İvedik kadar savunmasız, yanlış, zor, acı, sefil duruma sokmuyordur çünkü.
İkinci kategori sosyalleşmeyi kolaylaştırma işlevi üzerine kurulmuş gibi. A. Graesser ve diğerleri What are the Cognitive and Conceptual Components of Humorous Text? makalelerinde, mesela, birçok enfes tespitin yanında, cinsel içerikli şakaların insanları güldürmeye daha muktedir olduğunu tespit etmişler. İnsanın en eski ve en yaygın sosyalleşme alanı cinsel alan olduğuna göre, bu en az bir önceki kategori kadar eski ve yaygın bir mizah türüdür: Flörtleşmeyi kolaylaştıran mizah. Cinselliğe yapılan gönderme, gülmeyle karşılık alınca bir yakınlaşma ve ortaklaşma doğuracaktır (bir sonraki kategoriye bkz) ve bu sayede cinsel birleşme ihtimali artacaktır. Kadınlar belki de gerçekten kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanıyorlardır?
Üçüncüsü biraz daha önemli bir kategori: Aidiyet hatırlatan gülüş. G. Bryant ve diğerleri Detecting affiliation in colaughter across 24 societies başlıklı makalede, mesela, bize gösteriyorlar ki dostlarımızın gülüşü ile yabancıların gülüşünü ayırt edebiliyoruz. Bir “iç şaka”, bir arkadaş grubunun, bir sınıfın hatta bir milletin aidiyet bağlarını pekiştirir. O şakanın komik olmasını sağlayan, herkesin şakanın üzerine kurgulandığı olay ya da olguyu paylaşıyor olmasıdır, şakanın metin bileşenleri gülme eyleminin gerçekleşmesi için bir şarttır ancak, asıl önemli işlev zekice kurgulanmış olmasında değil, aidiyet hatırlatmasındadır. Sosyal medyadaki son dönem Özgür Demirtaş şakaları böyledir: Özgür Demirtaş’ı tanımanız, ona ait/ona atfedilen özellikleri bilmeniz lazımdır ki, şakalara gülesiniz.
Cem Yılmaz bunu hiç tanışmadığı insanlarla dahi yapabiliyor, dehası buradadır: Hemen herkesin gözlemlemiş olabileceği toplumsal olay ve olguları tespit ediyor ve bunun üzerinden şakalar yaparak herkesin bir aidiyet mizahı tatmasını sağlıyor. Beraber gülebilmek aynı hikayeyi/kimliği paylaşıyor olduğumuzu hatırlatan çok güçlü bir eylemdir. Gıdıklanmanın altında da bu yatıyor bence: Dille iletişim kuramadığımız zamanlardan önce en savunmasız bölgelerimizi gıdıklayan bir aile büyüğü yahut akran, bize bir gruba ait olduğumuzu hatırlatıyordu; bireysel savunmasız kalsak dahi ölüm-kalım senaryosuna kolay kolay düşmeyeceğimizi hatırlatıyordu.
Dördüncü kategori bir bileşen olarak hemen bütün mizah türlerinde yer alır, ancak kimi zaman tek başına da mizah türü olarak karşımıza çıkar: Metin mizahı. Keskin dönüşler, beklenmedik çıkışlar, bilinen/paylaşılan ortak hikayeye “başka türlü bakışlar” hep bu mizah türündedir. Üstünlük mizahından zaman zaman farklı olabilir: Zekice kurgulanmış bir sözcük oyununu çözdüğümüzde, kimseyle kendimizi karşılaştırmıyor, kimseyi aşağılamıyor bile olsak, kendimizle gurur duyarız. Bu bizi tatmin eder, mizahın diğer bileşenleriyle birleşerek, bir matematik sorusunu çözdüğümüzde aldığımız hazzın dışavurumunu “gülmek” olarak gerçekleştirmemizi sağlar.
Şimdi Cem Yılmaz’ın son gösterisini ele alalım. Yaş aldıkça olgunlaştığını görüyoruz: Zekice kurgulanmış söz oyunları, hazır cevaplık ve üstünlük mizahı devam etse de azalmış, git gide daha çok aidiyet mizahı yapıyor. Fakat fark ettiğim asıl husus, Cem Yılmaz’ın kitlesini değiştirmek istediğidir; yahut belki de böyle bir maksadı yoktur ancak, kendiliğinden geldiği nokta, hitap ettiği kitlenin değişmesini mecbur kılıyor. Zira Cem Yılmaz artık “Tam vasatın üstünde kalan %50”ye değil, biraz daha yukarıya, biraz daha eğitimliye, süzülmüşe, düşünmüşe hitap etmeye başlamış.
Son gösteride yaptığı şakalar Cem Yılmaz gösterisine gelip, onu anladığı için kendisini zeki hissederek yaşamına devam eden bir kitleye hitap etmiyor. Her ne kadar canlı izlememiş ve alınmış bir kaydı izlemiş olsam da, montaj bunu kasıtlı yapmadıysa, çok daha az alkış ve gülüş reaksiyonu aldığını görüyorum. Bunun nedeni alışıldık kitlesini ters köşe yapmasıdır; hala aidiyet mizahı yapıyor ama artık o “paylaşılan hikaye” çok yaygın değil; homofobi meselesinde mesela akıl sağlığını korurken özgürlükçülüğünden taviz vermeyen bir kitleyle aynı çizgide; bu kitle maalesef sayıca “diğerleri”nden çok daha az. “Türklük” hususunda çok yerinde tespitleri enfes bir mizah üslubuyla yapıyor, fakat hitap ettiği kitle bu konuda o kadar saçma ve o kadar sorunlu şeyleri o kadar yaygın bir şekilde duyuyor/tecrübe ediyor ki, ona hak vermeye ve gülmeye hazır değil.
Gördüğüm kadarıyla Cem Yılmaz, “tam vasatın üstündeki %50”nin rahatlatan, teskin eden ve özel hissettiren şovmenliğinden, kitlesini “yukarı taşıma” işlevi üstlenmiş daha olgun bir komedyene dönüşüyor. Şov dünyasından ekmek yiyen birinin böyle bir karar vermesi zordur; üstelik dediğim gibi bunun şuurlu bir karar mı, yoksa yaşının ve olgunlaşma sürecinin getirdiği kendiliğinden gelişen bir adım mı olduğunu bile bilmiyoruz. Fakat her şeye rağmen sosyal iğneleyiciliği daha fazla olan, felsefe de içeren daha nitelikli bir mizah türüyle karşı karşıyayız. Kasten sona sakladığım bir başka tür mizah daha var: Aidiyet yaratan mizah. Genellikle baskı zamanlarında, zulüm, işgal zamanlarında ortaya çıkar: Gösterisinde bahsettiği Nasreddin Hoca böyle biridir mesela – yahut rahiplerin taşaklarıyla kilise kapılarının menteşelerini yağlayacaklarını haykıran Florian Geyer takipçileri, yahut dini kaidelerin bir kısmından memnuniyetsiz olup, bunu doğrudan dile getiremedikleri için şathiye gibi farklı türlerin arkasına sığınarak, mizah yaparak ifade eden onca heterodoks din adamı… Bunlar var olan “hikayeler” üzerinden, insanlara bildikleri/ait hissettiklerini anlatarak mizah yapmazlar, mizah yaparak bir hikayenin ortaklaşmasını, bir aidiyet oluşmasını sağlarlar.
Cem Yılmaz, böyle giderse, hem AKP zulmü, hem post-modern manyaklıklar, hem popülist zırvalar içinde kendine yol çizmeye çalışan nitelikli ve “makul” azınlığın aidiyet yaratan mizah figürüne dönüşebilir; kimi zaman kaçındığını doğrudan ifade ettiği “güldürürken düşündüren” adama dönüşebilir.
İyi de olur.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Türkiye’nin en iyi komedyenlerinden biri Cem Yılmaz. Fakat Cem Yılmaz aynı zamanda belli bir segmentin komedyenidir: Belli bir derece okumuş yazmışlığı olan, onunla ortak bir “bağlam” paylaşan insanları güldürür. Bir insan hem Recep İvedik’e, hem Cem Yılmaz’a gülebilir, fakat Recep İvedik kitlesinin tamamını güldürmeyi beceremez. Zira Recep İvedik çok daha iptidai bir bilişsel seviyeye hitap eder – iptidai olması daha az kıymetli ya da daha “kötü” olması anlamına da gelmez. (Ki Cem Yılmaz da gösterilerinde bir bileşen olarak zaman zaman bu daha iptidai seviyeye hitap eden şakalar kullanır.) Peki Cem Yılmaz “Türkiye’nin tamamını güldüren adam” değilse, neden “en iyilerinden biri”dir? (En iyisi demek mümkün ancak tabii böyle bir tespit sübjektif olacaktır.) Bir ülkenin diyelim ki iyi edebiyatçıları, iyi sanatçıları, iyi düşünürleri okumuş yazmış kesimin beğenilerine göre tespit edilir de ondan – kalabalıklara hitap ediyor olması bu açıdan çok önemli değildir. Kaldı ki, Cem Yılmaz en tepeye hitap ediyor da değil, sadece Türkiye ortalamasının biraz üstünde bir kitleye hitap eder.
Bu “bağlam-kayıtlılık” çok önemli, Cem Yılmaz’ın “ulusal” olmasının nedenlerinden de biri. İskender Öksüz benimle dalga geçtiğinden beri E. T. Hall’a atıf vereceğim zaman iki kere düşünüyorum ama, gerçekten çok isabetli olduğundan onun Yüksek Bağlamlı – Düşük Bağlamlı Kültürler teorisi “cuk oturuyor.” Yüksek bağlamlı kültürlerde bağlam iletişimin içeriği ve anlamını ciddi ölçüde belirler. Andrew Reimann, mesela, Intercultural communication and the essence of humour makalesinde Japon kültüründeki birçok mizahi bileşenin yabancılar için hiçbir anlam ifade etmediğini çok güzel tespit ediyor. Japon kültürü var olan en yüksek bağlamlı kültürlerden biridir, Türk kültürü de onun hemen arkasından gelir. “Muhittin from Kazlıçeşme”deki Muhittin isminin tercihi dahi Cem Yılmaz şakasının alt-katmanlarında mizahi katkı ve işlev taşır; Cem Yılmaz bunu çoğu zaman bilerek dahi yapmaz, içinden geldiği kültürü olduğu gibi yansıttığı için yapar. Tam olarak bu yüzden Cem Yılmaz çoğu zaman çevrilemez, “evrensel” olamaz; okumuş yazmış Türklerin güleceği bir insan olmaya devam eder. Evrensel bir komedyen için ya evrensel kültürün (aslında, süper-medeniyetin) bileşenlerini kullanan biri olmak, yahut kültürden bağımsız olarak her insanın içinde yer alan iptidai dürtülere hitap etmek gerekir ki, Recep İvedik’in evrensel olma ihtimali bu veçhile daha yüksektir.
Literatürü özetleyip mizah türlerini sınıflandırmaya kalkarsak görürüz ki, ilk etapta mizahın en baskın türlerinden biri “üstünlük mizahı”dır: Düşen birine güleriz, çünkü bizim düşmeyişimiz bizi rahatlatmıştır. Çocuğa güleriz, çünkü çocuk olmayışımız, artık hayatta kalmak için lazım yetenek ve bilgilerle donanmış olduğumuz gerçeği bizi rahatlatmaktadır. Antik Yunan’dan beri tespit edilen ve dediğim gibi eksik olsa da isabetli olan bir kategori bu: Kötü duruma düşmediğimizi hatırlatan şeylere güleriz. Recep İvedik, en görgüsüz, en akılsız, en cahil adamı bile bu yüzden güldürür: Hiçbirisi kendini Recep İvedik kadar savunmasız, yanlış, zor, acı, sefil duruma sokmuyordur çünkü.
İkinci kategori sosyalleşmeyi kolaylaştırma işlevi üzerine kurulmuş gibi. A. Graesser ve diğerleri What are the Cognitive and Conceptual Components of Humorous Text? makalelerinde, mesela, birçok enfes tespitin yanında, cinsel içerikli şakaların insanları güldürmeye daha muktedir olduğunu tespit etmişler. İnsanın en eski ve en yaygın sosyalleşme alanı cinsel alan olduğuna göre, bu en az bir önceki kategori kadar eski ve yaygın bir mizah türüdür: Flörtleşmeyi kolaylaştıran mizah. Cinselliğe yapılan gönderme, gülmeyle karşılık alınca bir yakınlaşma ve ortaklaşma doğuracaktır (bir sonraki kategoriye bkz) ve bu sayede cinsel birleşme ihtimali artacaktır. Kadınlar belki de gerçekten kendilerini güldüren erkeklerden hoşlanıyorlardır?
Üçüncüsü biraz daha önemli bir kategori: Aidiyet hatırlatan gülüş. G. Bryant ve diğerleri Detecting affiliation in colaughter across 24 societies başlıklı makalede, mesela, bize gösteriyorlar ki dostlarımızın gülüşü ile yabancıların gülüşünü ayırt edebiliyoruz. Bir “iç şaka”, bir arkadaş grubunun, bir sınıfın hatta bir milletin aidiyet bağlarını pekiştirir. O şakanın komik olmasını sağlayan, herkesin şakanın üzerine kurgulandığı olay ya da olguyu paylaşıyor olmasıdır, şakanın metin bileşenleri gülme eyleminin gerçekleşmesi için bir şarttır ancak, asıl önemli işlev zekice kurgulanmış olmasında değil, aidiyet hatırlatmasındadır. Sosyal medyadaki son dönem Özgür Demirtaş şakaları böyledir: Özgür Demirtaş’ı tanımanız, ona ait/ona atfedilen özellikleri bilmeniz lazımdır ki, şakalara gülesiniz.
Cem Yılmaz bunu hiç tanışmadığı insanlarla dahi yapabiliyor, dehası buradadır: Hemen herkesin gözlemlemiş olabileceği toplumsal olay ve olguları tespit ediyor ve bunun üzerinden şakalar yaparak herkesin bir aidiyet mizahı tatmasını sağlıyor. Beraber gülebilmek aynı hikayeyi/kimliği paylaşıyor olduğumuzu hatırlatan çok güçlü bir eylemdir. Gıdıklanmanın altında da bu yatıyor bence: Dille iletişim kuramadığımız zamanlardan önce en savunmasız bölgelerimizi gıdıklayan bir aile büyüğü yahut akran, bize bir gruba ait olduğumuzu hatırlatıyordu; bireysel savunmasız kalsak dahi ölüm-kalım senaryosuna kolay kolay düşmeyeceğimizi hatırlatıyordu.
Dördüncü kategori bir bileşen olarak hemen bütün mizah türlerinde yer alır, ancak kimi zaman tek başına da mizah türü olarak karşımıza çıkar: Metin mizahı. Keskin dönüşler, beklenmedik çıkışlar, bilinen/paylaşılan ortak hikayeye “başka türlü bakışlar” hep bu mizah türündedir. Üstünlük mizahından zaman zaman farklı olabilir: Zekice kurgulanmış bir sözcük oyununu çözdüğümüzde, kimseyle kendimizi karşılaştırmıyor, kimseyi aşağılamıyor bile olsak, kendimizle gurur duyarız. Bu bizi tatmin eder, mizahın diğer bileşenleriyle birleşerek, bir matematik sorusunu çözdüğümüzde aldığımız hazzın dışavurumunu “gülmek” olarak gerçekleştirmemizi sağlar.
Şimdi Cem Yılmaz’ın son gösterisini ele alalım. Yaş aldıkça olgunlaştığını görüyoruz: Zekice kurgulanmış söz oyunları, hazır cevaplık ve üstünlük mizahı devam etse de azalmış, git gide daha çok aidiyet mizahı yapıyor. Fakat fark ettiğim asıl husus, Cem Yılmaz’ın kitlesini değiştirmek istediğidir; yahut belki de böyle bir maksadı yoktur ancak, kendiliğinden geldiği nokta, hitap ettiği kitlenin değişmesini mecbur kılıyor. Zira Cem Yılmaz artık “Tam vasatın üstünde kalan %50”ye değil, biraz daha yukarıya, biraz daha eğitimliye, süzülmüşe, düşünmüşe hitap etmeye başlamış.
Son gösteride yaptığı şakalar Cem Yılmaz gösterisine gelip, onu anladığı için kendisini zeki hissederek yaşamına devam eden bir kitleye hitap etmiyor. Her ne kadar canlı izlememiş ve alınmış bir kaydı izlemiş olsam da, montaj bunu kasıtlı yapmadıysa, çok daha az alkış ve gülüş reaksiyonu aldığını görüyorum. Bunun nedeni alışıldık kitlesini ters köşe yapmasıdır; hala aidiyet mizahı yapıyor ama artık o “paylaşılan hikaye” çok yaygın değil; homofobi meselesinde mesela akıl sağlığını korurken özgürlükçülüğünden taviz vermeyen bir kitleyle aynı çizgide; bu kitle maalesef sayıca “diğerleri”nden çok daha az. “Türklük” hususunda çok yerinde tespitleri enfes bir mizah üslubuyla yapıyor, fakat hitap ettiği kitle bu konuda o kadar saçma ve o kadar sorunlu şeyleri o kadar yaygın bir şekilde duyuyor/tecrübe ediyor ki, ona hak vermeye ve gülmeye hazır değil.
Gördüğüm kadarıyla Cem Yılmaz, “tam vasatın üstündeki %50”nin rahatlatan, teskin eden ve özel hissettiren şovmenliğinden, kitlesini “yukarı taşıma” işlevi üstlenmiş daha olgun bir komedyene dönüşüyor. Şov dünyasından ekmek yiyen birinin böyle bir karar vermesi zordur; üstelik dediğim gibi bunun şuurlu bir karar mı, yoksa yaşının ve olgunlaşma sürecinin getirdiği kendiliğinden gelişen bir adım mı olduğunu bile bilmiyoruz. Fakat her şeye rağmen sosyal iğneleyiciliği daha fazla olan, felsefe de içeren daha nitelikli bir mizah türüyle karşı karşıyayız. Kasten sona sakladığım bir başka tür mizah daha var: Aidiyet yaratan mizah. Genellikle baskı zamanlarında, zulüm, işgal zamanlarında ortaya çıkar: Gösterisinde bahsettiği Nasreddin Hoca böyle biridir mesela – yahut rahiplerin taşaklarıyla kilise kapılarının menteşelerini yağlayacaklarını haykıran Florian Geyer takipçileri, yahut dini kaidelerin bir kısmından memnuniyetsiz olup, bunu doğrudan dile getiremedikleri için şathiye gibi farklı türlerin arkasına sığınarak, mizah yaparak ifade eden onca heterodoks din adamı… Bunlar var olan “hikayeler” üzerinden, insanlara bildikleri/ait hissettiklerini anlatarak mizah yapmazlar, mizah yaparak bir hikayenin ortaklaşmasını, bir aidiyet oluşmasını sağlarlar.
Cem Yılmaz, böyle giderse, hem AKP zulmü, hem post-modern manyaklıklar, hem popülist zırvalar içinde kendine yol çizmeye çalışan nitelikli ve “makul” azınlığın aidiyet yaratan mizah figürüne dönüşebilir; kimi zaman kaçındığını doğrudan ifade ettiği “güldürürken düşündüren” adama dönüşebilir.
İyi de olur.
M. Bahadırhan Dinçaslan